Kılıçdaroğlu, geçtiğimiz Çarşamba günü sosyal medya hesabından paylaştığı videoda hükümetin düşük faiz politikasının bankaların kârını rekor seviyede arttırırken, temel ihtiyaçlarını kredi alarak karşılamaya çalışan düşük gelirli yurttaşların ödeyemediği borçların -tefeci, mafya olarak tanımladığı- varlık şirketlerine satılmasını eleştirmiş; “Borçlarınızı ödemeyin, ben iktidara gelince onlarla konuşacağım” demişti.
Bu açıklamadan birkaç saat sonra “yandaş” bir kanaldan “dar gelirli vatandaşların icra ve haciz sorununu çözmek için hazırlanan iki paketin ayrıntılarına ulaşıldığı” haberi yayımlandı. Buna göre, 5 milyona yakın ailenin 2 bin liraya kadar olan borcu ile bir milyona yakın vatandaşın varlık yönetim şirketlerine devredilmiş 2 bin 500 liraya kadar olan icra takibindeki borçları genel bütçeden karşılanacaktı. Böylece devlet, 6 milyona yakın vatandaşın yaklaşık 30 milyar lira tutarındaki icralık borcunu tasfiye ederken; elektrik, su, doğalgaz, telefon gibi temel ihtiyaçlara ait sözleşmelerden kaynaklanan borçları da üstlenmiş oluyordu.
“Borçları ödemeyin” çıkışı Maliye Bakanı Nureddin Nebati tarafından, -yine sosyal medya üzerinden- “piyasa manipülatörü gibi davranmak”la itham edilince Kılıçdaroğlu da “Rahat olabilirsiniz, milletimizin derdi çözülsün, tek laf etmem demiştim zaten. Yeni hedef EYT ve öğretmenler olmalıdır. Haydi bakalım…” yanıtı verdi.
Parlamentoda enine boyuna tartışılması gereken memleket meselelerinin sosyal medya üzerinden tartışılmasını milletçe izlemeye alıştırıldık(!) Ama yine de birçok yönden ele alınması gereken böylesi bir konuda iktidar ve ana muhalefet temsilcilerinin birkaç saat içinde “uzlaşmış” olmaları size de ilginç gelmiyor mu?
Özellikle CHP’lilerin “Uzlaşma bunun neresinde?” dediklerini duyar gibiyim! Kılıçdaroğlu’nun “Rahat olabilirsiniz, milletimizin derdi çözülsün, tek laf etmem demiştim zaten” sözü tam da uzlaşmanın, hemfikir olmanın ifadesi değil midir? Kimi benzeri durumlarda yine Kılıçdaroğlu “Biz söyleriz, onlar yapar!” demiyor muydu zaten, büyük bir övünçle? Kılıçdaroğlu ya da CHP temsilcileri bu sözü her söylediğinde “Siz söyleyin onlar yapsın, iktidara gelmenize ne gerek var?” sorusu düşer oldu aklıma. Öyle ya söylediğini hükümete yaptırmakla övünen iktidarı hedeflemiş bir muhalefet partisi olur mu? Olsa olsa iktidar partisi içinde muhalif bir kanadın ya da koalisyon hükümetinin bileşeni bir partinin yaklaşımı böyle olabilir gibi geliyor bana…
Mühim bir memleket meselesinin -parlamentoda mı sosyal medyada mı olmalı?- tartışılma biçimini bir yana bırakıp Nebati ile Kılıçdaroğlu’nun hemfikir olduğu meselenin içeriğine bakalım biraz da: Hükümet cenahının iddia ettiği gibi hükümetin bir süredir üzerinde çalıştığı bir paketin CHP tarafından ele geçirilip önceden açıklanması mıdır yoksa Kılıçdaroğlu’nun iddia ettiği gibi “Biz söyledik, onlar yaptılar!”ın bir yeni örneği midir bilemiyorum. Ama hangisi olursa olsun dar gelirli yurttaşların icralık borçlarının 2 bin, 2 bin 500 liralık kısmını devletin üstlenmesi, şirketlerin silinen milyarlık borçları yanında “devede kulak” kalır. Dolayısıyla buna itiraz edilmez ama yetersiz olduğu kesindir.
Ancak iktidara talip olan bir partinin lideri hele de cumhurbaşkanlığına aday olma hazırlığındaysa her şeyden önce yurttaşların açlık sınırının üçte biri kadar bir borcu ödeyemeyip icralık olması nedeniyle iktidarı eleştirmesi ve bu nedenlerini ortadan kaldıracak politikaları üretmesi gerekmez mi? İcralık/hacizlik borçları devlet tarafından üstlenileceği belirtilen 6 milyon ailenin -ki Türkiye’deki dört aileden birine tekabül eder- aşırı yoksulluk içinde olduğu anlaşılmaktadır. Böylesine derin bir yoksulluk meselesi ortadayken buna değinmeden, yoksulluğu ortadan kaldıracak öneriler ortaya koymadan “sadakavari” bir pakete “Rahat olabilirsiniz, milletimizin derdi çözülsün, tek laf etmem” yaklaşımıyla verilen onay, iktidara destek vermek değil de nedir?
İktidar ile ana muhalefetin üzerinde uzlaştıkları sadece dar gelirli vatandaşların icralık borçlarının devlet tarafından üstlenilmesi konusundaki paket değildir. Bu uzlaşı aynı zamanda toplumsal tepkinin bastırılması içindir de. Hükümetin izlediği politikaların neden olduğu ekonomik çöküşün toplumsal etkilerini ortadan kaldırarak, yoksulluğa çözüm üretmeyi değil, “yoksulların ağızına çalınan bir parmak bal” ile toplumun iktidara yönelecek tepkisini bir süreliğine de olsa geçiştirmeyi amaçladığı aşikardır. Kılıçdaroğlu da ekonomik ve toplumsal çöküşe çözüm üretmek yerine hemen her konuda “seçimi bekleyin, iktidara gelince biz hallederiz” yaklaşımıyla sürekli seçim sandığını adres göstererek, hakkını aramak isteyen halkı sokaktan uzak tutmakta iktidara destek olmaktadır.
Ekonomik krizin yarattığı toplumsal tahribata ve seçim anket sonuçlarına bakıp, “Ceketimizi koysak kazanırız” anlayışıyla seçim kazanılamayacağı gibi otoriter bir rejimden kurtulmadan hiç mi hiç mümkün değildir. Hele o otoriter rejimin pisliklerini ortadan kaldırmak yerine onunla uzlaşarak rejimin baskıladığı toplumsal muhalefeti bir de siz yatıştırarak pasifize etmeye çalışıyorsanız otokrasinin çanağına su taşımaktan başka bir şey yapmış olmazsınız. İyisi mi siz ceketin içini boş bırakmayın, cesur olun; yoksullardan, emekçilerden, Kürtlerden, Alevilerden, mültecilerden ve onların hak arama mücadelelerinden korkarak seçim kazanamayacağınızı aklınızdan çıkarmayın! Tabi niyetiniz daha demokratik, özgür bir Tükiye ise…