10 Temmuz 2012 Salı

Milliyetçiliğin Gölgesinde Sendikalar-2

Bu yazı Tiroj Dergisi sayı: 57 / Temmuz-Ağustos 2012'de yayınlanmıştır.



Kapitalist üretim sisteminin rekabete dayalı yapısı korumacılığı, paylaşım savaşlarını ve sömürgeciliği kapitalizmin varlık koşulu haline getirmiştir. Bu koşulların tekil sermayeler tarafından gerçekleştirilmesi mümkün olamayacağı için burjuvazi, milliyetçilik ideolojisi temelinde ulus-devlet yapılanmasını gerekli görmüştür. Milliyetçilik, burjuvazinin ihtiyaçları doğrultusunda ulus-devletin inşasında temel yapı taşı olduğu gibi halklar arasında düşmanlık yaratarak hem savaşların meşrulaştırılmasını hem de toplumsal sınıf ayrılıklarının üzerinin örtülmesini sağlayan bir araç olarak da kullanılmıştır. Diğer kapitalist ülkeler gibi Türkiye’de de ulus-devletin inşa sürecinde homojen bir kimlik dayatılmış ve Ermeniler, Rumlar, Kürtler ve diğer kimlikler yok sayılarak, Türk milliyetçiliğine dayalı bir burjuva devrimi gerçekleştirilmiştir.


Kapitalizmin ürünü olarak ortaya çıkan ve halkları, emekçileri birbirine düşman edip ayrıştırmayı amaçlayan milliyetçilik, burjuvaziye karşı mücadelesinde işçi sınıfının önündeki en büyük engel haline gelmiştir. Bu engeli aşmak için dünyadaki tüm işçilerin birliğini amaçlayan “enternasyonalizm” düşüncesi savunulmuştur. 19. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşen ve bugün de geçerli olan birçok ekonomik, sosyal ve siyasal hakkın kazanılmasında işçi sınıfının enternasyonalizm düşüncesiyle gerçekleştirdiği mücadelelerinin önemli etkisi olmuştur. Ancak II. Enternasyonel’in dağılmasına da neden olan ulus-devletlerin savaşlarını destekleme anlayışıyla birlikte işçi sınıfı hareketi ve bu hareketin en temel araçlarından olan sendikalar, burjuva devletin çıkarlarını sınıfın çıkarlarının önünde tutmaya başlamıştır. Bu anlayışın bir sonucu olarak da sendikalar hızla sınıfın çıkarlarını savunmaktan uzaklaşıp, sistemin ideolojik aygıtları haline dönüşmüşlerdir.

Türkiye’de de sendikaların yasal olarak tanınması ve ardından Türk İş’in 1952 yılında kurulmasıyla birlikte kapitalist dünyadaki gelişmelerin de etkisiyle sendikalar, sınıftan kopuk, milliyetçi etkiler altında ve devlet güdümünde bir yapılanma içerisine girmişlerdir. Bunun istisnası olarak 1967 yılında kurulan DİSK, kapatıldığı 12 Eylül 1980 darbesine kadar sınıf ve kitle sendikacılığını benimsediğini ifade etmiş ve milliyetçiliğe karşı bir tavır izlemiştir.

12 Eylül darbe rejiminde DİSK kapatılmış, sendikal özgürlükler sınırlandırılmış ve sendikalar üzerindeki devlet denetimi arttırılmıştır. Öte yandan kapitalist ülke sendikalarının uluslararası örgütü olan ICFTU (Dünya Hür Sendikalar Konfederasyonu) küresel rekabeti gerekçe göstererek sendikaların ulusal sermayeleriyle uzlaşmasını öngören bir anlayışı kabul etmiştir. 1992 yılında faaliyetlerine yeniden başlayan DİSK de dahil olmak üzere Türkiye’deki sendikalar ICFTU’unun enternasyonalizmden tamamen uzak, uzlaşmacı –sosyal diyalogcu- sendikacılık anlayışını benimsemiştir.

Türkiye Emek Piyasasında Ayrıştırma ve Ötekileştirmenin Aracı Olarak Milliyetçilik

Sendikal özgürlüklerin sınırlandırıldığı, çalışma yaşamında kuralsızlığın yaygınlaştığı ve uzlaşmacı sendikal anlayışın geçerli olduğu bir süreçte Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden göçe zorlanan çok sayıda Kürt, ücretli işgücü olarak Türkiye emek piyasasına dahil olmuştur. Öte yandan 1990’lı yıllardan itibaren Doğu Bloku ülkeleri başta olmak üzere birçok ülkeden önemli sayıda yabancı göçmen işçi çalışmak için Türkiye’ye gelmiştir. İç ve dış göçlerle birlikte Türkiye emek piyasasında dil, din, ırk, etnik köken çeşitliliği artmıştır.

Kapitalist üretimin emek süreçlerine iç ve dış göçle gelen emekçilerin emek arzı içinde rekabeti arttırmasıyla yerli işçilerin sermaye karşısında pazarlık güçlerinin azalacağı ve çalışma koşullarının kötüleşeceğini düşünerek göçmen işçilere düşmanca bir tavır alması sıkça karşılaşılan bir durumdur. Bu nedenle özellikle ekonominin daraldığı ve işsizliğin arttığı kriz dönemlerinde düzenli bir işe ve gelire sahip emekçiler arasında milliyetçi düşünceler ve ötekileştirdikleri emekçilere yönelik düşmanlıklar artış gösterir.

Emekçiler arasında ayrıştırmaya ve hatta düşmanlığa kadar giden rekabeti engellemek ve dilini, dinini, ırkını, etnik kökenini ayırmadan sınıf dayanışmasını ve birliği sağlamak başta işçi sınıfının mücadele aracı olan sendikalara düşmektedir. Oysa işçi sınıfının haklarının topyekûn bir örgütlenme ve mücadeleyle sağlanabileceği yönünde bir algıya sahip olmayan sendikalar, kendilerine aidat ödeyen üyelerinin haklarını savunmak adına işçi sınıfının diğer unsurlarını kendilerine rakip olarak görebilmektedir. Bu durumda üyelerinin haklarını korumak adına sendikalar, zaten emek piyasasından en zayıf kesimi oluşturan ötekileştirilmiş işçilere karşı ırkçı/şoven bir yaklaşımla dışlama yoluna gidebilmektedir. Bu anlayışla hareket eden sendikalar ötekileştirilen işçileri ne üyeleri olarak mücadeleye katmakta ne de onların çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirmek üzere bir çaba harcamaktadır. Aksine bu tip sendikalar ötekileştirmeyi daha da derinleştirip bu işçilerin çalışma yaşamı içerisinde yer almasını engellemeye ve hatta zorla da olsa sınır dışı edilmelerini ya da kentlerden uzaklaştırılmalarını sağlamaya çalışmaktadır.

Buna karşılık emeğin kendi arasındaki rekabeti ortadan kaldırıp, birlik ve dayanışmayı sağlama işlevinin gereğini yerine getiren sendikalar ise dil, din, ırk, etnik köken farklılığı olan işçileri ötekileştirmek yerine mücadelenin yeni bir dinamiği olarak görmektedir. Bu anlayış içerisindeki sendikalar bir taraftan farklılıkları bulunan işçileri örgütlü yapılarının içerisine katmaya çalışırken diğer taraftan da bu işçilerin çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesini sağlayacak düzenlemeler için çaba harcamaktadır.

Türkiye’de hem dış göçle gelen yabancı işçiler hem de zorunlu göçle kentlere gelen Kürt’ler kendisini Türk olarak tanımlayan işçiler tarafından zaman zaman milliyetçi bir yaklaşımla ötekileştirilmektedir. Ayrıca Kürt sorununda devletin izlediği tutum Kürt’lere yönelik milliyetçi ayrıştırmayı daha da arttırmakta ve örgütlü işçi sınıfı içinde milliyetçi eğilimlerin ve Kürt düşmanlığının yükselmesine neden olmaktadır (Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu unsurları arasında yer alan ama kültürel kimlikleri ırkçı/şoven bir yaklaşımla görmezden gelinen Kürtlere yönelik ayrıştırıcı politikalar, Türkiye Cumhuriyeti kimliği taşımasına rağmen yabancı işçiler gibi Kürtlerin de ötekileştirilmesinin yolunu açmıştır).

Karşılaşmış olduğu ayrımcılık ve ötekileştirme yabancı göçmenlerin ve Kürtlerin emek piyasasının en dezavantajlı kesimi olmalarına yol açmaktadır. Yabancı göçmenlerin dezavantajlı kesimde yer almalarının başlıca nedeni kaçak durumda çalışmak zorunda olmalarıdır. Kürtlerin emek piyasasının en dezavantajlı kesiminde yer almalarının temel nedeni ise anadillerinde eğitim alamamalarıdır. Türkiye’de anadilde eğitimin devlet tarafından engellenmesi dil konusunu Kürt emekçilerin de en temel sorunu haline getirmektedir. Zira anadilinde eğitim alamayan Kürtler Türkçeyi okul çağında öğrenmek zorunda kalmakta ve anadilleri dışında bir dille aldıkları eğitimle de emek güçlerinin niteliğini arttırma olanağını bulamamaktadır. Kürt emekçilerinin düşük nitelikli işgücü olmaları en kötü işlerde en kötü koşullarda çalışmalarına yol açmaktadır. Bu bağlamda en güvencesiz, en düşük ücretle, en yoğun biçimde çalıştırılan ve iş kazaları ve meslek hastalıklarıyla da en sık karşılaşan kesim Kürtler ve yabancı göçmen işçiler olmaktadır. Emekçiler arasında ayrımcılık ve ötekileştirme burjuvazinin tarihsel süreçte emek maliyetlerini düşürme ve emeği denetimi altına almak için kullandığı bilinen yöntemdir. Bugün de Türkiye’de Kürtlere ve yabancı göçmenlere uygulanan ayrımcılık ve ötekileştirme politikası tarihteki işlevine uygun biçimde sermaye ve devlet tarafından teşvik edilmektedir.

Milliyetçi Ayrıştırma ve Ötekileştirme Politikaları Karşısında Sendikal Hareketin Tavrı

Sendikalar, emekçiler arasında yaratılan ayrışmayı ve rekabeti önleyip dayanışma içinde birlikte mücadeleyi amaçlaması gereken örgütlerdir. Ancak diğer birçok kapitalist ülkede olduğu gibi, Türkiye’de de sendikalar bu amacı, göz ardı etmektedir. Türkiye’de; işçi sendikalarının özellikle 1980’li yıllardan itibaren, sınıf yaklaşımından uzaklaşıp devlet ve sermaye ile uzlaşmayı benimsemişlerdir. Bu da sendikalarda hem devlet güdümünü arttırmış hem de işyeri/ücret sendikacılığına yönelmelerine yol açmıştır. Böylece işçi sendikaları ve konfederasyonların önemli bir bölümü, milliyetçiliği, sendikaların temel ilkesi ve hatta örgütlenme aracı haline getirmiştir. Milliyetçi ve kimi zaman ırkçı yaklaşımlar bazı sendikaların tüzüğüne bile yansırken, kimi sendikalar ise milliyetçi söylemleri bir örgütlenme stratejisi olarak kullanılmaktadır.

Milliyetçi söylemi tüzüğüne taşıyan sendikalara örnek olarak Türkiye’nin en fazla üyeye sahip işçi konfederasyonu Türk İş’i gösterebiliriz. Türk İş’in tüzüğünde belirtilen amaçlar arasında “…devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün zedelenmesini hedef alan faaliyetlerle mücadele eder.” ifadesine yer verilmektedir. Türk İş’e bağlı Türk Metal Sendikası da Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bölünmez bütünlüğü ve birliğini savunmayı; Uluslararası anlamdaki sendikal ilişkilerinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni ve Türk Milleti'ni küçük düşürücü, aşağılayıcı ve yıpratıcı her türlü eğilim ve girişimin şiddetle karşısında yer almayı, sendikanın temel amaç ve görevleri arasından saymıştır. Kamu emekçi örgütleri içerisinde en fazla üyeye sahip ikinci konfederasyon olan Türkiye Kamu Sen de tüzüğünde konfederasyonun amaçları arasında “…Devletin Ülkesi ve Milleti ile bölünmez bütünlüğüne, milli egemenliğe, insan haklarına demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti ilkelerine bağlı kalarak, faaliyet gösterir.” ifadesine yer verilmiştir.

Tüzüğünde açık biçimde milliyetçi bir yaklaşıma yer vermiş olmasa da Türkiye’de sendikaların gerek yabancı göçmen işçilere gerekse Kürt işçilere ve Kürt sorununa yönelik yaklaşımlarına bakarak milliyetçi bir anlayışa sahip olduklarını söylemek mümkündür. Örneğin Kürt işçilerin en temel sorunu olan anadilde eğitim ya da Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgeleri “Çinleştirme” projesinin bir parçası olarak gündeme getirilen bölgesel asgari ücret uygulamasına karşı sendikaların çok büyük bölümü tepkisiz kalmaktadır. Ayrıca Kürt’lerin ekonomik, siyasal ve kültürel haklarının savunulması ve daha geniş bir ifadeyle Kürt sorununun barışçıl yollarla çözümünde sendikalar ortaya açık bir irade koymamaktadır.

Kürtlere yönelik ayrıştırma ve ötekileştirme ile Kürt sorununun çözümünde irade ortaya koyabilen tek sendikal örgüt KESK olmuştur. KESK Tüzüğünde: “Savaşsız ve sömürüsüz bir dünya amacıyla; ülkede ve dünyada savaşa karşı kalıcı barışın yaratılması, tüm ulusların eşit ve özgürce geleceklerini belirleyebilmelerinin ve evrensel insan haklarının önündeki engellerin kaldırılması, faşizme karşı demokrasi, emperyalizme karşı bağımsızlık, baskılara karşı özgürlük, ırkçılığa ve şovenizme karşı halkların kardeşliği için mücadele etmeyi;” temel amaçlarından biri olarak belirlemiştir. KESK’in içerisinde diğer etnik kökenlere mensup üyeler gibi Kürtler de (Türkiye’nin hemen her bölgesinde) kendilerini ifade edebilme olanağı bulabilmekte ve yönetim kademelerinde yer alabilmektedir. Öte yandan KESK, başta anadilde eğitim olmak üzere Kürt sorununun barışçıl yollardan çözümü için de çaba göstermektedir. Ancak KESK’in bir sendika olmanın gereği olarak yerine getirdiği bu yaklaşım nedeniyle, siyasi iktidar tarafından baskı altına alınmaya çalışılmakta ve hatta diğer bazı sendikalar tarafından da ırkçı/milliyetçi olmadığı için eleştirilmektedir.

Kürt sorunundaki tavrı nedeniyle KESK’e yönelik baskıların en sonuncusu bu yazı kaleme alındığı sırada gerçekleşmiş ve KESK’in genel başkanı dahil olmak üzere 70 dolayında yönetici ve üyesi göz altına alınmıştır. Sendikal faaliyetleri nedeniyle böylesine yoğun baskılar altında kalan bir örgütün iç dayanışması son derece önemlidir. Ancak en az bunun kadar önemli olan diğer sendikal yapıların KESK’in karşı karşıya kaldığı baskılara yönelik tavrıdır.

Türkiye’de sendikaların KESK’e yönelik baskı sürecinde izlediği tavrın yanı sıra işçi sınıfı içinde düşmanlığı körükleyen ve ayrıştırmaya neden olan milliyetçilik karşısında izleyeceği tutum da son derece önemlidir. Zira işçi sınıfının mücadelesinin önündeki en büyük engel olan milliyetçilik karşısında net bir tavır sergileyemeyen sendikaların sınıfın örgütü olabilmeleri mümkün değildir. Milliyetçilikle arasına mesafe koyamamış ve hatta milliyetçiliğe karşı mücadeleyi amaç edinmemiş olan sendikalar, sermayenin ve siyasi iktidarın kendini yeniden üretme görevini üstlenmiş ideolojik aygıtları durumuna düşmüşlerdir. Bu tür sendikaları sınıf mücadelesinde işçi sınıfının içindeki “truva atı” olarak değerlendirmekten başka çare yoktur(!)

Hiç yorum yok: