26 Eylül 2013 Perşembe

Demokrasi paketle değil mücadeleyle gelir

ÖZGÜRCE
27/09/2013

Demokrasinin siyasi iktidarın kapılı kapılar ardında bir başına hazırladığı bir pakete sığmayacağı aşikârdır. Başbakan’ın 30 Eylül’de açıklayacağını duyurduğu bu paketin tek olumlu yönü Türkiye’de demokrasinin olmadığının 11 yıldır iktidarda olan AKP tarafından da kabullenilmiş olmasıdır. Peki, 11 yıllık iktidarı boyunca demokrasi adına bir şey yapmayıp da birden demokrasinin olmadığını itiraf ederek, bir şeyler yapma (ya da yapıyor gözükme) gayretinin esbabı mucizesi nedir?

Türkiye’de siyasi iktidarların demokrasi konusunda adım atması genellikle uluslararası mevzuata uyum içindir. Örneğin 1946’da çok partili yaşama geçiş ve sendika yasağının kalkması ya da 2001 yılında kamu emekçilerine sendika hakkının tanınması gibi demokratikleşme adımları büyük ölçüde uluslararası âlemin dayatmaları sonucunda atılmıştır. Bu adımlar burjuva demokrasisinin sınırları içinde kalmış ve genellikle de göstermelik olmanın ötesine geçememiştir. Bugün gündeme gelen demokratikleşme tartışmaları geçmişteki örneklerden biraz farklıdır. Zira bugün Hükümete demokrasinin olmadığını kabul ettirten ve adım atmaya (ya da adım atar gözükmeye) zorlayan uluslararası âlem değil, antidemokratik düzenin mağduru olan ve demokratik hakları için yıllarca mücadele etmiş olan Kürtlerdir.

Kuşkusuz Türkiye’de demokrasiye ihtiyaç duyan sadece Kürtler değildir. Ama demokratik talepleri için yürüttükleri mücadeleyi bir halk hareketine dönüştürmeyi başarabilen Kürtler olmuştur. Ne ironiktir ki bugüne kadar Kürtlerin demokratik taleplerinin karşısına Kürtler gibi demokratik haklardan yoksun toplum kesimleri çıkartılmıştır. Bunların başında da emeğiyle geçinen işçiler, emekçiler gelir. Demokrasinin, barışın, Kürt sorununda çözümün konuşulduğu bir dönemde bile İstanbul’da Bağcılar’dan, Ankara’da Eryaman’dan daha önceki haftalarda (evrensel.net’in 24 Eylül’de derlediği haberde yer aldığı üzere) Erzurum’dan, Giresun’dan, Silivri’den, Ümraniye’den ve Ege, Akdeniz, İç Anadolu’nun birçok ilinden, ilçesinden Kürt işçilere saldırılar düzenlendiği haberleri gelmiştir.

En az Kürtler kadar demokrasiden yoksun, sistemin acımasız çarkları arasında ezilen emekçi yığınların Kürtler ve onların demokratik talepleri karşısında dikilmelerine karşılık emeği, doğayı sömüren, bunlar üzerinden servetlerine servet katan sermayedarlar ve onların örgütleri (örneğin TÜSİAD) Kürtlerin demokratik taleplerini çok daha kolaylıkla kabullenmekte ve bu yönde atılacak adımları desteklemektedir. Hal böyle olunca da demokrasi adına atılacak her bir adımda beklentiler birbiriyle çelişirmiş gibi bir algı ortaya çıkmaktadır.

Karnını doyuracak bir işi kaybetmemek için iş kazası riskinin çok yüksek olduğu bir işte yaşamı pahasına çalışmak zorunda kalan bir işçinin; köyüne yapılan HES nedeniyle toprağını, suyunu kaybeden bir köylünün; ana dilinde eğitim almak isteyen ve kamusal alanda ana dilinde kendini ifade etmek isteyen bir Kürt’ün; Sünni mezhebin dayatmalarına karşı çıkıp, ibadetini yerine getirmek için cemevi isteyen Alevinin, inancı gereği başını örttüğü için kamusal alandan dışlanan kadının demokrasiden beklentileri birbiriyle gerçekten çelişmekte midir?

Toplumun farklı kesimlerinin demokrasiden beklentileri birbirinden çok farklı(imiş) gibi gözükse de özü itibarıyla biriyle çelişkili değildir. Örneğin Kürtlerin siyasal ve kültürel haklarını elde etmelerinin işçilerin çalışma koşullarını daha da kötüleştireceği ya da Alevilerin, köylülerin, inançlarının gereğini yerine getirmek isteyenlerin taleplerinin engelleyeceği söylenebilir mi? Bu farklı imiş gibi gözüken toplum kesimlerinin çıkarları birbiriyle çelişkili değildir, bir kesim özgürlük alanı diğer bir kesimin özgürlük alanını ihlal etmez. Tam tersine bu toplum kesimlerinin demokrasi talepleri birbirini destekler. Kaldı ki her kesimin kendi demokrasi talebiyle yürüttüğü mücadele diğer kesimlerin mücadelelerinin de önünü açar. Bunun en açık örneği, Kürt hareketinin yürüttüğü mücadelenin ve bu mücadeleyle sağlanan çözüm sürecinin diğer toplum kesimlerinin de demokrasi taleplerini daha yüksek sesle ifade etmeye başlaması ve bunun Gezi direnişiyle bir mücadele sürecine dönüştürmesine yaptığı katkıdır.

Sözün özü: Mücadele etmeden iktidarın lütfettiği bir demokrasinin toplumun ihtiyaçlarını ve beklentilerini karşıladığının dünya üzerinde bir örneği yoktur. Demokrasinin olmadığını iktidarın da kabullendiği bir ortamda değerlendirilmesi gereken, bütün ayrıştırma çabalarına karşın tüm kesimlerin ihtiyacını karşılayacak bir demokrasi için mücadeleleri ortaklaştırmaktır.

Hiç yorum yok: