07/11/2014
Katliam halini alan toplu iş cinayetleri arka arkaya gelince, akıllara hemen bu iş cinayetlerinin nasıl önlenebileceği sorusu geliyor ve iş cinayetlerine karşı hangi taleplerin yükseltilmesi gerektiği üzerine kafa yorulmaya başlıyor. İşçi katliamı en son hangi sektörde olmuşsa genellikle o sektördeki çalışma biçimleri sorgulanıyor. Madende bir katliam olmuşsa madenler, inşaatta katliam olmuşsa inşaatlar ya da mevsimlik işçiler katledilmişse mevsimlik işçilik üzerinde duruluyor. Katliamın sorumlusu olarak görülen patron, devlet, siyasi iktidar ve yasal mevzuat masaya yatırılıyor. Kimi partiler, meslek odaları ya da sayısı bir ikiyi geçmeyen sendika (Sendikaların çoğu iş cinayetleriyle ilgilenmezler) söz konusu katliam üzerine raporlar hazırlıyor, taleplerini kamuoyuyla paylaşıyor ve illa ki “Bu işin peşini bırakmayacağız” açıklamaları yapıyor. Katliamın üzerinden belirli bir süre (Katliamın büyüklüğüne göre değişir) geçtikten sonra raporlar da talepler de takipçi olma sözleri de unutulup gidiyor; ta ki yeni bir katliamın haberi gelene kadar…
Oysa toplu halde olmasa da iş cinayetleri, her gün en az 5-6 işçinin yaşamını almaya devam ediyor. Toplumun bir bölümü basının yansıtmaması ve gündemine almaması nedeniyle iş cinayetlerinden bihaber; yanında, yakınında birisinin başına gelmemişse iş cinayetini dert edinmiyor. Emekçileri ve dolayısıyla iş cinayetlerini dert edinenlerin önemli kısmı ise bir süre sonra bu cinayetleri kanıksamaya başlıyor, vaka-i adiyeden görüyor ve toplu olarak gerçekleşmedikçe tepki bile göstermiyor, gündemine almıyor.
İş cinayetleri, nedenlerini ortadan kaldıracak bir mücadele iradesi ortaya konulmadan, sadece toplu ölümler olduğunda refleks gösterilerek çözülebilecek bir sorun değildir. Türkiye’nin iş cinayetlerinde dünya sıralamasının en önlerinde olmasını, demokrasi düzeyinin göstergesi olarak da okumak gerekir. Evet, iş cinayetleri demokrasinin göstergesidir; üretim sürecinde (işyerinde) ve buna bağlı olarak toplumsal yaşamda demokrasi sağlanmışsa seri iş cinayetleri yaşanmaz. İş cinayetlerinin kurbanı olan işçilerin hemen tümü çalıştıkları koşullarda başlarına böyle bir olayın geleceğini bilmelerine rağmen -bazılarının iddia ettiği gibi cehaletten değil- işsiz kalmak korkusuyla ses çıkartamamakta ölümü göze alarak çalışmaya mecbur kalmaktadır. İşçiler, bu dayatma karşısında güvenceli ve güvenli çalışabilmek için örgütlenmek istediklerinde veya sokağa çıkıp seslerini duyurmaya çalıştıklarında ise devletin şiddetiyle karşılaşmaktadır. Yani patronlar işçiyi sınırsız biçimde sömürebilsin diye devlet, işçilerin yaşam haklarını dahi savunmalarına izin vermeyerek işçinin elini kolunu bağlamaktadır.İşte bu despot düzen değişmediği sürece iş cinayetleri önlenemeyecek, despotizme karşı demokrasi mücadelesi içerisinde yer almayanların iş cinayetlerini önlemek konusunda söylediklerinin, yaptıklarının da hiçbir hükmü olmayacaktır.
Türkiye’de demokrasi sorununu uygulanan ekonomik politikalardan ayrı düşünmek mümkün değildir. Türkiye’de demokrasiye indirilen en büyük darbe 12 Eylül’dür. 12 Eylül darbesi, 24 Ocak (1980) karalarıyla tercih edilen neoliberal ekonomi politikalarını yaşama geçirmek için gerçekleştirilmiştir ve 34 yıldır bu politikaların uygulanabilmesi için darbe rejimi sürdürülmektedir. AKP, 12 yıllık iktidarı döneminde darbe rejiminin despotizmini daha da ileriye taşımış ve emekçiler üzerinde kurduğu baskı sayesinde neoliberal politikaları “başarıyla” uygulayabilmiştir. Bunun sonucu olarak da 12 yıllık AKP döneminde
-belirlenebildiği kadarıyla- 14 bin 500 dolayında işçi, ekmeği için çalışırken iş cinayetlerinin kurbanı olmuştur.
-belirlenebildiği kadarıyla- 14 bin 500 dolayında işçi, ekmeği için çalışırken iş cinayetlerinin kurbanı olmuştur.
Madem ki iş cinayetleri demokrasi yoksunluğunun bir sonucudur; o halde bu cinayetleri engelleyebilmek için her şeyden önce Türkiye’de demokrasi mücadelesini yükseltmek gerekir. Demokrasi, toplumsal sınıflar arasındaki güç dengesine bağlıdır. Kapitalist toplum düzeninde işçi sınıfı güçlü bir mücadele ortaya koymadıkça demokrasi sağlanamaz. Zira işçileri ölümüne çalışmaya zorlayan despotizm, sermaye sınıfının emekçiler üzerinde tahakküm kurma çabasının bir sonucudur. Bu tahakkümü kırarak demokratik bir düzene ulaşmak için ise ancak sınıf perspektifli bir mücadele gerekir. Diğer bir söyleyişle neoliberal politikalara (Kimi liberal sol ve sosyal demokratların savunduğu gibi kapitalizme karşı olmadan sadece neoliberalizme karşı olmak büyük bir çelişkidir) ve onun dayattığı üretim sistemi ve istihdam politikalarına karşı olunamaz. Örneğin CHP Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke’nin de açıkladığı gibi AKP’nin ekonomi politikalarının mimarı olan Kemal Derviş’in politikalarını savunan bir yaklaşımla, ne demokrasi bir adım ileri götürülebilir ne de iş cinayetleri önlenebilir.
Sonuçları sınıflar arası güç ilişkilerini etkilemekle birlikte demokrasi yoksunluğu sadece sınıfsal nedenlere değil ırk, din, dil, cinsiyet ayrımcılığı gibi nedenlerle de ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla iş cinayetlerini önlemeyi sağlayacak bir demokrasi için ayrımcılığı tümden ortadan kaldıracak bütünlüklü bir mücadele gerekir. Örneğin Kürt halkının, Alevilerin, kadınları uğradıkları ayrımcılığa karşı yürütülen mücadeleler görmezden gelinerek ölümüne çalışmaya karşı emekçilerin seslerini yükseltebilecekleri demokratik bir ortam sağlanamaz.
Sözün özü: İş cinayetleri, patronların devlet aygıtını da kullanarak emekçiler üzerinde tahakküm kurmak üzere oluşturduğu despot düzenin sonucudur. İş cinayetlerinin önlenebilmesi her şeyden önce bu despotizme son vererek demokrasiyi egemen kılacak bir mücadeleyi gerektirir. Ancak başarıya ulaşabilmesi için bu mücadelenin sınıf perspektifiyle ve ideolojik tutarlılıkla yürütülmesi esastır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder