23 Şubat 2012 Perşembe

Savaşa Karşı Mücadele (!)

ÖZGÜRCE
24/02/2012

Dünyada ve Türkiye’de üretim ilişkilerinin ve bununla birlikte de toplumsal ve siyasal yapının yeniden biçimlendirildiği son derece önemli bir dönemeçten geçiyoruz. Bu yeniden yapılanma sürecinin çok güçlü aktörü, sermaye ve onun çıkarları üzerinden hareket eden uluslar üstü örgütler ve siyasi iktidarlar. Bu güçlü aktörün hedefi egemenliğe sahip olduğu sistemin yani kapitalizmin varlığını sürdürebilmek. Bunun için tek çaresi sermaye birikiminin yani yüksek kârın sürekliliğini sağlamak. Kapitalist üretim sisteminde kârın kaynağı ise emek, hammadde ve enerjinin en düşük maliyetle elde edilebilmesine bağlı.


Ucuz hammadde ve enerji kaynaklarına ulaşabilmek için hegemonyayı elinde bulunduran güçler, 1960’ların sonlarından bu yana hammadde ve enerji bakımından zengin coğrafyaları denetimleri altında tutabilmek için halkları birbirine düşürmekten ya da doğrudan taraf oldukları operasyonlar yürütmekten geri kalmıyorlar. Kapitalizmin varlığını sürdürebilmesi için ülkeler ve halklar arasında çıkartılan savaşlar on milyonlarca insanın canına mal oluyor.

Türkiye de sermayenin kârlarını yükseltmesi ve kapitalizmin sürdürülebilmesi pahasına ölümü, acıları ortaya çıkartan savaşların bir parçası oluyor. Türkiye kimi zaman hammadde ve enerji kaynaklarını barındıran ülke halklarına yönelen saldırılar için topraklarını hegemonyanın silahlı güçlerine kullandırıyor; kimi zaman da hegemonyanın ve ulusal sermayenin çıkarları doğrultusunda Türkiye halkları birbirine düşman edilip bu savaşların bir parçası haline getiriliyor.

Türkiye savaşlarla içli dışlı olunca silahlanma harcamaları da her geçen gün artıyor. Silah sanayine yatırım çok kârlı bulunuyor ve özel sermaye silah yatırımlarına yöneliyor. Örneğin TOBB’nin Türkiye Savunma Sanayi Sektör Raporu 2010’a göre Türk savunma sanayi üretimi 2000 yılına nazaran yüzde 100 artarak 3 milyar dolara çıkmış. Ekonomik krize rağmen Türkiye’nin savunma harcamaları 2008 yılı sonrasında yüzde 6.6’lık artış göstermiştir. Yerli silah üretiminin yanı sıra silah ithalatı da son sürat devam ediyor. Savunma Bakanının yaptığı son açıklamaya göre ABD’den alınacak 100 savaş uçağı için 16 milyar dolar ödenecekmiş.

Bütçeye yük oluyor diye emeklilik yaşını 65’e çıkartan; sağlık hizmetlerinin her aşamasından para alıp bir de üzerine GSS adıyla yurttaşlardan sağlık haracı toplayan; personel giderlerini düşürmek için güvencesiz çalışmayı yaygınlaştıran devletimiz silah için bütçeyi bonkörce harcamaktan çekinmemektedir. Bu ülke 30 yıldır süren ve binlerce evladını kaybettiği savaş nedeniyle zaten ziyadesiyse yoksullaşmıştır.

İran, Irak, Suriye ve İsrail arasında yaşanan gergin süreçte hükümet savaşın insani ve maddi bedelini düşünmeden kapitalizmin hegemonyası durumundaki ABD’nin taşeronluğuna soyunmaktadır. Bu süreçte ülke içinde de muhalif tüm sesleri kısmaya yönelik baskı süreci en ağır biçimiyle sürmektedir.

Savaşlara insani ve ahlaki nedenlerin yanı sıra ekonomik nedenlerle de şiddetle karşı çıkılmalıdır. İnsanlık dışı bir sistem olan kapitalizmin sürdürülebilmesi için çıkartılan savaşların faturası her zaman emekçi kesimlere ödettirilmektedir. Savaşta asker olarak ölen, savaş bütçeleri nedeniyle yoksullaşan her zaman emekçi kesimlerdir. Bu nedenle savaşlara karşı olmak en başta emekçilerin ve onların örgütlerinin görevi olmalıdır.

İşçi sınıfı tarihinde I. Enternasyonal başta olmak üzere uluslararası emek örgütleri savaşlara karşı tavır almışlar ve hatta savaşı genel grev nedeni olarak ilan etmişlerdir. Maalesef bugün uluslararası ve ulusal düzeyde sendikalar savaşa tavır alacak anlayıştan çok uzakta bulunmaktadır. Ama savaşları ve o savaşların nedeni olan sistemi, sınıf örgütlerinin yürüteceği mücadele dışında durdurabilecek hiçbir güç yoktur. Bu durumda emekçiler en azından kendilerinin ve ailelerinin yaşamı için örgütlenmeli ve örgütlerini savaşlara karşı mücadeleye yöneltecek bir çabanın içinde olmalıdır.
                                                            *           *           *
10 Şubat tarihinde bu köşede yazmış olduğum “DİSK’te Genel Kurul Zamanı” başlıklı yazımı Erhan Bilgin aynı gün bianet.org sitesinde yayınlanan yazısında “ağır bir dille” eleştirdi. Eleştirinin nedeni yazının “DİSK’i yeniden emekçi kesimlerle buluşturacak ve yeniden işçi sınıfının güvenini kazandıracak bir kadronun yönetime gelmesi umuduyla Genel Kurula başarılar diliyorum.” cümlesiydi. Erhan, bu cümleden hareketle yazımı sendikal bürokrasiye methiye olarak değerlendirmiş olmalı ki yazısını “…Özgür 2010 yılının sonunda yazdığı yazısının başlığı olan ‘2011 sendikal bürokrasiyle mücadele yılı olmalı!’ ibaresini bir şiar olarak 2012 yılı ve DİSK için de dilemesini, talep etmemi, sanıyorum bana çok görmeyecektir.” sözleriyle bitirmiş. Eğer Erhan, beni sendikal bürokrasiyle mücadele düşüncemin arkasında durmamakla itham etmeseydi kendisiyle “sendikal bürokrasiyle mücadele yöntemleri” üzerinden bir tartışma yürütebilirdik ve ben o zaman kendisine, DİSK Genel Kurulunda Arzu Çerkezoğlu’na bürokrasinin tüm baskılarına rağmen ikinci turda da oy veren 166 delegeyi hatırlatabilirdim. Ama beni ısrarla sendikal bürokrasiden yana gösterme çabasında olduğu için kendisine herhangi bir yanıt vermeyeceğim. Sadece sendikalar ve sendikal bürokrasiye ilişkin olarak beni itham etmeden önce bu konuda yazdığım onlarca yazıya bir göz atmasını dileyeceğim.

Hiç yorum yok: