27/01/2012
Başbakan Erdoğan, Ermeni Soykırımı iddialarına ilişkin olarak 16 Mart 2010 tarihinde BBC Türkçe servisine yaptığı açıklamada aynen şunları söylüyor: “Bakın benim ülkemde 170 bin Ermeni var; bunların 70 bini benim vatandaşımdır. Ama yüz binini biz ülkemizde şu anda idare ediyoruz. E ne yapacağım ben yarın, gerekirse bu yüz binine ‘Hadi siz de memleketinize’ diyeceğim; bunu yapacağım. Niye? Benim vatandaşım değil bunlar... Ülkemde de tutmak zorunda değilim.”(1)
Başbakan bu ifadeleriyle Ermenistan ve Soykırım iddialarını tanımak isteyen ülkelere karşı, ekmek parası için Türkiye’ye gelmiş ve yasal göçü zorlaştıran mevzuat nedeniyle “kaçak” konumuna düşürülmüş Ermenistanlı emekçileri koz olarak kullanıyor. Zaten Başbakanın bu konuşmasının ardından AKP Dış İlişkiler Başkan Yardımcısı Suat Kınıklıoğlu yazılı bir açıklama yaparak Başbakanın bugünden yarına yapılacak bir şeyden bahsetmediğini, soykırım karar tasarılarının gündemde olduğu bir dönemde kamuoyuna hatırlatma gereği duyduğunu bildiriyor. Dönemin Çalışma Bakanı Ömer Dinçer de Başbakanın açıklamasını destekliyor ve şöyle diyor: “Türkiye’nin (Ermenistan’la) barışı korumak konusunda çabası yoğun ama istiyorsa elinde birçok kartı birçok kozu var. Bunları kullanmıyor. Başbakan bu kozlardan bir tanesini ifade ediyor.” Dinçer sözlerine “Bizim işçimiz evine ekmeği zor götürürken, yabancıya göz yummayız” diyerek devam ediyor (2).
Başbakanın yaklaşık iki yıl önce soykırım tasarılarına karşı (Dinçer’in tabiriyle) “koz” olarak kullandığı Ermenistanlı emekçileri sınır dışı etme tehdidi Fransa’da Ermeni Soykırımını inkar yasasının çıkartıldığı bugünlerde yürürlüğe girecek bir düzenlemeyle yaşama geçirilmektedir. 1 Şubat 2012’de yürürlüğe girecek olan “5683 Sayılı Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun”da yapılan değişiklikle birlikte Türkiye’de ‘izinsiz’ çalışan 100 bine yakın Ermenistan vatandaşı ile Gürcistan, Ukrayna, Moldovya, Endonezya gibi ülkelerden gelerek çeşitli işlerde çalışan emekçiler işlerini kaybetme ve sınır dışı edilme tehdidiyle karşı karşıya kalmaktadır.
Çalışma Bakanlığı yetkilileri Kanunda yapılan bu değişikliğin gerekçesini, yurt dışına döviz çıkışının önüne geçilmesi, kayıt dışı çalışmanın engellenmesi ve Türk vatandaşlarının iş bulmasının kolaylaştırılması olarak açıklamaktadır. Yani eski Çalışma Bakanı Dinçer’in yukarıda da yer verdiğimiz “Bizim işçimiz evine ekmeği zor götürürken, yabancıya göz yummayız“ anlayışını Bakanlık savunmaya devam etmektedir.
Her şeyden önce belirtmek gerekir ki “Bizim işçimizin işi, bizim işçimizin ekmeği” gibi söylemlerle yabancı emekçilerin hedef gösterilmesi kapitalist üretim sisteminin en başından bu yana burjuvazinin emekçileri birbirine düşürmek için kullandığı bir yöntemdir. Kapitalizm; önce emekçileri işsizleştirerek, yoksullaştırarak ya da siyasi nedenlerle sürgün ederek göçe zorlar, sonra da onları “kaçak” konumuna düşürüp başka ülkelerde en ucuz emek gücü olarak kullanır. Böylece göçmen işçilerin yedek işgücü ordusuna katıldıkları göç alan ülkelerde genel ücret düzeyi de çalışma standartları da düşer. Bundan kârlı çıkan ise her zaman sermaye olur.
Ne zaman ki çalışma standartları ve ücretler yeterince düşüp, işsizlik toplumsal bir sorun haline gelir ya da siyasi çıkarlar gereği milliyetçilik duygularını yükseltmek gerekir; işte o zaman kârları yükseltmek için kullanılan yabancı işçiler hedef haline getirilir. Böylece siyasi iktidarlar emekçiler başta olmak üzere toplumun geniş kesimlerinin çıkarlarına aykırı icraatlarının üzerini örtmüş olurlar. Başbakan’ın Ermenistanlı emekçileri hedef haline getirmesi ve yabancı kaçak işçileri sınır dışı etmeye yönelik düzenlemeye gerekçe olarak Türkiyeli işçilerin çıkarının gösterilmesinin ardında işte bu nedenler vardır(!)
Söz konusu yasa değişikliği Türkiye’de “kaçak” konumuna düşürülmüş tüm yabancı işçileri kapsamaktadır. Ancak özellikle hedef gösterilmeleri zaten diğer yabancı göçmenlere göre daha da dışlanmış olan Ermenistanlı emekçilere yönelik ayrımcılığı ve baskıları daha da arttıracaktır.
Maalesef şimdiye kadar ne demokrasi ve insan hakları savunucuları ne de sendikalar bu konuda kayda değer hiçbir tepkide bulunmamışlardır. Oysa ortada insani sonuçları belki de 6-7 Eylül olaylarına benzeyebilecek bir tehlike vardır. Her fırsatta -haklı olarak- 6-7 Eylül olaylarını gündeme getirip, tarihteki bu kara lekeyi silmek için çabalayanlar, o döneme benzer koşulların bugün de yaratılmakta olduğunu görmek zorundadır(!) Sendikalar da sınıf örgütü olmanın gereğini yerine getirerek ırk, din, cinsiyet ayrımı yapmadan emekçilerin haklarını savunmaları gerekir. Irkçı, şoven yaklaşımlar, işçi sınıfının karşısındaki en büyük tehlikedir ve sendikalar bununla mücadele etmelidir. En kötü koşullarda çalışmaya mahkum edilmiş, hele de özellikle hedef gösterilmiş göçmen işçilerin hakları savunulmadan Türkiye’de demokrasiden, insan haklarından ve sınıf mücadelesinden söz etmek mümkün değildir(!)
(1)http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2010/03/100316_bbc_erdogan_intw_update.shtml
(2)http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2010/03/100317_turkey_armenians.shtml
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder