16 Aralık 2022 Cuma

AKP’nin grev korkusu!

                                 17 Aralık 2022


Cumhurbaşkanı Erdoğan; Bekaert Çelik şirketinin, Birleşik Metal-İş ve Özçelik-İş sendikalarının örgütlü olduğu iki fabrikasında aldığı grev kararını "Millî Güvenliği Bozucu Nitelikte Görüldüğü" gerekçesiyle 60 gün ‘erteledi’. İşin aslında bakarsanız, bu iki fabrikada üretim sonsuza kadar dursa bile bundan ne milli güvenlik etkilenir ne de halk! AKP daha önce 19 kez yaptığı gibi yine 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 63. maddesinde yer alan* “Karar verilmiş veya başlanmış olan kanuni bir grev; genel sağlığı veya millî güvenliği bozucu nitelikte ise Cumhurbaşkanı bu uyuşmazlıkta grevi altmış gün süre ile erteleyebilir.” hükmüne sığınarak emekçilerin en doğal ve meşru hakkı olan üretimden gelen gücünü kullanmasını yani grev hakkını gaspetmiş oldu. 


Grev, üretim araçları ellerinden alınan, mülksüzleştirilen ve emek gücünü kapitalistlere (sermaye sahiplerine) satmak zorunda bırakılan emekçilerin; “emek gücünün alınır satılır bir meta haline dönüşmesine, değersizleştirilerek sömürülmesine karşı durmak için üretimden çekilmesi”dir. Grevin engellenerek emek gücünün zorla üretimde tutulması, çalışmadığı taktirde yaşam olanaklarından tamamen yoksun bırakılan emek gücünün sahibi olan insanların iradeleri dışında çalıştırılmasıdır. Ki bu temel bir insan hakkı ihlalidir. Dolayısıyla -açlık tehdidi altında çalışmaya zorlananların- grev hakkının gasp edilmesi, aynı zamanda insan hakları ihlali olarak da değerlendirilmelidir.


Grev hakkının gasp edilmesi sadece siyasi iktidarın “grev erteleme”si ile olmaz. Burjuva hukukunda  grev hakkını engellemek için pek çok yasal düzenleme yapılır. Örneğin, AKP döneminde çıkartılan 6356 sayılı yasanın “Grev Yasakları” başlığını taşıyan 62. maddesinde birçok iş kolu ve işyerinde grev yasaklanmıştır. Dahası toplu iş sözleşmesinde uyuşmazlık olması dışında “hak grevi” yapılması yasaktır. “Grev ertelemeleri”, tüm bu yasaklar aşılarak gerçekleştirilmeye çalışılan grevleri de engelleyerek grev hakkının -yasal çerçeve içinde- kullanılmasını tamamen imkansız hale getirmek için kullanılmaktadır.  


Burjuvazinin ve onların temsilcisi olan iktidarların grev hakkını ortadan kaldırma çabasının nedeni, emek gücünün üretim sürecinden çekilmesi durumunda kapitalizmin varlık koşulu olan sermaye birikiminin sağlanamaması; -F. Engels’in ifadesiyle- grevin, tüm sistemin can damarını kesmesidir! İşte bu nedenle grev, kapitalist sistem tarafından tehdit olarak kabul edilerek yasaklanır ya da yasalarla işveren ve sistem için tehdit oluşturmayacak biçimde sınırlandırılmak istenir. Tüm yasak ve sınırlamalara rağmen greve giden işçiler ise güç kullanılarak baskı altına alınmaya çalışılır.


Grev hakkının kullanılamadığı koşullarda emekçilerin işverenlerle uzlaşmak için toplu sözleşme masasına oturmasının hiçbir anlamı kalmaz. Zira kapitalist üretim sisteminin emekle sermaye arasında yarattığı eşitsiz ilişkide emekçilerin sahip olduğu gücün temel dayanağı “grev”dir. Grev hakkının bunmadığı bir toplu pazarlık sisteminde işveren, istediği koşulları tek yanlı olarak emekçilere dayatacaktır. Asgari ücretin belirlenmesi için yapılan görüşmeler vs. bunun en yakın örneğidir. Türkiye’nin dünyada en kötü çalışma koşullarına sahip ülkeler içinde yer alması ve emekçileri açlığa iten ekonomi politikaların hiçbir dirençle karşılaşmadan uygulanabilmesi de yine bir mücadele aracı olarak “grev”in kullanıl(a)mamasının bir sonucudur.


Grevler sadece emekçilerin üretim sürecindeki talepleriyle sınırlı eylemler değildir; politik sonuçlar da doğurur. Çünkü grevlerle birlikte bir taraftan emekçiler, üretimden ve dayanışmadan gelen gücünün bilincine varırken diğer taraftan sermaye düzenini ve iktidarı ideolojik olarak sorgular; ardından da o düzeni sarsmaya başlar. Önemli değişimlere yol açmış toplumsal hareketlerin ardında yaygın grev dalgalarının bulunması da bundandır. Bu nedenle grev, sermayenin çıkarlarının yanı sıra totaliter rejimlerin bekası için de tehdit olarak görülür ve özellikle faşist iktidarlar grevlere tahammül edemez, yasaklama yoluna gider.


Tüm sınırlandırmalara ve yasaklamalara rağmen kapitalist üretim sisteminin yarattığı “emek-sermaye çelişkisi” devam ettiği sürece işçi sınıfı -kaçınılmaz olarak- kendi varlığını emek gücü üzerinden ifade etmeye devam edecektir. Eğer koşullar başka çıkış noktası bırakmıyorsa emekçiler tüm yasal engellemelere rağmen üretimden gelen gücünü devreye sokacak ve grevi tarihin diğer dönemlerinde olduğu gibi emek gücüne sahip olmaktan kaynaklanan “doğal bir hak” olarak kullanacaklardır. Kısacası yasalarla grev hakkının kullanımını bütünüyle sınırlandırmak mümkün değildir. Grev hakkının kullanılmasını engelleyen yasalardan çok, kendisini yasalarla sınırlandırmış olan sendikal anlayışlardır!



(*) Aynı hüküm 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu’nun 33. maddesinde yer alıyordu ve grev erteleme yetkisi Cumhurbaşkanı yerine Bakanlar Kurulu’ndaydı.


Hiç yorum yok: