Özgürce
05/06/2009
Geçen sonbaharda kriz gelir mi geçer mi tartışmaları yapılırken Başbakan krizi fırsata çevirebiliriz demişti. Dediğini de yaptı. Kriz sayesinde hükümetin zaten uygulamakta olduğu neoliberal politikalar çok daha hızlı biçimde yaşama geçirilmeye başlandı. Bu bağlamda krizi önleme adı altında açılan her pakette daha önce sermayeye kaşıkla aktarılan kaynaklar kepçeyle aktarılmaya başlandı. Hem de hiçbir toplum kesimi tarafından sorgulanmadan.
Başbakan tarafından dün açıklanan pakette sermayeye kaynak aktarmada artık kepçeden de vazgeçildi neredeyse tencerenin tamamı sermayeye sunuldu. Her şeyden önce kurumlar vergisi yüzde 2’lere kadar düşürüldü ve pek çok kalemde sermayeye teşvik aktarılması öngörüldü. Bu teşvikler içerisinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri öne çıktı. İlk bakışta ülkenin en ihmal edilmiş bu bölgelerine yapılan teşvikler göze hoş görülebilir. Ama sermayenin bu bölgelere yönlendirilmesinin ardına baktığınızda Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu Türkiye’nin Çin’i haline getirme çabası açık biçimde ortaya çıkmaktadır.
Gerçi son paketin istihdama ilişkin getirdikleriyle sadece bu bölgeleri değil Türkiye’nin tümünde ücretleri ve çalışma koşullarını Çinleştirme gayretinde olunduğu görülmektedir. Hem de bu Çinleştirme paketleri, işsizliği önleme yani sosyal yönlü bir program görüntüsü altında sunulmaktadır. Bunlardan bir tanesi “6 aylık staj programları”dır. Buna göre özel sektör lise üstü eğitimli 100 bin kişiyi staj programı kapsamında alabilecek, 6 aylık staj süresinin sonunda ise firmanın talep etmesi durumunda stajyer işe başlayacak ya da kapının önüne konulacaktır. Bu dönemde stajyerlere ödenecek ücrette asgari ücretten daha düşük olacak ve yapılacak ödemeler İşsizlik Sigortası Fonu'ndan finanse edilecektir. Pakette ayrıca 120 bin kişinin 6 ay süreyle geçici olarak istihdam edileceği ve bunların ücretlerinin de İşsizlik Sigortası Fonundan ödeneceği belirtilmektedir.
Her şeyden önce şunu söylemek gerekir ki bu uygulamalar işsizliği önlemek gibi en ufak bir kaygı taşımamaktadır. Burada getirilenler olsa olsa işsizlik artışını bir süre erteler ve belki bundan daha önemlisi “6 ay da olsa çalışma olanağı bulabilirim belki” diye düşünen işsizleri oyalayarak işsizliklerini sorgulamalarını engeller ve olası tepkilerini yumuşatır.
Burada özellikle dikkati çekmek gereken, öngörülen uygulamaların Türkiye çalışma yaşamında emekçilerin ellerinde bulunan tüm kazanımları ortadan kaldırıp tam anlamıyla kuralsız bir emek piyasası yaratmayı amaçlamasıdır. Zira bu uygulama ile artık Türkiye’de “asgari ücret sistemi” fiilen ortadan kalkmıştır.
Bunun yanı sıra çalışma yaşamı literatürüne “geçici işçi”, “güvencesiz işçi” kavramlarından sonra “bedava işçi” kavramı da eklenmiştir. Bu düzenlemeye göre artık işverenlerin çalıştırdıkları işçilere ücret ödeme yükümlülüğü de fiilen ortadan kalkmıştır. Ücretler, işçilerin işsiz kalma riskine karşı güvence için oluşturduğu birikim olan İşsizlik Fonundan ödenecektir. Dolayısıyla artık emek sömürüsünün önündeki engeller bütünüyle ortadan kaldırılmış ve sermayenin emeğin ürettiği değere “bedava” sahip olabildiği “sınırsız sömürü” dönemine girilmiştir.
Tüm bu uygulamaların kısa bir sürede Türkiye emek piyasasında yaygınlaşarak hakîm istihdam modeli olacağına kuşku yoktur. Böylece başta TOBB başkanı olmak üzere sermaye temsilcilerinin yıllardır dillerinden düşürmedikleri “Türkiye emek piyasasını Çinleştirme” taleplerinin gerçekleşmesinde önemli bir adım daha atılmıştır. Başbakan’ın söylediği gibi sermaye için kriz fırsata çevrilmiştir. Bu fırsat ortamında işçi sınıfının 200 yıllık mücadeleyle elde ettiği tüm haklar ortadan kalkmış ve artık “emeğin sınırsızca sömürü” dönemi başlamıştır. Bu düzenlemeler Türkiye işçi sınıfına tarihte vurulmuş en büyük darbedir. İşin asıl acı olan tarafı işçi sınıfı bu darbeye karşı en ufak bir tepkide dahi bulunulmamış olmasıdır. Gelinen bu süreçte sendikal yapıların eleştirisi anlamsız kalmaktadır. Bu yapıları var eden ve orada tutan emekçiler de artık tamamen açığa çıkmış olan tablonun sorumlularıdır.
Başbakan tarafından dün açıklanan pakette sermayeye kaynak aktarmada artık kepçeden de vazgeçildi neredeyse tencerenin tamamı sermayeye sunuldu. Her şeyden önce kurumlar vergisi yüzde 2’lere kadar düşürüldü ve pek çok kalemde sermayeye teşvik aktarılması öngörüldü. Bu teşvikler içerisinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri öne çıktı. İlk bakışta ülkenin en ihmal edilmiş bu bölgelerine yapılan teşvikler göze hoş görülebilir. Ama sermayenin bu bölgelere yönlendirilmesinin ardına baktığınızda Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu Türkiye’nin Çin’i haline getirme çabası açık biçimde ortaya çıkmaktadır.
Gerçi son paketin istihdama ilişkin getirdikleriyle sadece bu bölgeleri değil Türkiye’nin tümünde ücretleri ve çalışma koşullarını Çinleştirme gayretinde olunduğu görülmektedir. Hem de bu Çinleştirme paketleri, işsizliği önleme yani sosyal yönlü bir program görüntüsü altında sunulmaktadır. Bunlardan bir tanesi “6 aylık staj programları”dır. Buna göre özel sektör lise üstü eğitimli 100 bin kişiyi staj programı kapsamında alabilecek, 6 aylık staj süresinin sonunda ise firmanın talep etmesi durumunda stajyer işe başlayacak ya da kapının önüne konulacaktır. Bu dönemde stajyerlere ödenecek ücrette asgari ücretten daha düşük olacak ve yapılacak ödemeler İşsizlik Sigortası Fonu'ndan finanse edilecektir. Pakette ayrıca 120 bin kişinin 6 ay süreyle geçici olarak istihdam edileceği ve bunların ücretlerinin de İşsizlik Sigortası Fonundan ödeneceği belirtilmektedir.
Her şeyden önce şunu söylemek gerekir ki bu uygulamalar işsizliği önlemek gibi en ufak bir kaygı taşımamaktadır. Burada getirilenler olsa olsa işsizlik artışını bir süre erteler ve belki bundan daha önemlisi “6 ay da olsa çalışma olanağı bulabilirim belki” diye düşünen işsizleri oyalayarak işsizliklerini sorgulamalarını engeller ve olası tepkilerini yumuşatır.
Burada özellikle dikkati çekmek gereken, öngörülen uygulamaların Türkiye çalışma yaşamında emekçilerin ellerinde bulunan tüm kazanımları ortadan kaldırıp tam anlamıyla kuralsız bir emek piyasası yaratmayı amaçlamasıdır. Zira bu uygulama ile artık Türkiye’de “asgari ücret sistemi” fiilen ortadan kalkmıştır.
Bunun yanı sıra çalışma yaşamı literatürüne “geçici işçi”, “güvencesiz işçi” kavramlarından sonra “bedava işçi” kavramı da eklenmiştir. Bu düzenlemeye göre artık işverenlerin çalıştırdıkları işçilere ücret ödeme yükümlülüğü de fiilen ortadan kalkmıştır. Ücretler, işçilerin işsiz kalma riskine karşı güvence için oluşturduğu birikim olan İşsizlik Fonundan ödenecektir. Dolayısıyla artık emek sömürüsünün önündeki engeller bütünüyle ortadan kaldırılmış ve sermayenin emeğin ürettiği değere “bedava” sahip olabildiği “sınırsız sömürü” dönemine girilmiştir.
Tüm bu uygulamaların kısa bir sürede Türkiye emek piyasasında yaygınlaşarak hakîm istihdam modeli olacağına kuşku yoktur. Böylece başta TOBB başkanı olmak üzere sermaye temsilcilerinin yıllardır dillerinden düşürmedikleri “Türkiye emek piyasasını Çinleştirme” taleplerinin gerçekleşmesinde önemli bir adım daha atılmıştır. Başbakan’ın söylediği gibi sermaye için kriz fırsata çevrilmiştir. Bu fırsat ortamında işçi sınıfının 200 yıllık mücadeleyle elde ettiği tüm haklar ortadan kalkmış ve artık “emeğin sınırsızca sömürü” dönemi başlamıştır. Bu düzenlemeler Türkiye işçi sınıfına tarihte vurulmuş en büyük darbedir. İşin asıl acı olan tarafı işçi sınıfı bu darbeye karşı en ufak bir tepkide dahi bulunulmamış olmasıdır. Gelinen bu süreçte sendikal yapıların eleştirisi anlamsız kalmaktadır. Bu yapıları var eden ve orada tutan emekçiler de artık tamamen açığa çıkmış olan tablonun sorumlularıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder