ÖZGÜRCE
TEKEL işçisi 74 gündür, kar kış demeden sürdürdüğü direnişle ekmeğine sahip çıkıyor. Aslında direnişle savunulan sadece TEKEL işçisinin ekmeği değil, Türkiye’deki tüm emekçilerin ekmeğidir. Çünkü TEKEL işçisinin ekmeğini elinden alan; onu güvencesiz, örgütsüz çalışmaya mahkum etmeye çalışan, içinde bulunduğumuz düzendir. Dolayısıyla TEKEL işçisi ekmeği için direnirken, tüm emekçilerin ekmeğini de savunmaktadır.
TEKEL işçisinin tüm emekçilerin ekmeğini savunan direnişinde gösterdiği kararlılık, son 30 yıldır sindirilmiş olan işçi sınıfına yeniden mücadeleyi hatırlatmıştır. Ancak tüm emekçilerin haklarını savunmasına rağmen TEKEL direnişi, diğer emekçi kesimler ve elbette en başta da sendikalar tarafından gerektiği gibi sahiplenilmemiş ve mücadelede ortaklaştırılamamıştır.
Her ne kadar Türkiye’nin 6 konfederasyonu TEKEL direnişi sayesinde bir araya gelmiş ve bunlardan özellikle 4’ü bir takım eylem kararları almışsa da, bunlar “destek” amacının ötesine geçememiştir. Oysa gerek kamu gerekse özel sektörde pek çok işyerinde çalışma koşulları, TEKEL işçisinin direndiği koşullardan çok daha kötüdür ve birçok işkolunda koşullar daha da kötüleşecektir. Bu süreçte mücadeleyi ortaklaştırmak için TEKEL direnişi büyük bir fırsat yaratmıştır. Ama gelin görün ki konfederasyon yönetimleri, bu önemli fırsatı kullanmak bir tarafa, direnişi etkisizleştirmek ve TEKEL işçisini yalnızlaştırmak için neredeyse özel bir çaba harcamaktadır. Bunun son örneği, 22 Şubat’ta 4 konfederasyon tarafından alınan kararlardır.
TEKEL işçisinin büyük umut beslediği ve “Genel grev, genel direniş” sloganlarıyla beklediği 22 Şubat toplantısında alınan kararlar, tam anlamıyla hayal kırıklığı yaratmıştır. 22 Şubat’ta, bırakınız TEKEL direnişiyle ortaklaşacak bir mücadele kararını, tam tersine; TEKEL işçisini yalnızlaştıracak bir “mücadeleden kaçış” tavrı ortaya konmuştur. Zira, 70 günü aşan süredir en zor koşullarda, en güçlü baskılara karşı koymayı başarmış bir direniş karşısında kokart, pankart uygulaması gibi meşaleli yürüyüş ya da oturma eylemleri gibi son derece pasif eylemlere yönelmeyi “mücadeleden kaçmak” dışında ifadelendirmek mümkün değildir.
22 Şubat kararlarının daha da vahim olan tarafı; hükümete birtakım talepler yöneltip bu taleplerin yerine getirilmemesi halinde -direnişi bitirin anlamına gelecek biçimde- 26 Mayıs’ta, yani 3 ay sonra bir genel eyleme gidileceğinin belirtilmesidir. Konfederasyonun talepleri, tüm emekçilerin karşı karşıya olduğu ve TEKEL direnişinin de gerekçesini oluşturan -iş güvencesi, kıdem tazminatı hakkının korunması, kiralık işçiliğin yasallaşmaması ve örgütlenme hakkı gibi- emeğe yönelik saldırıların durdurulmasıdır. Bunlar yanında bir başka talep de çalışma yaşamına ilişkin yasaların ILO ve AB normlarına uyarlanmasıdır. Bir taraftan emekçilere yönelik saldırıların durdurulması talep edilirken, diğer taraftan özellikle AB normlarına uyulmasını istemek çok büyük bir tutarsızlıktır. Zira, karşı çıkılan tüm düzenlemeler zaten AB normlarının gereği olarak yapılmaktadır. Bu tutarsızlıklarıyla konfederasyonlar, “AB’den medet umarak emekçilerin haklarının korunamayacağını” halen anlamadıklarını bir kez daha göstermiştir.
22 Şubat kararları, gerek içeriğindeki “tutarsızlık” gerekse Türkiye işçi sınıfı tarihinin en önemli mücadelelerinden biri olan TEKEL direnişini yalnızlaştırması nedeniyle, Türkiye sendikal tarihinde “yüzkarası” bir belge olarak yerini alacaktır. Konfederasyonların sendikalara güvensizliğini daha da artıran ve örgütlü mücadeleyi anlamsızlaştıran bu tutumunu kabul etmek mümkün değildir. Mücadeleden kaçan, tutarsız sendikal yapılarla ekmek kavgası verilemez. Bu durumda örgütlü mücadeleye daha fazla zarar vermeden, 22 Şubat kararlarının altında imzası olan yönetimlerin sendikalar içinde sorgulanması ve sendikaların acilen emekçilerin ihtiyaç duyduğu mücadeleyi örgütleyecek bir yapıya kavuşturulması gerekir. Sendikaların mücadeleye nasıl çekileceği konusunda ise fazla uzağa gitmeye gerek yoktur. TEKEL işçisi, 74 günlük direnişinde bunun nasıl yapılacağını en güzel şekilde göstermiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder