01/06/2012
Belki de 1989 Bahar Eylemleri’nden bu yana hiçbir dönem “grev” bugün olduğu kadar toplumun gündemde yer bulmamıştır. Bir taraftan kamu emekçileri grevsiz toplu sözleşmeyi kabul etmedikleri için greve çıkarken diğer taraftan da THY işçileri var olan grev hakları Meclis’e verilen bir yasa teklifiyle ortadan kaldırılmasına karşı grevle tepki göstermişlerdir. Sendikal hak ve özgürlüklerin yeterince tanınmaması ya da ortadan kaldırılmasına tepki olarak gerçekleştirilen bu grevlerin en belirgin özelliği yasalarla tanımlanmamış olmasıdır.
Türkiye’de 12 Eylül darbesinden bu yana geçerli olan hak ve özgürlükleri sınırlandırma, baskılama süreci neoliberal Yapısal Uyum Programının uygulandığı 2001 sonrası dönemde çok daha yoğunlaşmıştır. Ancak sendikal hak ve özgürlüklere yönelik baskıların hedefi genellikle sendikalaşmak isteyen örgütsüz işçilerdir. Sendikalaşma hakkını kullanmak istemenin bedelini işten çıkartılmakla ödemek zorunda kalan örgütsüz işçilerin eylemleri Yörsan, Tega, Sinter Metal vd.) özellikle 2008 krizi sonrasında işçi hareketleri içerisinde öne çıkmıştır.
2011 seçimleri sonrasında hak arayan tüm toplum kesimleri gibi örgütlü ve görece güvenceli emekçiler üzerindeki baskılar da yoğunlaşmıştır. Bu bağlamda öncelikle 12 Eylül darbe döneminin ürünü olan sendika yasalarında çok daha geri ve baskıcı bir yasa Toplu İş İlişkileri Kanun Taslağı adı altında gündeme getirilmiştir. Öte yandan birçok sendika ve konfederasyonda yönetimler AKP iktidarının yandaşı haline gelmiş ve yandaş yönetimlere sahip sendikaların birçok iş ve hizmet kolunda yetkili duruma gelmesi için açık müdahalelerde bulunularak sendikal mücadele engellenmeye çalışılmıştır. Sendikal mücadeleyi engellemeye yönelik baskıların geldiği son aşama havacılık iş konunda grev hakkının yasaklanmasıdır.
Havacılık iş kolunda en yüksek örgütlenme THY’dedir. Dünyanın en hızlı büyüyen ve en yüksek kâr oranına sahip havayolu firması olduğunu savunan THY, özellikle son 10 yılda emekçileri yok sayan bir personel politikası izlemektedir. THY yönetiminin bu tutumuna karşı Hava İş Sendikası toplu sözleşme süreçleri içerisinde tepkisini ortaya koymaktadır. Örneğin 2007 yılında almış olduğu grev kararı üzerine THY yönetimi sendikayla uzlaşmak zorunda kalmıştır. Bunun üzerine THY, hükümetten de destek alarak yetki problemleri yaratıp Hava İş Sendikası’nı etkisizleştirmek istemiş ancak başarılı olamamıştır.
Hava İş Sendikası’nı her türlü ayak oyununa rağmen etkisiz ve yetkisiz hale getiremeyen hükümet çözümü havacılık işkolunda grev hakkını yasaklamakta bulmuştur. Başbakan’ın grevin yasaklanmasına ilişkin ifadeleri aynen şöyledir: ”Düşünün ki bu grev kanunsuz değil kanunlu olarak da yapıldığında, uzun süreli bir grev olduğu zaman bunun bedelini kim ödeyecek, kim öder? Millet ödeyecek, millet öder. Bu stratejik bir kurum ve bu stratejik kurumda atılacak bu tür adımlar ciddi manada ülkemizde çöküşün habercisi olur ki, buna fırsat vermemek gerekir diye düşünüyorum”.
Başbakan’ın havacılık işkolunda grevin yasaklanmasına ilişkin ifadelerinden anlaşılacağı üzere bugün işçi sınıfının karşısında 12 Eylül darbecilerinden çok daha baskıcı bir anlayış bulunmaktadır. Ve yine bu ifadelerden anlaşılacağı üzere grev yasağı havacılık işkoluyla sınırlı kalmayacak; yakın zaman içinde tüm işkollarını kapsayacaktır.
Grev, emekle sermaye arasında yürütülen toplu pazarlıkta uzlaşmanın en önemli aracıdır. Grev hakkı kapitalist üretim sisteminin emekle sermaye arasında yarattığı eşitsiz ilişkide emekçilerin sahip olduğu gücün temel dayanağıdır. Grev hakkının bunmadığı bir toplu pazarlık sisteminde işveren, istediği koşulları tek yanlı olarak emekçilere dayatacaktır (örnek: kamu emekçileriyle yapılan toplu sözleşme süreci). Dolayısıyla grev hakkı üretim sürecinde ve buna bağlı olarak da toplumda demokrasinin en önemli aracıdır. Bunun ortadan kaldırılması çalışma yaşamı başta olmak üzere toplumun her alanında emekçilerin söz hakkını ortadan kaldıracak ve bunun sonucu olarak da emekçi karşıtı politikalar çok daha etkili biçimde uygulanabilecektir.
Sözün özü: Grev hakkının bulunmadığı bir toplumda demokrasiden söz edilemez. Türkiye’de 32 yıldır süren darbe rejiminde birçok işkolunda grev hakkı yasaklıdır. AKP hükümetinin havacılık işkolundan başlayarak Türkiye’de grev hakkını tamamen ortadan kaldırmak niyetinde olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda havacılık işkolunda grevin yasaklanmasını sadece Hava İş Sendikası’nın ya da THY emekçilerinin sorunu olarak değerlendirmek mümkün değildir. 15-16 Haziran 1970 direnişinin gerekçesini oluşturan koşullarla bugün hak ve özgürlüklere yönelik saldırılar arasında büyük bir benzerlik bulunmaktadır. 15-16 Haziran’da emekçilerin dayanışma içinde yürüttüğü mücadele sendikal hak ve özgürlükleri engelleyen yasaların geri çekilmesini başarmıştı. Bugün de 15-16 Haziran direnişinin heyecan ve coşkuyla yürütülecek birleşik bir mücadeleye acilen ihtiyaç bulunmaktadır (!)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Popüler Yayınlar
- Üniversite’de Neden ve Nasıl Örgütlenmeli?
- Patron, devlet, ‘sendika’ ve Özak direnişi…
- ÖMK sadece öğretmenlerin meselesi mi?
- Sefalet ücretinin sorumlusu kim?
- Emeklilik sisteminin yeniden yapılanması ve ‘aktüeryal denge’ masalı!
- KAPİTALİST ÜRETİM SİSTEMİNDE EMEĞİN VAROLMA MÜCADELESİNİN VAZGEÇİLEMEZ ARACI: GREV
- Algı operasyonunun yeni hedefi: Emeklilik sistemi
- TARİHSEL SÜREÇTE BİR PARANTEZ: “SOSYAL GÜVENLİK HAKKI”
- Kürt’e halay yasağının hedefi sadece Kürtler mi?
- ‘Aktüeryal denge’ masalı -2
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder