15 Ocak 2010 Cuma

Açlık Grevi Değil, TEKEL İşçisiyle Dayanışma Grevi Olmalı!..

15/01/2010

ÖZGÜRCE

TEKEL işçisi emeğinin, ekmeğinin peşinde Ankara sokaklarında bir ayı doldurdu. TEKEL işçisi bu mücadelesini sürdürürken karşısında sadece havanın soğuğu ya da polisin gazı yoktu. Mücadele için belki bunlardan daha da zor olanı Türk-İş yönetimini aşmak gerekiyordu. TEKEL işçileri Türk-İş’in mücadeleden uzak yapısını da aşıp mücadele yönünde bir takım kararların alınmasını sağladı. Ancak bunlar cuma günleri birkaç saat iş bırakmak gibi sadece göstermelik kararlardı ve Türk-İş bu göstermelik kararların dahi tam anlamıyla uygulanmasını sağla(ya)madı.

Türk-İş dışında DİSK ve KESK başta olmak üzere sendika ve demokratik kitle örgütleri de TEKEL işçisinin direnişini desteklediklerini söylemekten ya da destek için oturma eylemleri gibi pasif –göstermelik- eylemliliklerden öteye geçemediler. Sonuçta TEKEL işçisi, direnişinde daha önceki pek çok örnekte olduğu gibi yalnız kaldı. TEKEL direnişinin yalnızlaşması, açlık grevi ve ölüm orucu gibi işçi sınıfı mücadelesi için kabul edilemeyecek bir eylemin kararının alınmasına neden oldu.

İşçi sınıfının ortaya çıkması ve sermaye ile yüzyıllardır süren mücadelesinde temel savunusu, kapitalist sistemde üretimi yapan, değeri yaratanın emek olduğudur. Sermaye emeğin yarattığı değeri gasp etmekte ve işçi sınıfı da sermayeye karşı emeğine sahip çıkmanın mücadelesini vermektedir. Bu mücadelede de işçi sınıfının en etkili silahı, emeğin üretim sürecindeki gücünü sermayeye gösteren grev eylemidir. Zira iyi bir stratejiyle gerçekleştirilmiş bir grevle işçinin emeğini üretimden çekmesi sermayeyi dize getirmek için yeterlidir. Zaten sermaye sınıfı da bunu çok iyi bildiği için grevi yasaklamak ya da uygulatmamak için elinden gelen her şeyi yapar.

İşçi sınıfının elinde grev gibi etkili bir araç varken bunu yok sayarak sadece vicdanlara yönelecek açlık grevi ve ölüm orucunu bir eylem yöntemi olarak belirlemek, her şeyden önce emeği değersiz kılmaktır. Bu eylem türü sınıfsal içerikten yoksun olduğu gibi işçi sınıfı mücadelesinin meşruluğunu da yok saymak anlamına gelecek ve sermaye karşısında işçi sınıfının ideolojik üstünlüğünü tamamen ortadan kaldıracaktır. Öte yandan açlık grevi ve ölüm orucu, sadece direnişteki TEKEL işçilerinin katıldığı bir eylem olacağı için işçi sınıfının ihtiyacı olan mücadeleyi ortaklaştırma umutlarını da ortadan kaldıracaktır. Dolayısıyla TEKEL işçisinin bir kısmını ikna edecek bir çözüm önerilse dahi SEKA direnişinde olduğu gibi direniş kırıldıktan sonra verilen sözler kısa sürede unutulacak ve sonuçta TEKEL işçisi kaybedecektir.

Tek Gıda-İş yönetimi grev yerine açlık grevi ve ölüm orucu eylemine karar verilmesinin nedenini direnişteki işçilerin bırakacak işleri olmadığını söyleyerek açıklamaktadır. Aslında bu açıklama TEKEL işçisinin nasıl yalnızlaştırıldığı ve çaresizleştirildiğini en açık biçimiyle göstermektedir. Bugün TEKEL işçisinin karşı karşıya kaldığı saldırıyı emekçilerin çok büyük bölümü halen yaşamakta, diğer bir bölümü ise bu saldırının tehdidi altında bulunmaktadır. Bu koşullar içinde TEKEL işçisinin sınıfsal içerikten uzak eylem yollarına yönelecek kadar çaresiz bırakılmasından başta Türk-İş olmak üzere tüm sendikal yapılar “utanç” duymalıdır.

Türkiye işçi sınıfının örgütleri bu büyük yanlıştan ve utançtan biran evvel dönmelidir. Başta Türk-İş olmak üzere DİSK, KESK ve diğerleri en kısa zamanda dayanışma grevi kararı almalı ve en etkili biçimde uygulanmasını sağlamalıdır. Aksi halde işçi sınıfının örgütlü kesiminin bile bu kadar çaresiz, güçsüz hale düşmesi sermayenin ve onun temsilcilerinin tüm emekçi kesimlere yönelik saldırısını daha da arttıracak ve emekçiler açlık, yoksulluk, işsizlik ve yoğun sömürü sarmalına iyiden iyiye dolanacaktır.

Hiç yorum yok: