7 Haziran 2012 Perşembe

Ustalık döneminin birinci yılı üzerine...

ÖZGÜRCE
08/06/2012

Bir yıl önce 12 Haziran 2011 seçimlerinde AKP, sandığa giden seçmenlerin yaklaşık yarısının oyunu alarak üçüncü kez iktidara geldi. Başbakanın seçim zaferinin ardından bu yeni dönemi “ustalık dönemi” olarak ifade etmesi o sıralar toplumun çok büyük bölümü tarafından pek de anlamlandırılamamıştı. Ancak seçim sonrasında geçen her gün, hükümet gerçekleştirdiği icraatlarıyla ustalık döneminin ne anlam ifade ettiğini ortaya koydu. Ve bizler bugün geçen bir yılın muhasebesini yaptığımızda ustalığın ifade ettiği anlamı yaşayarak öğrenmiş olduk…


Haziran 2011 seçimlerinin ortaya çıkarttığı en önemli sonuç hiç kuşkusuz Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blokunun elde ettiği seçim başarısıydı. Blok seçim sürecindeki tüm engellemelere rağmen Meclise 36 milletvekili göndermeyi başarmıştı. Türkiye’de toplumun çok büyük kesimini sarmalayan Kürt sorunundan Alevilerin sorunlarına, emekçilerin sorunlarından çevre sorununa kadar birçok konuda Blok milletvekillerinin Meclis içinde etkili bir mücadele yürütmesi bekleniyordu. Bu beklentiler başta Kürt sorunu olmak üzere tüm sorunların çözümü için umudu da beraberinde getirmişti.

AKP Hükümeti seçim sonuçlarında ortaya çıkan umudu ortadan kaldırmak ve mevcut sorunları derinleştirmek için elinden geleni yaptı. Her şeyden önce evrensel hukuk anlayışını ayaklar altında alarak halkın seçtiği, cezaevindeki (Çoğu Blok listesinden seçilmiş) milletvekillerinin tutsaklığını devam ettirdi. Öte yandan KCK adı altında yürütülen operasyonlarda BDP’nin siyasi kadroları ve onlarla birlikte Büşra Ersanlı, Ragıp Zarakolu ve Müge Tuzcuoğlu başta olmak üzere birçok akademisyen, gazeteci ve araştırmacı tutuklanarak cezaevine gönderildi. Böylece Blok çatısı altında demokrasi arayanlar sindirilmeye çalışıldı ve seçimlerin ardından oluşan umutlar bir başka bahara ertelendi. Ama umutları söndüren tüm baskılara rağmen demokrasiyi, barışı, özgürlüğü ve emekçilerin haklarını arayanlar HDK çatısı altında bir araya gelebildiler.

Ustalık döneminin Türkiye’de demokrasiye, barışa, özgürlüklere etkisi bu kadarla kalmadı. Devlet, Uludere’de 34 genç ve çocuk yaşta yurttaşı savaş uçaklarıyla bombalayarak öldürdü. Öte yandan başta Pozantı Cezaevi olmak üzere birçok cezaevinde büyük çoğunluğu taş attığı için tutuklanmış olan çocukların. cezaevi yönetimlerinin bilgisi dahilinde cinsel tacize maruz bırakıldıkları ortaya çıktı.

Ustalık döneminden etkilenenler sadece demokrasi, özgürlük arayışında olanlar değildi. Eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanan tüm yurttaşlar ustalık döneminden etkilendi. Önce sağlık hizmetlerinden yararlanmayı tamamen paralı hale getiren Genel Sağlık Sigortası (GSS) yürürlüğe girdi; daha sonrada eğitimde 4+4+4 sistemi getirildi. Bu sistem sayesinde eğitim bir taraftan piyasanın diğer taraftan da siyasal İslam’ın taleplerini karşılayacak biçimde yeniden düzenlendi. Bu düzenlemeyle yoksul ve emekçi çocuklarının bir taraftan meslek liselerine gönderilerek 9-10 yaşından itibaren çalıştırılmalarının yolu açılırken; diğer taraftan da çocukların çok küçük yaşta imam hatip liselerine yönlendirilmelerinin önü açıldı. Ayrıca ilk ve orta öğretim, dindar nesiller yetiştirmek üzere yeniden programlandı.

Başbakanın çıraklık, kalfalık döneminde olduğu gibi ustalık döneminden de en olumsuz etkilenen emekçiler oldu. Ulusal İstihdam Stratejisi adı altında getirilen düzenlemelerle birlikte emekçiler için güvencesizlik anlamına gelen esneklik uygulamaları daha da yaygınlaştırılmaya başladı. Güvencesiz çalışmanın sonucu olarak emekçiler daha düşük ücretle, daha yoğun çalışmak zorunda bırakıldılar ve iş cinayetleri giderek artmaya devam etti.

Ustalık dönemi içinde 12 Eylül 2010 referandumundaki vaatler doğrultusunda kamu emekçilerine grevsiz “sözde” toplusözleşme hakkı tanındı. Grev hakkı olmaması ve yandaş sendika girişimleri sonucunda işlevsiz bir toplusözleşme sürecinin zemini hazırlandı ve beklendiği gibi “sözde” toplusözleşme masasında son sözü söyleyen hükümet oldu. Bu dönemde hükümet örgütlenme özgürlüğünü engelleyen uygulamalarını sürdürürken, sendikal hak ihlalleri konusunda 12 Eylül darbe rejiminin de ilerisine geçerek grev yasaklarını yaygınlaştırmaya başladı.

Sadece insanlar değil doğa da ustalık döneminden nasibini aldı. Anadolu ve Trakya’da piyasanın insafına terke edilmemiş ne bir dere kaldı ne de orman. Dereler üzerindeki HES inşaatları son sürat devam ederken maden tekelleri ormanları yok etmeyi toprakları zehirlemeyi sürdürdü. İnsana, doğaya olumsuz etkileri kanıtlanmış olan nükleer santral ihaleleri de yine ustalık döneminde toplumun tepkisine rağmen altına en çok imza atılan belgelerden oldu.

Dış politikada da ustalık döneminin izleri belirgin biçimde ortaya çıktı. Türkiye uluslar arası kapitalizmin çıkarları doğrultusunda cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar çevresindeki ülkelerle ihtilafa girdi. Bir taraftan ülkeyi Suriye ile savaşın eşiğine getirirken diğer taraftan İran’a karşı tehdit oluşturacak (Kürecikte’ki füze savunma sistemi gibi) girişimlerde bulundu.

Ve nihayet ustalık döneminde hükümet, kamusal alanı kendi dünya görüşü ve benimsediği neoliberal politikalar doğrultusunda düzenlemekle de yetinmeyerek özel alana da müdahale etmeye başladı. Bu bağlamda kamusal alandaki düzenlemelerle de bağlantılı olarak bir taraftan ailelerin kaç çocuk yapmaları gerektiği üzerine düşünce beyan ederken diğer taraftan kadının bedeni üzerindeki tasarruf hakkına müdahale ederek kürtajı yasaklama çabası içerisine girdi.

Sözün özü: Ustalık döneminin daha birinci yılına gerçekleşenlere bakılırsa geriye kalan üç yılın sonunda memleketin ne hale geleceğini düşünebilmek bile çok zordur. Ancak toplumun sermaye dışında hemen herkesimi için olumsuz olan ve daha önemlisi yakın gelecekte ülkeyi yaşanabilir olmaktan çıkartabilecek ustalık icraatlarına karşı toplumsal tabanı en geniş biçimde oluşacak birleşik bir mücadeleye ihtiyaç vardır!

Hiç yorum yok: