10 Aralık 2010 Cuma

(Asgari) Ücret Ne Kadar Olmalı?

10/12/2010

ÖZGÜRCE

Kapitalist üretim sisteminin doğuşundan bu yana işçi ve sermaye sınıfının arasındaki mücadelenin en temel konusu emeğin üretimden alacağı pay yani ücret olmuştur. Ücret, emekçilerin yaşamlarını sürdürebilmelerini sağlayan gelirdir. İşverenler için ise ücret, üretimin gerçekleştirilmesinde bir maliyet unsurudur. İşveren işçiye ne kadar düşük ücret verirse kârı o kadar yüksek olacaktır.


Ücret, yaşamlarını sürdürecek bir gelir anlamına geldiği için emekçiler, işverenden ücret talep ederken, ihtiyaçlarını ne ölçüde karşılayabileceklerini göz önünde bulundururlar. Örneğin emekçi, 1 kilo daha fazla et satın alabileceği bir ücret artışını kazanım olarak görebilir.

Ücret pazarlığında işverenlerin yaklaşımı emekçilerden farklıdır. Onlar, ücret miktarını belirlerken, emekçinin temel ihtiyaçlarını karşılayacak ve ertesi gün yeniden işbaşında olmasını sağlayacak bir miktarı yeterli görür. Bu nedenle -Türkiye’de asgari ücretin hesaplanmasında da olduğu gibi- emekçiyi eşi ve çocukları olan, kültürel etkinliklere ihtiyaç duyan bir sosyal varlık olarak görmezler. Diğer bir söyleyişle emekçinin de insan olduğunu hesaba katmazlar. İşverenlerin emekçilere yönelik bu yaklaşımı, tarihsel süreçte işçi sınıfının mücadeleleriyle değişmiş ve işçi sınıfının önemli bir güç haline geldiği dönemlerde sermaye, -kendi işine geldiği ölçüde de olsa- emekçinin bir insan olduğunu kabullenmek zorunda kalmıştır.

Küreselleşme ve üretim süreçlerindeki esnekleşmeyle birlikte emekçiler arasında rekabetin artması ve sendikal örgütlenmelerin başarısızlıkları işçi sınıfının zayıflamasına neden olmuştur. Böylece sermaye, yeniden emekçiyi herhangi bir makine gibi kendisine kâr sağlayan üretim ya da hizmet sunum sürecinin bir unsuru olarak görmeye başlamış ve ücret konusundaki yaklaşımı da bu yönde değişmiştir.

Emekçilerin sermaye tarafından yeniden insan olarak kabul edilebilmeleri ve insanca bir gelire kavuşmaları, tarihsel süreçte de olduğu gibi mücadelenin yükseltilmesine bağlıdır. Ancak bu mücadele sürecinde emekçilerin, ücreti sadece yaşamı sürdürmeye yarayan bir gelir olarak görme anlayışını gerek bireysel pazarlıklarda gerekse işletme, iş kolu ya da asgari ücret gibi ulusal düzeydeki toplu pazarlıklarda değiştirmeleri gerekmektedir.

Emekçilerin ücret talepleri, emek gücünün üretim ya da hizmet sunum sürecinde yarattıkları değer üzerinden olmalıdır. Gerçi sermaye, emekçilerin, yarattıkları değer üzerinden pay istemelerini engellemek için üretim sürecini emeğin yarattığı değeri görünmez hale getirecek biçimde sürekli olarak karmaşıklaştırmaktadır. Ama tüm karmaşıklığa rağmen özellikle toplu düzeyde yürütülen pazarlıklarda toplam hasıla üzerinden emeğin hakkına sahip çıkılması gerekir. Örgütsüz emekçilerin işyerlerinde bunu gerçekleştirmeleri son derece zordur. Ancak örgütlü işyerlerinde sendikaların işletmenin satış hasılatı ve kârlılığı üzerinden yapacakları hesaplamalarla emekçilere düşen payın yükseltilmesi yönünde bir mücadele yürütmeleri mümkündür.

Bilindiği gibi özellikle son 30 yılda hemen her düzeydeki toplu pazarlıklarda emeğin ürettiği değer yerine enflasyon temel alınmıştır. Ücretin enflasyona endekslenmeye çalışılması ve enflasyon oranlarının da siyasi iktidarların ve sermayenin etkisiyle son derece sübjektif kriterlerle belirlenmesi yıllar içinde toplam hasıla içinde emeğin payının giderek düşmesine neden olmuştur. Bunun sonucu olarak da işçilere günlük bir simit fiyatına denk gelen komik ücret artışları yapılırken, birçok şirket kâr rekorları kırmıştır.

Asgari ücretin belirlendiği bir süreçte olmamız nedeniyle ücretin nasıl hesaplanması gerektiği yönündeki tartışmalar, yeniden gündeme gelmiştir. İşçi tarafını temsil eden Türk İş, asgari ücretin belirlendiği masaya her zaman olduğu gibi enflasyon oranı üzerinden yüzdelik ücret artışı talebiyle oturacaktır. Sonuç olarak da yine bir simit ya da bir çay fiyatına karşılık gelecek ücret artışına razı olarak masadan kalkılacaktır.

Emekçinin insan yerine konmadığı ve onu giderek daha fazla açlığa, yoksulluğa sürükleyen bu ücret belirlenme oyuna artık son verilmelidir(!) Asgari ücret pazarlığında ücretin emeğin yarattığı değerin karşılığı olduğu anlayışı içerisinde bir tutum alınmalıdır(!) Ulusal düzeyde bir pazarlık olan asgari ücret tespitinde işçileri temsil eden sendikaların masaya getirmesi gereken kriter, kişi başına düşen milli gelir olmalıdır(!). AKP Hükümeti iktidarda bulunduğu dönemde sürekli olarak Gayrı Safi Yurtiçi Hasıla’nın (GSYH) rekor derecede büyümesiyle ve kişi başına düşen milli gelirin artmasıyla övünmektedir. Bakanlar Kurulu’nun 25 Kasım tarihli Resmi Gazete’de yayınladığı düzeltmeye göre 2011 yılında her bir T.C yurttaşının başına düşecek olan milli gelirin 16.126 dolar olacağı öngörülmüştür.

Bu durumda Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nda işçi sınıfının temsilcisi olarak masa başına oturanların milli gelirden kişi başına düşeceği öngörülen miktarı dikkate almaları gerekir(!) Eğer Türkiye iddia edildiği kadar büyüdüyse bunda en büyük pay kuşkusuz emekçilerindir. O halde işçilerin haklarını alabilmelerinin ön koşulu asgari ücretin en az kişi başına düşen milli gelir düzeyinde olmasıdır. Ayrıca eşi çalışmayan ve çocuk sahibi olan emekçiler için eş ve çocuklarına düşen pay da talep edilmelidir.

Asgari ücret masasında oturan sermaye ve hükümet temsilcilerinin birkaç simit bedelini bulmayan ücret artışlarını bile yüksek bulacaklarına şüphe yoktur. Böyle bir ortamda yukarıda paylaştığım yöntemle hesaplanacak talepler gerçekçi görülmeye bilir. Ama emek sömürüsünün gerçekliği karşısında hak aramanın ve hak almanın yolunun bize “gerçek” olarak gösterilenleri sorgulamaktan geçtiğini unutmamak gerekir (!)

Hiç yorum yok: