6 Haziran 2013 Perşembe

Gençlik ve direniş


ÖZGÜRCE
07/06/2013
Gezi Parkı’ndan başlayıp, tüm ülkeye yayılan ve toplumun desteğini alan direniş üzerine hemen her kesimin ortaklaştığı konu bu beklenmedik direnişin doğru okunması gerektiğidir. Siyasetçiler de gazeteciler de bilimciler de bu direnişin Türkiye’nin geleceği üzerinde belirleyici olacağının bilincindedir. Bu durum başlı başına önemlidir; çünkü Türkiye’de çok uzun yıllardır Kürtler dışında devletin baskısına direnerek sokakta sesini yükseltebilen olmamıştır. Bu nedenle siyaset üzerinde belirleyici olan aktörler Kürt hareketinin verdiği ses dışında sokaktan gelen sese itibar etme ihtiyacı duymamıştır. Gezi Parkı direnişinin başlarında da bu yaklaşım geçerli olmuş, birkaç sanatçı ve milletvekilinin desteklediği, orta sınıfa mensup bir avuç çevreci gencin en gelişkin silahlarla donatılmış polis karşısında direnebileceği ve bunun tüm ülkeye yayılan bir halk hareketine dönüşeceği kimsenin aklına gelmemiştir.

Gezi direnişinin en belirleyici özelliği kendiliğinden oluşmuş örgütsüz bir gençlik hareketi olmasıdır. Yıllardır şoven, ırkçı bir müfredatla itaatkâr bir nesli hedefleyen eğitim sistemine ve onca polisiye baskıya rağmen bu gençlerin böylesine kararlı bir direniş göstermesi başta iktidar ve bu gençlerin aileleri olmak üzere herkesi şaşırtmıştır.

Peki, hemen herkesi şaşkına çeviren bu öfkeli ama itidalli ve olgun gençlik direnişi kimse bilmeden kimse görmeden nasıl oluşmuştur?

Çok özetle, Türkiye’nin son 30 yılında uygulanan yapısal uyum programının devamı olan ve 10 yıldır AKP tarafından uygulanan politikaların gençliği isyana iten koşulları oluşturduğunu söyleyebiliriz.

Geçen 10 yıla şöyle hızla baktığımızda AKP’nin eğitimden sağlığa, sosyal güvenlikten istihdam politikalarına kadar getirdiği düzenlemelerin hedefinde gençler vardır. Gençlerin sokağa, direnişe iten nedenleri en genel haliyle şöyle özetlemek mümkündür:

Eğitim sistemi, çocukları, gençleri geleceğin sahibi olacak insanlar olarak görmek yerine tamamen piyasanın ihtiyaçları doğrultusunda oluşan bir anlayışla, okulları sermayeye itaatkâr işgücü yetiştirme alanları haline getirmiştir. Öte yandan yükseköğretim dahil olmak üzere her düzeydeki eğitim kurumları gençleri öğrenci değil, üzerlerinden para kazanılacak müşteriler olarak görmeye başlamıştır.  

Çocukluklarının ilk yıllarından itibaren birbirleriyle yarışmaya/rekabete zorlanan gençler, çocuklularını ve gençliklerini yaşamadan hazırlanmaya zorlandıkları sınavlardaki sahtekârlıklara tanık olmuşlardır. Buna karşı gösterdikleri tepkiler yok sayılmış ve bu gençlerle alay edercesine bu sahtekârlık iddialarının hedefindeki ÖSYM başkanı görevini sürdürmeye devam etmiştir.

Çalışma yaşamındaki düzenlemeler ve yasalarla esnek ve güvencesiz bir çalışma ortamı yaratılmıştır. Özellikle çalışma yaşamına yeni girecek gençler, hangi eğitim düzeyine ve hangi mesleğe sahip olursa olsun işsizlik tehdidiyle, son derece düşük ücretlere güvencesiz olarak çalıştırılmaktadır. Bu koşullarda gençlerin geleceğe güvenle bakabilmeleri olanaksız hale gelmiştir. Gençler kendileri için gelecek kurmak bir tarafa uzun yıllar ailelerine muhtaç durumda bırakılmışlardır.

5510 sayılı yasayla 18 yaş sonrasında gençlerin sağlık hakkı GSS primi ödeme koşuluna bağlanmış; ayrıca 65’e çıkartılan emeklilik yaşı nedeniyle gençlerin emekli olabilmeleri olasılığı büyük ölçüde ortadan kalkmıştır.
Gençleri değersizleştiren; gelecekleri konusunda umutsuzluğa düşürülmesinden ve tepkileri açığa vurmanın tüm demokratik yollarının kapatılmasından bu koşulların nedeni olan politikaların temsilcisi konumundaki AKP hükümeti birinci derecede sorumludur. AKP hükümetinin gençlere ve bu arada emekçilere nasıl baktığını T.C. Başbakanlık Yatırımı Destek ve Tanıtım Ajansı’nın web sayfasındaki şu pasaj son derece açık biçimde ortaya koymaktadır(*):  

“Türkiye, genç ve dinamik bir nüfusa sahiptir ve iş ahlakı Türk iş kültürünün önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Bireylerin becerilerini kullanmalarına ve kendilerini geliştirmelerine olanak sağlaması nedeniyle, çalışma hayatı ve iş yeri Türkiye’de özel bir yere sahiptir. Ülkenin yüksek verimliliği, işe devamsızlık oranının düşüklüğü ve yıllık çalışma saatlerinin en üst seviyelerde olması, iş gücünün sadakatinin bir göstergesi konumundadır.”

Gençlerin isyanına neden olan koşulların oluşmasından sadece sistemi ve hükümeti sorumlu tutmak yeterli değildir. Yukarıda sıraladığım koşulların oluşması sürecinde başta sendikalar ve üniversiteler olmak üzere yeterli direnci göstermeyen herkesin, her kurumun sorumluluğu vardır. 5510 Sayılı SSGSS’nin yasalaşma sürecinde hükümetin mevcut çalışanları uygulama dışında tutarak bir nevi rüşvet vererek tepkileri dindirmesi bunun en çarpıcı örneğidir. Öte yandan 4+4+4 eğitim sisteminin yasalaşma sürecindeki duyarsızlık da bu konudaki önemli örneklerden biridir.

Gezi direnişinde gençliğin isyanını anlamaya çalışırken bunun Kürtlerin on yıllardır sürdürdüğü ulusal mücadeleden bağımsız olduğunu düşünmemek gerekir. Bir ülkede halkların siyasal ve kültürel haklarının tanınmadığı anti-demokratik bir düzen varsa o ülkenin geri kalanının demokratik bir düzende, refah içerisinde bir yaşam sürmesi beklenemez. Bu bağlamda gençliğin öncü olduğu Kürt hareketinin direnişi hem örnek olmuştur, hem de bu hareketin başarısı, Türkiye’de demokrasi mücadelesinin önünü açmıştır.

Kürt gençlerin ve Kürt olmayan gençlerin tüm ırkçı, şoven ve düşmanlaştırıcı politikalara rağmen bugün bir arada ortak hedefe karşı bir demokrasi mücadelesi yürütüyor olması son derece anlamlıdır. Zira Türkiye’nin gerçek bir demokrasiye ulaşması ve barışın kalıcı hale getirmesi için bundan başka da çare yoktur(!)

(*)http://www.invest.gov.tr/tr-TR/investmentguide/investorsguide/Pages/DemographyAndLaborForces.aspx

Hiç yorum yok: