13 Nisan 2012 Cuma

8 saat çalışmak insani bir gerekliliktir...

ÖZGÜRCE
13/04/2012

8 saat uyku ve dinlenme insanın sağlıklı bir yaşam sürebilmesi için fizyolojik bir ihtiyaçtır. Bir insanın ailesine ve sevdiklerine zaman ayırması; okuması, sinemaya gitmesi, eğlenmesi, politikayla uğraşması sosyal bir varlık olmasının gereğidir ve bunu gerçekleştirmesi için günde ortalama 8 saat gereklidir. Diğer bir söyleyişle insanın 24 saatten oluşan bir günün en az 16 saatini fizyolojik ve sosyal gereksinimlerini yerine getirmek için ayırması gerekir. Geriye kalan 8 saat ise insanın yaşamını sürdürmek için gerekli olan gıda, giysi, barınma gibi maddi gereksinimleri sağlamak için çalışmaya ayırabileceği süredir.


Emek gücünün henüz sermayenin egemenliği altına girip metalaştırılmadığı üretim sistemlerinde maddi gereksinimleri sağlamak için genellikle 8 saatin çok altında bir süre emek sarf etmek (çalışmak) yeterlidir. Ne zaman ki üretimin amacı insanın ihtiyacını karşılamaktan çıkıp sermaye birikimi (kâr) sağlamanın aracı haline dönüşmüştür; işte o zaman serveti ve mülkiyeti olmayan insanlar (işçiler), maddi gereksinmelerini sağlamak, yaşamlarını sürdürebilmek için emek güçlerini belirli bir süreliğine sermayeye satmak zorunda kalmışlardır. Sermaye metalaştırdığı ve denetimi altına aldığı emek gücü üzerinden daha fazla kâr (artı değer) elde etmek için işçinin ücretini (satın alma gücünü) en düşük düzeye indirmeye çalışırken; işçinin üretimde sarf edeceği zamanı ve fiziksel gücü en üst düzeye çıkartmayı hedefler. Böylece yaşamını sürdürebilmek için yeterli geliri sağlamak isteyen işçi satın alma gücü düşük olduğu için daha uzun süre çalışmak zorunda kalır ve sermayeye daha fazla kâr (artı değer) elde etme olanağı sağlanmış olur.

TARİHTE 8 SAATLİK İŞ GÜNÜ MÜCADELELERİ

Sermayenin işçinin emeği üzerinden birikim (kâr) elde etmesine dayanan kapitalist üretimin egemen hale gelmeye başladığı 18. yüzyılda işçilerin birbirleriyle rekabeti ve emekçilerin haklarını yok sayan liberal anlayışın da katkısıyla çalışma süreleri 14-16 saate kadar çıkmıştır. Yani kapitalist düzen içerisinde işçinin sosyal ve hatta fizyolojik gereksinimleri yok sayılmıştır. İşçinin sosyal ve fizyolojik gereksinimlerinin yok sayıldığı kapitalizmin bu anlayışı işçinin insan olarak kabul edilmemesiyle aynı anlama gelmektedir.

İşçiler insan olarak kabul edilmedikleri kapitalist düzene karşı başlattıkları varlık mücadelesinde taleplerinin en başında çalışma sürelerinin sınırlandırılması gelmiştir. 19. yüzyılda yükselen işçi sınıfı mücadelesinde ilk dönemler 14-16 saat olan iş gününü 12 saate çekmek için uzun bir savaşım yürütülmüştür. 13 yaş ve daha altı yaşlardaki çocukların günde 12 saat çalışması için yürütülen mücadele bile burjuvazinin şiddetli baskısıyla karşılaşmıştır. Günlük çalışma süresinin 8 saat olmasına yönelik ilk kez Avustralya işçi sınıfı, 1856’da 8 saatlik iş günü talebini de içeren bir dizi istemle greve gitmiştir. Daha sonra Amerikalı işçiler 1866 yılında Ulusal Çalışma Birliği kongresinde kölelikten kurtulmak için günlük çalışma süresinin 8 saat olması için mücadele kararı almıştır. Aynı yıl Cenevre’de toplanan I. Enternasyonel’de Amerikan işçi sınıfının bu kararı benimsenmiş ve 8 saatlik iş günü için mücadele kararı alınmıştır. Amerika ile birlikte başta Fransa ve İngiltere olmak üzere Avrupa işçi sınıfı da yaygınlaşan grevler ve mitinglerle 8 saatlik iş günü mücadelesini sürdürmüşlerdir.

Amerikalı işçiler 1886 yılının 1 Mayıs günü “sekiz saat çalışma, sekiz saat dinlenme, sekiz saat canımız ne isterse!” sloganıyla 8 saatlik iş günü için genel greve gitmişlerdir. 1889 yılında II. Enternasyonel, Amerikan işçisinin canı, kanı pahasına yürüttüğü 8 saatlik iş günü mücadelesinin anısına ve bu mücadeleyi evrenselleştirmek amacıyla 1 Mayısı “Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak kabul etmiştir.

19. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşen mücadelelerle çalışma süreleri birçok ülkede sınırlandırılmış ve 8 saatlik iş günü başta olmak üzere çalışma yaşamında standartlaşmayı sağlayacak biçimde üretim sisteminde köklü bir değişime gitmek zorunda kalınmıştır. Böylece özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında 8 saatlik iş günü uygulaması yaygınlaşmış, işçi sınıfı hareketinin güçlü olduğu bazı ülkelerde günlük çalışma süresi 8 saatin de altına indirilmiştir.

TÜRKİYE’DE ÇALIŞMA SÜRELERİ

Türkiye’de 1960 ve 1970’li yıllarda yükselen işçi sınıfı hareketinin de etkisiyle çalışma süreleri sınırlandırılmıştır. Bu bağlamda 1971 tarihli 1475 sayılı İş Kanunu’nda günlük çalışma süresi 7.5 saat olarak belirlenmiştir (m.61). Haftalık çalışma süresini 45, günlük çalışma süresini 7.5 saat olarak belirleyen bu yasa başta kamu işyerleri olmak üzere sanayi ve hizmetler sektöründe geniş bir uygulama alanı bulmuştur.

Ancak 1970’li yıllarla birlikte krize giren kapitalizmi kurtarmak için üretim sisteminin yeniden esnekleşmesi hedeflenmiştir. Bu doğrultuda Türkiye’de diğer kapitalist ülkeler gibi 1980’li yıllardan itibaren emek piyasalarını esnekleştirme yoluna gitmiştir. Esnekleştirme ile emekçilerin 150 yıllık mücadelesinin ürünü olan haklar ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Bunların başında da işçinin insanca yaşaması ve çalışması için vazgeçilemez olan 8 saatlik iş günü hakkı gelmektedir. Bu hakkın ihlal edilmesi yönünde ilk olarak üretimin önemli bir bölümünün kayıt dışına çıkartılmasına ve işçinin kayıt dışı olarak çalıştırılmasına göz yumulmuştur. Bunun ardından işçinin haklarını koruyan yasalar çalışma sürelerini esnekleştirecek biçimde yeniden düzenlenmeye başlamıştır. Örneğin 1475 sayılı İş Kanunu’nda 7.5 saat olan iş gününün 2003 yılında çıkartılan 4857 sayılı İş Kanunu’nda denkleştirme süresi içinde 11 saate kadar çıkartılabilmesinin yolu açılmıştır (m.63).

Gerek çalışma yasalarında düzenlenen esneklik uygulamaları gerekse kayıt dışı istihdama göz yumulması Türkiye’de çalışma sürelerinin ortalama olarak haftada 60, günde 12 saatin üzerine çıkmasına neden olmuştur. Bunun ötesinde hükümetin bir bakanı (Enerji Bakanı Taner Yıldız) Tes-İş Sendikasının genel kurulunda “Eğer gerekiyorsa işçilerin, 16 -18 saat arasında çalışması gerektiğini” ifade etme cüretini gösterebilmiştir.

İNSANCA YAŞAMAK VE ÇALIŞMAK İÇİN YENİDEN 8 SAAT İŞ GÜNÜ MÜCADELESİ..

Bugün gelinen noktada Türkiye’deki fiilen uygulanan ve esneklik uygulamalarıyla getirilmek istenen çalışma süreleri kapitalist üretimin ilk dönemlerinden bile daha uzun olabilmektedir. Bu nedenle işçilerin çok büyük bölümü bir sosyal varlık olmanın gereğini yerine getirecek zamanı bulamadığı gibi fizyolojik ihtiyaçlarını karşılayabileceği bir zamandan bile mahrum kalabilmektedir. Dolayısıyla işçinin en temel insani gereksinmelerini karşılamasını engelleyen, işçiyi insan yerine koymayan anlayışın 200-250 yıl öncesindeki anlayışlardan farkı olmadığını söylemek mümkündür.

Bugün insani olmayan koşullarda emekçilerin hem fizyolojik ihtiyaçlarını karşılamak hem de sosyal varlık olmanın gereklerini yerine getirmek için yani insanca yaşamak ve çalışmak için her şeyden önce içinde bulundukları durumun sermayenin daha fazla kâr hırsının bir sonucu olduğunu bilmeleri gerekir. Tarihsel süreç içinde emekçiler, en temel insani haklarını ellerinden alan düzene karşı sınıf bilinci içinde örgütlenmiş, mücadele etmiş ve başarmıştır. Mücadelelerle elde edilen hakların bugün ortadan kaldırılabilmesinin en önemli gerekçesi emekçilerin sınıf bilincinden, örgütlülükten ve dolayısıyla mücadeleden uzaklaşmalarıdır. O halde emekçilerin insan olarak kabul edilmesi ve hakların tekrar geri alınması için örgütlülüklerini ve mücadelelerini yeniden yükseltmesi gereklidir.

Hiç yorum yok: