31/10/2014
1830’da Fransa’da Lyon dokuma işçileri insanlık dışı yaşam koşullarına karşı “Çalışarak Yaşamak ya da Savaşarak Ölmek” sloganıyla büyük bir direniş gerçekleştirdi. İşçiler, burjuva sınıfına karşı çalışma ve yaşam koşullarını düzeltmek için ölümüne savaşmayı göze almışlardı. Bu direniş ve bu slogan, işçilerin birbirleriyle rekabet etmek yerine çıkarları ortak bir sınıfın mensubu olduklarını, burjuvaziye ve dolayısıyla kapitalist düzene başkaldıracak bir siyasal perspektife ulaştıklarını gösteriyordu. İşçilerin sınıf bilinciyle mücadeleye girişmesinden burjuvazi çok korktu; işçiler katledilerek, sürgüne gönderilerek direniş bastırılmaya çalışıldı. Ama artık ok yaydan çıkmış emekçiler, sömürü düzeniyle ancak birlikte yürütecekleri mücadeleyle baş edebileceklerini öğrenmişlerdi. Lyon’dan sonra işçi direnişleri kısa zamanda diğer ülkelere de yayıldı ve 1848 devrimleriyle birlikte işçi sınıfı devrimci bir güç olarak tarih sahnesine çıktı. 19. yüzyıl sonlarına kadar devrimci karakterini koruyarak sürdürdüğü mücadelesiyle işçi sınıfı çok önemli haklar elde etti. 20. yüzyılla birlikte işçi sınıfı içinde revizyonist eğilimlerin baskın hale gelmesine rağmen, birlikte mücadele iradesinin gösterilebildiği dönemlerde kazanımlar sürerken, mücadelenin zayıfladığı dönemlerde kazanılmış haklar kaybedilmeye başladı. Ancak en zayıf döneminde bile işçi sınıfı, burjuvazinin kabusu olmaya devam etti. Çünkü kapitalizm ve burjuvazi işçi sınıfının sırtında varlığını sürdürmeye, palazlanmaya devam ediyordu ve bu sistem için en büyük tehdit hâlâ işçi sınıfının mücadelesiydi.
Türkiye kapitalizme geç eklemlenen bir ülke olarak kapitalist sömürüyle Avrupa’daki işçilerden daha sonra tanıştı. Türkiye işçi sınıfı birlikte mücadele iradesi gösterebildiği ölçüde Avrupa işçi sınıfının kazanımlarından yararlandı.1970’li yıllarla birlikte küreselleşen dünya ekonomisi içinde -ucuz emek pazarı olarak- kendisine yer arayan Türkiye’de 12 Eylül 1980’de işçi sınıfının kazanımlarına büyük bir darbe indirildi. Bu darbeyle örgütlü gücünü önemli ölçüde kaybeden Türkiye işçi sınıfı, çalışma standartları ve sosyal hakları geriye götüren düzenlemelere karşı direnç gösteremedi. Özellikle AKP’nin iktidarda olduğu son 12 yılda emek piyasasının çok önemli bölümünde esnek çalışma düzeni hakim oldu; iş güvencesi, sosyal güvence ortadan kalktı. Neoliberal politikalarla tamamen piyasanın güdümüne giren devlet, mevcut yasalarda yer alan denetim görevini yerine getirmediği gibi haklarını savunan emekçileri -şiddet uygulayarak- baskı altına aldı. Öte yandan sendikal hak ve özgürlükler engellendi ve sendikaların önemli bir kısmı bürokratikleşti, işçi sınıfından koptu, sermayeye ve siyasi iktidara bağımlı hale geldi.
Sonuç olarak, 2010’lu yılların Türkiye’sinde çalışma koşullarının, kapitalist sömürünün en vahşi dönemi olan ve Lyon işçilerini -ölümüne- direnişe yönelten koşullardan farkı kalmadı. Şüphesiz sömürünün en vahşi hali, işçilerin çalışırken ölmekle açlıktan ölmek arasında bir tercihe zorlanmalarıdır. Türkiye’de bugün madencilikten inşaata, gemi üretiminden makine imalatına, sağlıktan temizlik hizmetlerine kadar birçok alanda emekçiler bu iki ölüm biçiminden birine rıza göstermek zorunda bırakılmaktadır. Ölümlerden ölüm beğenmeye zorlanan emekçilerin ülkesi haline gelen Türkiye’de karnını doyurmak için öleceğini bilerek çalışmak zorunda kalan milyonlarca işçinin her ay ortalama 150’si iş cinayetlerinde katledilmekte, binlercesi yaptıkları işler nedeniyle hastalanarak yaşamını yitirmektedir. İzlediği ekonomik program ve emekçilere yönelik baskıların sonucu olarak AKP’nin 12 yıllık iktidarında sadece iş cinayetlerinde 14 bin işçi katledilmiştir.
Lyon işçileri,önlerine konulan ölümüne çalışmak ya da açlıktan ölmek seçeneklerinden ikisini de reddederek kendilerine ölümü dayatan sisteme karşı savaşma yolunu seçmişlerdi. Tarih, Lyon işçilerini haklı çıkarttı ve işçi sınıfının yaşamak için mücadele etmek zorunda olduğunu; mücadele ettiğinde de insanca çalışma ve yaşama koşullarını elde edebildiğini gösterdi. Türkiye’de bugün emekçilerin önüne konulan seçenekler, yaklaşık 200 yıl önce Lyon işçilerinin önüne konulandan farklı değildir. Madenlerde, inşaatlarda, tersanelerde, hastanelerde, atölyelerde her gün ölümle burun buruna çalışmak zorunda bırakılan Türkiye işçi sınıfının da ölümlerden ölüm beğenmek yerine yaşamak için savaşmaktan (Mücadele etmekten) başka seçeneği kalmamıştır.
Lyon işçileri,önlerine konulan ölümüne çalışmak ya da açlıktan ölmek seçeneklerinden ikisini de reddederek kendilerine ölümü dayatan sisteme karşı savaşma yolunu seçmişlerdi. Tarih, Lyon işçilerini haklı çıkarttı ve işçi sınıfının yaşamak için mücadele etmek zorunda olduğunu; mücadele ettiğinde de insanca çalışma ve yaşama koşullarını elde edebildiğini gösterdi. Türkiye’de bugün emekçilerin önüne konulan seçenekler, yaklaşık 200 yıl önce Lyon işçilerinin önüne konulandan farklı değildir. Madenlerde, inşaatlarda, tersanelerde, hastanelerde, atölyelerde her gün ölümle burun buruna çalışmak zorunda bırakılan Türkiye işçi sınıfının da ölümlerden ölüm beğenmek yerine yaşamak için savaşmaktan (Mücadele etmekten) başka seçeneği kalmamıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder