24 Aralık 2010 Cuma

Sermayenin Güneydoğu’ya İlgisi Üzerine…

24/12/2010

ÖZGÜRCE

Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) ve Diyarbakır Organize Sanayi İşadamları Derneği (DOSİAD) tarafından düzenlenen 14’üncü Girişim ve İş Dünyası Zirvesi geçen hafta Diyarbakır’da yapıldı. Zirvede gerçekleştirilen görüşmeler medyanın gündeminde fazlaca yer almazken, TÜSİAD başkanı Ümit Boyner’in konuşmasına Kürtçe başlaması ve Büyükşehir Belediye Başkanı Baydemir’le halay çekmesi ön plana çıkartıldı. Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir ki uzun yıllar baskı altında tutulmuş, görmezden gelinmiş bir dili, bir kültürü görünür kılacak adımları kimden gelirse gelsin olumlu olarak kabul etmek gerekir. Hele ki Boyner’in konuşmasındaki gibi barış ve dostluk mesajları içeriyorsa…

Zirve’nin medyada ön plana çıkartılan kısmıyla ilgili düşüncelerimizi paylaştıktan sonra, Zirve’nin içeriğine dair de birkaç söz söylememiz gerekir. Önce Zirve’nin düzenleyicilerinden olan TÜRKONFED’i kısaca tanıtmakta yarar vardır. Türkiye’nin en büyük sermaye örgütü olan TÜRKONFED, 2004 yılında Türkiye Sanayici ve İşadamı Dernekleri Platformu üyesi dernekler ile Sektörel Dernekler Platformu üyesi derneklerin oluşturduğu federasyonlar tarafından kurulmuştur. Kuruluş amacı, bölgesel ve sektörel kaynakların uluslararası entegrasyona ve rekabet gücünün artırılmasına olanak sağlayacak biçimde değerlendirilmesi için projeler üretmektir. DOSİAD ve TÜSİAD da TÜRKONFED üyesidir.

14’üncü Girişim ve İş Dünyası Zirvesi’nde gündem, TÜRKONFED’in de kuruluş amacına uygun olarak “Bölgesel Kalkınma ve İş Dünyasının Rolü” olarak belirlenmiştir. Hükümetin Devlet Bakanı Cevdet Yılmaz tarafından temsil edildiği Zirve’de Bölgesel Kalkınma Ajansları çerçevesinde Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yatırım ikliminin oluşturulmasına yönelik çalışmalar yapılmıştır.

Bölgesel Kalkınma Ajansları kapsamında yatırım ikliminin oluşturulması, özü itibariyle, bölgede bulunan tüm kaynakların, rekabet gücünü arttırmak isteyen sermayeye “cazip koşullarda” sunulması anlamına gelmektedir. Bunun gerçekleşmesi durumunda dereler, ormanlar, yeraltı suları, madenler gibi doğal kaynakların kullanımı bölge halkının elinden alınarak, sermayeye devredilecektir. Sermaye de tüm bu doğal kaynakları, tıpkı Munzur’da olduğu gibi üzerinden kâr elde edeceği biçimde metalaştıracak, bir taraftan doğayı tahrip ederken diğer taraftan da bölge halkının bin yıllardır sahip olduğu kaynakları onlara parayla satacaktır. Doğanın kâr alanlarına dönüşme sürecinde kültürel değerler de Hasankeyf gibi acımasızca yok edilecektir.

Bir bölgenin, sermayenin yatırımları için uygun hale getirilmesi yani üretim maliyetlerini minimum düzeye çekebilmesi sadece doğanın ve kültürel değerlerin talan edilmesiyle kalmamaktadır. Bunun yanında sermayenin yatırım için en öncelikli koşulu ucuz emek gücüdür. “Güneydoğu’yu Türkiye’nin Çin’i yapacağız” açıklamalarıyla sermaye çevreleri bu bölgeyi ucuz emek bölgesi haline çevirme özlemlerini uzun zamandır gündemde tutmaktadır. Hükümet de sermayenin bu özlemini karşılamak üzere yatırımı ve istihdamı arttırmak görüntüsü altında önemli adımlar atmıştır. Öte yandan bölgesel asgari ücret uygulaması ve bölgede çalışma yaşamının tamamen kuralsız hale getirilmesine yönelik çalışmalar da halen devam etmektedir.

Sermaye çevrelerini temsil eden iş adamı ve iş kadınlarının, 30 yıldır yaşanan baskılar ve acılar karşısında sessiz kalarak göz ardı ettikleri bir kültürü, bir dili bugün birden bire hatırlamalarını bölge halkı, demokrasi ve insan haklarına olan saygının bir ifadesi olarak kabul eder mi bilemiyorum(!) Bu konuda naçizane benim düşüncem, doğası gereği sermaye burada da çıkarlarıyla hareket etmekte ve daha fazla kâr elde etmek uğruna doğasıyla, kültürüyle ve insanıyla bu bölgeyi de sömürü alanı haline getirmeye çalışmaktadır. Kürt sermayesinin bu süreçten nemalanma beklentisinde olması ve tüm bu gelişmeleri desteklemesi doğaldır. Ancak Kürt nüfusun çok önemli kesimini oluşturan emekçiler, kendi emekleriyle birlikte doğayı ve kültürlerini de korumak gibi bir sorumlulukla karşı karşıya kalacaktır. Bu sorumluluğun yerine getirilmesi için en önemli koşul ise Türk ve Kürt emekçilerin birlikte mücadelesidir(!)

Hiç yorum yok: