Arif Koşar
06/04/2012
12 Eylül darbesiyle gülmek. Kim gülebilir ki askeri bir darbeye. Darbeyle gelen idamlara, işkencelere, faili meçhullere, katliamlara... Sendikaların kapatılmasına, işçilerin atılmasına, ücretlerin düşmesine... Gülenler vardı elbet. Hem de kıs kıs değil kahkahayla gülenler... İşte bugün, 12 Eylülde gülenleri ve öncesine onları sıkıntıya sokan işçileri konuşuyoruz. 12 Eylüle emekçiler açısından kısa bir bakışla... Konuğumuz Marmara Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Özgür Müftüoğlu.
12 Eylül darbesinin ‘resmi gerekçesi’, “anarşi ortamı”, “terör”, “her gün insanların ölmesi” vb. şekilde ifade edilmişti. Sizin konuya sınıfsal açıdan baktığınızı biliyoruz. Siz, 12 Eylül darbesini nasıl değerlendiriyorsunuz? ‘Resmi gerekçeler’ sizi ikna ediyor mu?
12 Eylül darbesi 27 Mayıs ve 12 Mart darbeleri gibi Türkiye’yi kapitalizmin dönemsel koşullarına eklemlemeyi hedeflemiştir. 1970’li yılların başında krize giren kapitalizm krizden çıkış için benimsediği neoliberal politikalar çerçevesinde içe dönük sermaye birikim sürecinin yerine küreselleşme olarak da ifade edilen dışa açık büyüme modeline geçmiştir. Artık üretim küresel zincirler üzerinden gerçekleşmektedir ve ulus devletlerin yerine küresel aktörler çok daha etkili bir konuma gelmiştir. Standart çalışma düzeninin geçerli olduğu fordist üretim sistemi yerini esnek üretim biçimlerine bırakmış; talep yönlü ekonomi politikalarının gereği olan sosyal devlet anlayışı yerini piyasanın ihtiyaçlarına göre hareket eden devlet anlayışına bırakmıştır. Üretim sistemi ve buna bağlı olarak devlet başta olmak üzere tüm kurumların, ilişkilerin yeniden yapılandığı bir sürece girilmiştir. Türkiye’nin küresel üretim zincirlerindeki yeri ucuz iş gücüyle gerçekleştirilebilecek emek yoğun üretimin gerçekleştirilmesini gerektirmektedir. Oysa 1970’li yıllarda Türkiye işçi sınıfı hareketi tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar mücadelecidir ve bu mücadeleler sayesinde iş gücünün ucuzlaması bir tarafa ücretler reel olarak artış eğilimi göstermektedir. İşçi sınıfının mücadeleci yapısı siyaset üzerinde de etkili olmaktadır ve 12 Mart sonrasında iktidara gelen hükümetler işçi sınıfının gücünü kırıp, neoliberal politikaların Türkiye’ye biçtiği işlevi yerine getirmeyi başaramamıştır. Bu nedenle ulusal ve uluslararası sermaye, hükümetlere yönelik desteği çekmişler ve 1978-79 yıllarında Türkiye büyük bir borç kriziyle karşı karşıya kalmıştır. 24 Ocak 1980 kararlarıyla Türkiye uluslararası sermaye kuruluşlarına ve ulusal sermayeye neoliberal politikaların uygulanacağı taahhüdü verilmiş ancak mevcut hükümet bu taahhüdün gereğini yerine getirememiştir. İşte 12 Eylül darbesi, sermaye sınıfının ihtiyaçları doğrultusunda işçi sınıfı hareketini baskılayarak, Türkiye’de emek karşıtı neoliberal politikaları uygulamaya koyabilecek bir iradeyi sağlamak üzere gerçekleştirilmiştir.
İki olguya işaret ediyorsunuz. Birincisi, Türkiye’de bir neoliberal dönüşüm süreci ve programının varlığı. İkincisi, bu programın uygulanmasını engelleyen işçi sınıfı hareketi. Peki, ikinciden yola çıkarsak, darbe işçi sınıfı hareketiyle ilgiliyse, neden hem AKP hükümeti hem de ‘işçi hareketinin bastırılması’ gerektiğini düşünen çeşitli çevreler 12 Eylülün soruşturulmasını istiyorlar?
Ne sermaye ne de AKP 12 Eylülün soruşturulmasını istemiyor, sadece darbede maşa olarak kullanılan iki eski askerin yargılanarak 12 Eylül defterinin kendilerine bulaşmadan kapatılmasını istiyorlar. Yani bütün dertleri tüm o karanlığın sorumluluğundan aklanmak ve kendilerini demokrasi havarisi ilan etmek.
“1970’li yıllarda Türkiye işçi sınıfı hareketi tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar mücadelecidir” dediniz. Darbe sonrasında ne değişti? Bu dönemde işçiler neler kaybetti?
İşçiler çok şey kaybetti. Her şeyden önce örgütlerini, mücadele güçlerini kaybetti. Bunun ardından büyüyen kayıt dışı sektörde çalışma zorunda kaldıkları için sosyal güvencelerini, iş güvencelerini kaybettiler. Tüm bunların sonucu olarak reel ücretler 1986’ya gelindiğinde yaklaşık yüzde 50-52 geriledi, yani emekçiler yoksullaştı, sofralarındaki ekmeği kaybettiler.
12 Eylül ile çalışma yaşamındaki değişime biraz daha odaklanırsak, neler değişti? Mesela yasalar?
12 Eylül darbe rejimi çalışma yaşamında bireysel hakları içeren yasalara ilk etapta dokunmadı. Önce işçi sınıfının örgütlü gücünü kırmak için sendika yasalarını değiştirerek, kolektif hakları ortadan kaldıran düzenlemeler yaptı. Çalışma yaşamında bireysel haklar yasalarla değil, kuralsız çalışmaya göz yumularak ortadan kaldırıldı.
Bugün sendikalar yasası gündemde. 12 Eylülün izleri silinmekte mi sizce?
Gündemdeki Toplu İş İlişkileri yasa taslağında baraj uygulaması ve grev yasaklarıyla birlikte 12 Eylülün düzenlemeleri devam etmekle birlikte e- devlet üzerinden üyeliklerin gerçekleşmesi, yeminli mali müşavirlerin denetim yapması gibi yeni uygulamalarla sendikalar tamamen denetim altına alınmaya çalışılmaktadır.
Şimdi bir 12 Eylül iddianamesi var. Bunu siz emekçiler açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
12 Eylülle gerçekten hesaplaşılacaksa bunun tarafı işçi sınıfının örgütleri olmalıdır. Ama gelin görün ki, hiçbir sendika 12 Eylül darbesiyle hesaplaşmayı kendisine dert edinmiş değil. 12 Eylülün gerçek faillerinin taraf olduğu bir hesaplaşmadan hiçbir sonuç çıkmaz. Daha önce söylediğim gibi sadece bu kesimler kendilerini aklarlar. Ve böylece Türkiye demokrasi ve insan hakları ihlallerinin merkezinde olmaya devam eder...
--------------------------------------------------------------------------------
PATRONLAR GÜLDÜ
12 Eylül darbesinin akılda alan sözcüklerinden birisi herhalde “netekim” kelimesidir. İkincisi olduğunu iddia etmeyeceğim ama akılda kalanlardan bir diğeri, dönemin TİSK (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu) Başkanı Halit Narin’in sözleridir. Narin, “20 yıl işçiler güldü biz ağladık, şimdi gülme sırası bizde” demişti. Gerçekten patronlar güldü mü?
Kayıt dışı sektörün büyümesi, reel ücretlerin düşmesi, sermayeden alınan kurumlar vergisinin azalması, genel bütçeden teşvik adı altında sermayeye aktarılan kaynakların artışı ve tüm bunların sonucunda sermayenin maliyetleri azaldı ve kârları yükseldi. Yani patronlar hayal edemedikleri kadar güldü...
ÇANKAYA’NIN ŞİŞMANI
Ya Özal. “Çankaya’nın şişmanı” işçilerin deyimiyle. Darbe sonrası dönemin de mimarlarından.
Özal, 12 Eylül darbesinin gerçek nedeni olan 24 Ocak Kararlarının mimarıydı. Özal’ın gerçek yüzü ise çok geç görüldü. Ancak 1989 Bahar Eylemleri sürecinde emekçiler yapılanları kavramaya başladılar. Bu süreç Özal’ın öldüğü 1993 yılına kadar devam etti. Bunda sendikaların da önemli sorumluluğu var tabi. 1980’li yıllar boyunca Özal’a tepki gösterecekleri yerde uzlaştılar sürekli. Gerçek ortaya çıktığında da çok geç olmuştu, çünkü emekçilerin en önemli kazanımlarını ortadan kaldıran ve halen devam etmekte olan yeniden yapılanma sürecinin temelleri atılmıştı.
9 Nisan 2012 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Popüler Yayınlar
- Üniversite’de Neden ve Nasıl Örgütlenmeli?
- Patron, devlet, ‘sendika’ ve Özak direnişi…
- ÖMK sadece öğretmenlerin meselesi mi?
- Sefalet ücretinin sorumlusu kim?
- Emeklilik sisteminin yeniden yapılanması ve ‘aktüeryal denge’ masalı!
- KAPİTALİST ÜRETİM SİSTEMİNDE EMEĞİN VAROLMA MÜCADELESİNİN VAZGEÇİLEMEZ ARACI: GREV
- Algı operasyonunun yeni hedefi: Emeklilik sistemi
- TARİHSEL SÜREÇTE BİR PARANTEZ: “SOSYAL GÜVENLİK HAKKI”
- Kürt’e halay yasağının hedefi sadece Kürtler mi?
- ‘Aktüeryal denge’ masalı -2
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder