Enflasyon halkın üzerinden silindir gibi geçiyor; yoksulluk her geçen gün artıyor, yaygınlaşıyor. Toplumun büyük çoğunluğu en temel ihtiyaçlarını (barınma, gıda, sağlık, eğitim, ulaşım vs) karşılayamaz hale geldi. Devlet kasasından 3-5 maaş “ulufe” alan iktidar temsilcileri “sabır, şükür” telkin eden açıklamalarıyla sefalete sürüklenen halkla adeta alay ediyor. Muhalefet partilerinin, savaş dönemlerinde bile görülmedik bu hızlı yoksullaşma sürecinde hiçbir somut alternatifi yok; çaresizlik içinde gittikçe yoksullaşan halkın kendilerini iktidara taşıyacağı hülyasına dalmış, halkın yaşadığını halka anlatmak dışında bir şey yapmıyorlar. Sendikalar derin bir sessizlik içinde; ücretlerin gün be gün eridiği, günde 10-12 saat alın teri döken emekçilerin karınlarını bile doyuramadığı bir ülkede değillermiş gibi davranıyorlar.
Halkın örgütsüzlüğünü, alternatifsizliğini gören iktidar, umursamazlık içinde; saray ve AKP şürekâsı, halkın cebinden çıkan paralarla sürdürdüğü şatafatlı yaşamı halkın gözünün içine sokarcasına teşhir etmeye devam ediyor. Patronlar ise devletten aldıkları ihaleler, imtiyazlar, vergi istisnaları yetmezmiş gibi örgütsüzlüğü, çaresizliği “fırsata çevirip” emekçileri daha kötü koşullarda çalışmaya zorluyor, sömürüyü daha da yoğunlaştırıyor. Aynı fırsatçılar, yıllardır gerçekleştirdikleri doğa talanını (bedelini halk, -fiyatları yüzde 300-400 artan- temel gıda maddelerine bile ulaşamayarak öderken) daha da katmerlendiriyor.
Emeğini, ekmeğini, toprağını, suyunu savunanlarla barınamadığını, geçinemediğini haykıranların karşısına devlet, her zaman olduğu gibi kolluk güçleriyle dikiliyor. Tüm baskılara, muhalefetin aymazlığına, sendikaların “haince” suskunluğuna rağmen bireysel tepkisini haykırmak isteyen halkın sesi cılız kalıyor, duyulmuyor. “Hukuk yoluyla hak aramak, adalet beklemek” uzun zaman önce masal olmuş zaten. Medya, geçinemediği için kendini yakan, intihar edenlerin haberini ya yayımlamaya bile değer görmüyor ya da istibdat rejiminin baskısı nedeniyle yayımlayamıyor.
Ama en kötüsü umutları tükenmiş, çaresizlik içindeki halkın yoksulluğu, sefalet içinde yaşamayı kanıksamaya, kabullenmeye başlamış olması. Bu kabullenme, sessiz çoğunluğun daha derin bir sessizliğe gömülmesine neden oluyor. Bundan kazançlı çıkan ise “miadı dolduğu” söylenen AKP/saray iktidarı. Çaresizliğini, umutsuzluğunu otokratik rejimin korku iklimiyle besleyerek yarattığı kaos ortamında halkın bir alternatif bulamayarak sefalet içinde yaşamayı kanıksaması AKP’nin tükenmiş olan iktidarını yeniden tahkim ediyor.
Halkın sürüklendiği sefaleti kabullenmesini engelleyecek bir şeyler yapılmazsa ülkenin çok daha karanlık günlere gebe olduğu aşikâr.
Araştırma şirketlerinin yaptığı anketlere bakılırsa iktidar, toplumsal desteğini kaybediyor ama toplumun siyasi tercihlerinin anlamlı olabilmesi için “seçimlerin demokratik koşullarda gerçekleşmesi gerektiği” genellikle göz ardı ediliyor. Oysa otoriter rejimlerde seçimlerin demokratik koşullarda olmayacağını, ortalama zekaya sahip herkesin bilmesi beklenir. Bu nedenle sabah akşam sandığı adres gösteren muhalefeti de bu anket sonuçları üzerinden “gitti gidiyor” yorumları yapan “uzmanlar(!)”ı da anlamak mümkün değil. Kaldı ki seçimlerin demokratik koşullarda olacağını varsaysak bile siyasi iktidardan desteğini çeken halkın tercihine mazhar olacak bir “alternatif” gerekmez mi?
Muhalefetin özellikle de ortak deklarasyon yayımlayan altı partinin toplumun dertlerine derman olma umudu veremediği açıkça görülüyor. Devlet idaresinin liberal demokrasi çizgisine çekilmesinden ibaret olan “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” üzerindeki uzlaşıyla bir araya gelen bu oluşum kimilerinin büyük beklenti içinde olduğu sinerjiyi yaratamadı. Zira “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” son altı ayda derinleşen ekonomik krizle beraber halkın sürüklendiği sefalete çözüm olarak görülmedi. Halkın sorunlarını çözmeye yönelik başka bir alternatif de ortaya konulamayınca umutlar yeşermeden solmuş oldu.
Umutsuzluğu, kanıksamayı kırmanın yolu, çözümü sandığa bırakmadan çarşıda, pazarda, işyerinde, meydanlarda, sokaklarda velhasıl sefalete neden olan soygun düzeninin var olduğu her yerde direnişin yükseltilmesidir. Bu nedenle EMEP, EHP, Halkevleri, SMF, TİP, TÖP ve HDP’nin seçim işbirliğinin ötesinde 1 Mayıs’ta “Zamlara, yoksulluğa, savaşa ve sömürüye karşı” hep birlikte alanlarda olacaklarını açıklaması son derece önemlidir. Bu tür ortaklaşa eylemlerin 1 Mayıs gibi mutat günler dışında da yaygınlaşarak sürmesi gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder