“Biri dar anlamda bir parkın savunulması, diğeri ise bir şehrin savunulmasıdır. Biri kent talanına karşı, diğeri ise tarih dışı bir örgüt olan IŞİD barbarlığına karşı bir savunmadır. Geniş anlamda ise Gezi Direnişi hayat tarzına müdahaleye karşı kendi benliğini/var oluşunu, artan baskılara karşı özgürlük alanlarını, kent talanına karşı şehrin tarihsel kimliğini/dokusunu, betona ve AVM’lere karşı yeşili/doğayı, gericiliğe karşı mod
ernleşmenin ve aydınlanmanın tarihsel birikimini, artan yoksulluk ve işsizliğe karşı “orta” ve “alt” sınıfların eşitlik ve adaleti savunma mücadelesidir… IŞİD tarafından işgal edilmek istenen Kobani şehir savunması da dar anlamda bir kent savunmasının sınırlarını aşmış, tarih dışı olana karşı yeni bir yaşamın ve barbarlığa karşı özgürlüğün, tecavüze uğrama ve köle gibi alınıp satılma riskine karşı kadınların direnişine, IŞİD gericiliği ve barbarlığının Irak’tan başlayıp Suriye’ye ve oradan tüm Orta Doğu’ya yayılma stratejisine karşı ilk kez bir barajın inşa edildiği bir mücadeleye dönüşmüştür. Gezi ve Kobani görüntüde biri “içeride” diğeri de “dışarıda” iki ayrı mekândır. Ve her ikisi de mekânın, o mekâna içerilmiş, o mekânda yaşanmakta olan yaşayış biçimlerinin savunulması mücadelesidir.”
Bir yıl arayla gerçekleşen, son yılların en büyük iki toplumsal eylemini "bir madalyonun iki yüzü” olarak tanımladığı makalesine bu tespitlerle başlıyor Parmaksız; Gezi ve Kobani direnişlerinin ortak yönlerini vurgulayarak yaptığı kapsamlı bir analizin ardından Gezi’ye katılanların ama özellikle de Türkiye sosyalistlerinin Kobani davasına ilgisizliğinin nedenlerini sorguluyor.
“Gezi’ye katılan kitlelerin Kobani sürecine olan ilgisizliği hem olgular arasındaki ilişkiyi kurmaktaki bilinç yetersizliğiyle hem milliyetçilikten kaynaklı etkilenmeyle hem de devletten gelebilecek baskıları göğüslemek istememesiyle iniltilidir.” tespitinin ardından şu soru geliyor akıllara: Peki ya sosyalistler? Gezi’ye katılan genel kitle gibi kendini “sosyalist” tanımlayanlar da bu iki eylem/direniş arasındaki ilişkiyi kuracak, milliyetçi hezeyanın etkilerinden kaçınacak bilinçten yoksun; devletin baskılarına direnemeyecek kadar aciz oldukları için mi Gezi davalarını sahiplenirken Kobani davasından uzak duruyorlar?
Gezi ile özdeşleşen Türkiyeli sosyalistlerin, Kobani süreciyle ve ona içerilmiş olan Kürt meselesiyle arasına koyduğu mesafeyi “sınıf siyaseti” eksenli siyasal bir programa sahip olmaları gerekçesiyle teorize ettiklerini savunan Parmaksız, Kobani’yi “kimlik siyaseti” ile tanımlayarak uzak durduklarını düşünüyor. Bu “sosyalist” kesimler, “Kürt meselesiyle arasına mesafe koymasının esas nedenlerinden biri olan Türk milliyetçiliğinin üzerindeki etkisini ve devletten gelebilecek baskılanmayı göğüslemek istemediği gerçeğinin üzerini de böylece örtmüş oluyor.”
Bu tespitlerin ardından biri Kürt siyasetine ilişkin diğeri de sınıf siyaseti güttüğü gerekçesiyle Kürtlerle arasına mesafe koyan sosyalistlere ilişkin iki soru kümesi getiriyor Parmaksız: İlki “Türkiye’deki Kürt siyaseti sadece kimlik siyaseti mi yapıyor?”, “Kobani, Gezi’nin kodladığı haliyle sadece kimlik siyaseti sınırları içine hapsedilerek tanımlanabilir mi?” sorularını içeriyor. İkincisi ise “Kürtlerden uzak durarak sınıf siyasetinin önü açılabilir mi?”, “Kitlelerin milliyetçi-şoven yanlarını görmezden gelerek yürütülecek bir mücadele programı ile varılmak istenen emek yanlısı toplumcu hedeflere ulaşmak mümkün olabilir mi?” soruları.
Bu ve benzeri birçok soru ile toplumsal mücadelelerin birbirinden ayrılmaz iki ayağı olan “sınıf siyaseti” ve “kimlik siyaseti” üzerinden yürüyen tartışmaları derinleştiren yazar, bu tartışmalara katkı olarak “Gezi ve Kobani ilişkisini siyasette, programda, taktikte, stratejide, gönüllerde yeniden kurmalıyız. Kopan, zayıflayan ilişkileri onarmak gerekir. Hem her iki halk nezdinde hem de siyasal hareketler nezdinde bu ilişkiler yeniden kurulmalı. Bunun başlangıç noktalarından biri hukuki süreçleri hala devam eden Gezi ve Kobani davaları olabilir.” önerisinde bulunuyor.
Bülent Parmaksız’ın bu öğretici ve aynı zamanda “Türkiye halkları barış içinde mi yaşayacaklar yoksa geçen on yıllarda olduğu gibi egemenlerin halkları düşmanlaştıran politikalarının kurbanı mı olacaklar?” sorusuna yanıt aradığı tartışmaya katılmak isteyenlere bu makaleyi mutlaka okumalarını öneririm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder