Son yıllarda mantar gibi biten üniversite tabelalı işletmelerden biri olan Nişantaşı Üniversitesi, yasal haklarını istediği için çok sayıda (bu yazı kaleme alındığında 60’ı bulmuştu) asistan ve öğretim üyesinin işine son vermiş. Bunu yaparken de “İşçinin ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan halleri” nedeniyle tazminatsız işten çıkartmayı olanaklı kılan İş Kanunu’nun 25/2. maddesini kullanmış.
Kod 25 olarak bilinen bu madde işçinin kazanılmış hakkı olan tazminatına el koymanın yanı sıra SGK kayıtlarına “ahlaksız ve iyi niyetli olmadığı” kaydı düşerek bir başka iş bulmasını da engellemeye yönelik. Anımsanırsa pandemi nedeniyle işçi çıkartmanın yasak olduğu dönemde hakları gasp edildiği için direnen işçilerin direnişini kırmak üzere patronlar bu maddeyi sıkça kullanmış ve yapılanlar büyük tepkilere neden olmuştu.
Sergilenen bu kötülükler çok ciddi, çok büyük boyuttadır: Hakkını arayan çalışanlarına iftira atmak, bunu yaparak onuruyla oynamak, haklarına el koymak ve bir daha iş bulabilmelerini engellemeye çalışmak… Bu kadar büyük bir “kötülük” halini bırakın insanı, bir canlı başka bir canlıya nasıl yapar? Hele de bu kötülük -kapısındaki tabeladan ibaret de olsa- üniversite sıfatı taşıyan bir çatının altında, akademik sıfatlı kişiler tarafından yapılıyorsa, sorunun yanıtını daha uzunca düşünmek gerekir. Zira üniversite sıfatını taşımak, Nişantaşı’nın bilimsel bilgi üreten ve bu bilgiyi paylaşan bir kurum olduğunun kabulüdür. Bir akademisyen ise bu kurum içinde bilimsel bilgi üreten ve bu bilgiyi öğrencileriyle, toplumla paylaşma sorumluluğunu üstlenen kişidir. Dolayısıyla öğrenciler, taşıdığı “üniversite” sıfatı nedeniyle bu kurumları tercih eder ya da herhangi bir konuda görüş bildiren akademisyene taşıdığı bu sıfatı nedeniyle itibar eder, inanır.
Kendi çalışanları, meslektaşları haklarını aradıkları için onlar hakkında yalan söyleyerek, iftira atarak, haklarına el koyan ve daha önemlisi fişlenmelerine sebep olup geleceklerini karartma “kötülüğü”nü yapacak kadar karakterden yoksun olanlardan topluma, öğrencilere, bilim dünyasına nasıl bir fayda gelebilir? Gelmiyor da zaten! Nişantaşı Üniversitesi’nin ne uluslararası alanda ne de ulusal düzeyde herhangi bir akademik başarısı yok. Tek yaptığı öğrencilerden para toplayıp dört yılın sonunda diploma dağıtmak ve bir de üniversite sıfatı taşıdığı için devletten teşvikler ve imtiyazlar almak. Kısacası bilimle uzaktan yakından bir bağı olmadan “diploma satarak” kasasını dolduran ticarethane olmak dışında herhangi bir vasfı bulunmuyor.
Diğer üniversitelerin de Nişantaşı Üniversitesi’nden pek farkı yok. Onlar içinde de enflasyonun resmi rakamlarla bile yüzde 50’leri aştığı koşullarda öğretim elemanlarına “sıfır” zam verdiğini açıklayanlar oldu. Bu üniversitelerde çalışanlar da “akıl ve ahlak dışı” ücret artışlarına tepki gösterirse Nişantaşı Üniversitesi’nde yaşananların diğer özel üniversitelere de yayılmasını bekleyebiliriz. Zira diploma satan işletme olmanın ötesine geçen özel üniversite neredeyse yok gibi.
Özel üniversiteler böyle de devlet üniversitelerinde durum çok mu farklı? Değil elbette. Kamu üniversitelerinin de birçoğu tabeladan ibaret ve bilimle bilimsellikle uzaktan yakından ilgileri yok. Çalışanlarına özellikle de asistanlara yaklaşımları da özel üniversitelerden farksız ama şimdilik oralarda yönetsel konumdaki akademisyen sıfatlılar “kötülük” halini bu kadar yaygın biçimde ve açıkça ortaya sermiyorlar. Ama devlet üniversiteleri meselesini başka bir yazıya bırakalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder