20/01/2012
Hrant Dink davası bir kez daha çok açık, çok çarpıcı biçimde gösterdi ki Türkiye’de adalet sistemi ile toplumun vicdanı arasında büyük bir uçurum mevcuttur. Özellikle insanın ve doğanın özüne uyumsuz olan kapitalist sistemden kaynaklanan sorunlara karşı gösterilen tepkiler karşısında adalet sistemi taştan bir duvar haline dönüşüp; insana ve doğaya karşı kapitalizmi ve ona egemen olan güçleri koruma altına almaktadır.
Kapitalizm varlığını sürdürmesinin en önemli formülü kendi düzenine karşı insanların bir araya gelmesini engellemek yani bölmektir. Türkiye gibi çok farklı etnik kimlikten halkın bir arada yaşadığı ülkelerde bölmenin en kolay yolu halkları birbirine düşman etmektir. Hrant’ın yaşamı Türkiye halklarının kardeşliğini savunmakla geçmiştir ve Türkiye halklarının kardeşliğini istemeyenler tarafından da yaşamı sonlandırılmıştır. Türk adalet sistemi de halkların kardeşliğini istemeyen, bu nedenle Hrant’ı öldürenleri temize çıkartmaya çalışmıştır. Aynı adalet sistemi Hrant gibi Türkiye halklarının kardeşliğini savunan Ragıp Zarakolu, Büşra Ersanlı ve yüzlerce insanı demir parmaklıklar ardında tutsak etmektedir.
Adalet sistemi, kapitalist düzende egemen yapının kendisini yeniden üretmek için başvurduğu insanlık karşıtı yolları ortaya çıkartmaya çalışan gazetecilerin de karşısında taştan duvara dönüşmektedir. Ahmet Şık, Nedim Şener ve onlarca gazeteci sadece egemen yapının çirkin yüzünü topluma gösteremesinler diye “yüce” adalet sistemi tarafından tutsak edilmişlerdir.
Davutpaşa’da, Ostim’de, Tuzla’da, Elbistan’da; Zonguldak, Balıkesir, Bursa madenlerinde ve Türkiye’nin dört bir yanında ekmek parası için iş cinayetlerine kurban edilenler; sigortasız, asgari ücretin bile çok altında günde 10-12 saat çalıştırılan, hiçbir gerekçe gösterilmeden işten atılan ve sendikalaşması engellenen emekçilerin karşısında da adalet sistemi yine duvarını örmekte ve tüm bunların sorumlusu olan sermayeyi koruması altına almaktadır. Aynı duvar parasız eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, barınma, ulaşım hakkı isteyenler için de en heybetli biçimde örülmekte ve bu talepleri dile getirmek de yıllarca tutsak edilmenin gerekçesi haline gelmektedir.
Adalet sisteminin egemenlerin çıkarını korumak için ördüğü duvar deresine, ormanına, toprağına yani yaşamına sahip çıkanların karşısına da dikilmektedir. Altın madencileri, HES’ciler adalet sisteminin kendilerine açtığı yoldan yürümekte ve hızla Anadolu’nun taşını, toprağını zehirlemekte, suyunu kurutmaktadır. Buna karşı koymaya çalışanları da “suçlu” olarak itham edip demir parmaklıklar ardına gönderebilmektedir.
Adalet sistemi insanın, toplumun, doğanın karşısında olanların koruyucusu haline gelince sokaklarla birlikte mahkeme salonları, mahkeme binalarının önü de toplumsal mücadelenin alanları haline dönüşmektedir. Çünkü artık insanlar adalet sisteminin adaletine inanmamaktadır. Adalet sistemine işi düşenlerin gözü arkadadır, bu yüzden de yargılamayı gözleriyle görmek; adaletsiz kararlar karşısında tepkilerini doğrudan göstermek istemektedir. Artık takvim sayfalarını mahkeme tarihleri doldurmaktadır. Bir gün gazetecilerin, ertesi gün derelerini savunanların, daha sonraki gün parasız eğitim isteyen öğrencilerin, bir başka gün Davutpaşa’da ölen işçilerin, daha sonra halkların kardeşliği savunucularının diyerek liste uzayıp gitmektedir…
***
Adalet sisteminin ördüğü duvarı aşma çabalarından biri de 26 Ocak Perşembe günü Kocaeli Adliyesinde gerçekleşecektir. Hatırlanacağı üzere Kocaeli Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, Dilovası’da yürüttüğü bir çalışmada yoğun endüstrileşmenin olduğu bu bölgede annelerin ilk sütü ve bebeklerin ilk kakalarında bazı ağır metaller ve eser elementlerin bulunduğunu saptamıştır. Yani bu bölgede yaşayan insanların kanser başta olmak üzere ölümcül olabilecek birçok hastalığa yakalanma riskinin yüksek olduğunu ortaya koymuştur. Kocaeli Belediye Başkanı bu konuda şu tepkiyi göstermiştir: “Birileri çıkıp anne sütünde ve bebeklerin dışkılarında ağır metallere rastlandı diyor, ancak hiçbir dayanağı yok, hiçbir belgesi yok… Sadece adı profesör… Şarlatanlık yapıyor, şov yapıyor, bilim adamı şarlatanlık, şov yapmaz, ideolojik davranmaz.”
Kocaeli Belediye Başkanı halkın sağlığına duyarsız kaldığı gibi bu bölgedeki sanayi işletmelerini koruma güdüsüyle bir bilim adamına halk sağlığına ilişkin çok ciddi bir tehdidi ortaya koyduğu için hakaret etmiştir. İşte 26 Ocakta Kocaeli Adliyesinde görülecek dava Onur Hamzaoğlu’nun Belediye Başkanına karşı açmış olduğu hakaret davasının dördüncü duruşmasıdır. İlk üç duruşmada Hamzaoğlu’nun gerçekleştirmiş olduğu araştırmanın bilimsel olduğu ve gerçeği yansıttığı ortadayken ve Belediye Başkanının da hakareti sabitken mahkeme karar verememiştir. Muhtemelen 26 Ocakta nihai karar verilecektir. Bu davada verilecek karar, Türkiye’de toplumun yararı gözetilerek yapılan bilimsel çalışmaların tümü için son derece önemlidir. Adalet sistemi burada ya toplum için yapılan bilimsel çalışmalara “şarlatanlık” denmesine karşı çıkacak ve bunu söyleyeni cezalandıracaktır ya da toplumun çıkarları doğrultusunda yapılan bilimsel çalışmalara yönelik “şarlatanlık” nitelenmesini onaylayacaktır. Bu davaya sahip çıkmak iki yönden son derece önemlidir:
Birincisi; bilimin “şarlatanlık” olarak niteleyenlerin cezalandırılmadığı bir ülkede bilimsel özgürlükten söz etmek mümkün değildir. Bu nedenle bu dava Türkiye’de üniversitenin ve bilimin onur mücadelesinin çok önemli bir parçası haline gelmiştir.
İkincisi; Bilimin onurunu koruyamadığı yani bilimsel özgürlüğün olmadığı bir ülkede sadece egemenlerin bilimi yapılabilir. Egemenlerin bilimi ise insanın, emeğin ve doğanın daha çok sömürülmesine hizmet eder.
İşte tüm bu nedenlerle 26 Ocakta görülecek dava sadece “onurunu” savunan bilimcilerin değil; adalet sisteminin önüne duvar ördüğü tüm toplum kesimlerinin davasıdır. Bu nedenle emekten ve doğadan yana demokrasi ve insan haklarını savunan tüm örgütlerin (temsilen değil kitlesel olarak) 26 Ocak saat 11.00’de Kocaeli Adliyesinde olması gerekir!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder