6 Eylül 2013 Cuma

Türk-İş'in başkanı mı değişmiş?


ÖZGÜRCE
06/09/2013


Bugün yazımıza bir soruyla başlayalım: 
Türkiye’nin en fazla üyeye sahip işçi konfederasyonunun başkanıyla genelkurmay başkanı arasında nasıl bir ilişki kurulabilir?

İşçi sınıfını temsil eden bir örgütün başındaki kişiyle devletin ordusunun başındaki kişiyi ilişkilendirme çabasını “saçma” bulmuş olabilirsiniz. Zira devletin egemenliğini korumakla mükellef olan ordu ile bu egemenliğe karşı işçi sınıfının mücadele aracı olan sendikaların başındakileri ilişkilendirmek gerçekten saçmadır; ama demokrasinin geçerli olduğu bir ülke için. Söz konusu Türkiye olunca işler değişir haliyle…


Önce bir önemli farklılığı belirtmek gerekir: Türkiye’de kamuoyu her dönemde genelkurmay başkanlarını sendika başkanlarından daha çok önemsemiştir. Bunda ordunun siyaset üzerindeki belirleyiciliğinin her zaman sendikalardan daha fazla olmasının katkısı olduğuna kuşku yoktur. Yakın zaman kadar siyasi iktidarlar ordunun vesayeti altında iken darbe dönemlerinden gelen anlayışla sendikalar halen terör örgütü gibi görülmüş, gösterilmiştir. Öte yandan sendikaların sınıfın çıkarları için mücadele yerine, sermaye ve devletle uzlaşı içinde emekçilerin haklarını ortadan kaldıran politikaları meşrulaştırma işlevini üstlenmesi, sendikalara güveni ve beraberinde de örgütlülüğü zayıflatmıştır.


AKP, -11 yıllık iktidarında yaptığı en hayırlı iştir- ordunun siyaset üzerindeki vesayetini önemli ölçüde ortadan kaldırmıştır. Siyasi aktör olmaktan çıkan ve sadece askeri bürokrasinin bir parçası haline gelen komutanlar, sivil bürokratlar gibi yasalarla tanımlanan işlerini yapmakla mükellef hale gelmiştir. Dolayısıyla kamuoyunun da genelkurmay başkanı ve komuta kademesine yönelik ilgisi azalmıştır.


Ordunun siyaset üzerindeki vesayetini ortadan kaldırıp, komuta heyetini bürokratik işlevlerine geri döndürmenin demokrasi açısından olumlu bir adım olduğunu inkâr etmek mümkün değildir. Ancak toplumun çok önemli bir kesimini oluşturan emekçilerin sınıf örgütü olan sendikaların siyasete doğrudan müdahale etmesi gereken bir aktör haline gelmesinin demokrasinin vazgeçilmez ilkesi olduğu da unutulmamalıdır. Özellikle küreselleşme ve esnekleşmenin geçerli hale geldiği 1970’li yıllar sonrasında sendikalar, emekçiler adına siyasete müdahale etmek yerine yukarıda da değinildiği gibi kapitalizmin en vahşi hali olan neoliberalizmin politikalarını meşrulaştırma işlevi görmüşlerdir. Dünyadaki bu gelişmelerin yanı sıra Türkiye’de bir de doğrudan işçi sınıfını hedef alan 12 Eylül darbesiyle karşılaşan sendikalar, siyaset üzerinde belirleyici aktör olmaktan tamamen uzaklaşmıştır.


AKP, sendikaların bu zafiyetlerini iyi değerlendirmiş, bir taraftan iktidarını ordunun vesayetinden kurtarırken, diğer taraftan işçi sınıfının örgütü olan sendikaları kendi vesayeti altına almaya çalışmıştır. İşçi sendikaları içerisinde en fazla üyeye sahip konfederasyon olan Türk İş, AKP’nin vesayet altına almaya çalıştığı sendikalar içinde öncelikli hedef olmuştur. Türk İş diğer sendikal yapılar gibi sendika içi demokrasinin son derece zayıf olduğu ve bürokratikleşmiş merkeziyetçi bir örgüttür. Öte yandan Türk İş, kuruluşundan itibaren devletle yakın ilişki içinde olmuş, darbe rejimlerinde bile bu yakınlığı bozmamıştır. Dolayısıyla AKP’nin Türk İş üzerinde vesayet kurması ve sıkça kullanılan tabirle “arka bahçe” haline getirilmesi son derece kolay olmuştur. Türk İş, AKP hükümetlerinin emek düşmanı politikalarına karşı hiçbir mücadele yürütmediği gibi işçi sınıfında tepkinin yükseldiği TEKEL direnişi ve benzeri eylemlilikleri sonlandırmak için büyük gayret sarf etmiştir.   


6 yıldır Türk İş’in başında bulunan zat-ı muhterem geçen hafta istifa etmiştir. Türkiye’nin en büyük konfederasyonunun başında kimin olduğundan sadece genel kamuoyu değil, emekçiler ve hatta Türk İş üyelerinin bile büyük kısmı bihaberdir. Dolayısıyla Türk İş başkanının istifası ve yerine kimin geleceğini emekçilere hitap eden birkaç gazete ve televizyon dışında basın da ilgi göstermemiştir. Tıpkı artık genelkurmay başkanı ve ordunun komuta kademesindekilere ilgi göstermediği gibi…


Sözün özü: Siyasi iktidarın vesayeti altına girmek ve yönetim kadrosunun bürokrasi içerinde faaliyet yürütmesi ve toplumun ilgisinden uzak kalması ordu söz konusu olduğunda demokrasi adına olumlu kabul edilebilir bir durumdur. Ancak işçi sınıfının mücadele örgütü olan sendikalar, siyasi iktidarın vesayeti altına girmiş; yönetimi bürokratikleşmiş ve emekçilerin dahi ilgisinden uzak kalmışsa demokrasi adına durum vahimdir. Türkiye’nin gerçek anlamda bir demokrasiye ulaşabilmesi, büyük ölçüde sendikaların vesayetten ve bürokratik yapıdan kurtulabilmesine bağlıdır. Sendikaların üzerindeki vesayet ve bürokrasiyi kırmanın tek yolu ise emekçilerin ekmek ve demokrasi için örgütlenmeleri ve sendikalarına sahip çıkmalarıdır.

Hiç yorum yok: