7 Aralık 2012 Cuma

Sendikacılık tartışmaları üzerine (2)




ÖZGÜRCE
7/12/2012
Sinan Alçın’ın da belirttiği gibi işçi sınıfını, mücadeleyi ve sendikaları köşe yazılarının sınırlılığı içinde tartışmak son derece zordur. Ancak kapitalist üretim sistemi ve buna bağlı olarak siyaset ve ideolojilerde yani toplumsal yapının bütününde, büyük bir değişim ve çalkalanmanın yaşandığı bir dönemin içinden geçilmektedir. Belki de önümüzdeki yüzlerce yılı etkileyecek böylesine büyük değişim ve çalkalanma sürecinde, tarihi değiştirme gücüne sahip olduğunu birçok kez kanıtlamış işçi sınıfı ve onun öz örgütü sendikaların içinde bulunduğu ürpertici sessizliği ve tepkisizliği sorgulamamak, tartışmamak en az durumun kendisi kadar hazindir. İşte bu nedenle işçi sınıfının ve sendikaların durumunu, akademinin kalın duvarları ardına sıkışmadan topluma en açık biçimde sorgulamaya ve tartışmaya devam etmenin bu konulara kafa yoran akademisyen, gazeteci, yazar ve sendika uzmanlarının sorumluluğu olduğunu düşünüyorum.
Sevgili Sinan’ın 4 Aralık’taki yazısında yer verdiği üzere üretim süreci dışında kapitalizmin yarattığı tahribata karşı yürütülen anti-kapitalist mücadeleler değerlidir ancak üretim sürecindeki çelişkilerle bağı kurulmadıkça bir dönüşüm sağlaması mümkün değildir. Bu nedenle sistem, üretim sürecinde örgütlenmeyi engellemek için büyük çaba gösterir. Küreselleşme adı altında üretimin, emeğin örgütsüz ve dolayısıyla ucuz olduğu alanlara kaydırılması ya da Türkiye’de olduğu gibi darbelerle işçi sınıfının sendikal ve siyasal örgütlenmesinin baskı altına alınması bu çabaların en çarpıcı örnekleridir. Küreselleşme sürecinde özellikle imalat sanayinde sermayenin yatırım özgürlüğünün sınırsızlığı tüm dünya emekçilerini birbirine rakip hale getirirken; sendikaların ulusal sınırlar içerisine hapsolmaları üretken emeğin örgütlenme ve mücadele gücünü kırmıştır. O halde işçi sınıfının yeniden değiştirme gücüne sahip olabilmesi için öncelikle sendikaların, ulusal sınırları (ve elbette ulusalcı yaklaşımlarını) aşıp emeğin uluslararası düzeyde örgütlemesini sağlaması gerekir. Hâlihazırda kurulu ITUC ve ETUC gibi uluslararası sendikal örgütlenmeler mevcuttur. Ancak bunlar küreselleşme sürecinde sermaye ile uzlaşarak küresel sömürüyü meşrulaştırmışlardır.   Küreselleşme sürecinde üretimin emeğin örgütsüz olduğu alanlara kaymasıyla birlikte merkez ve yarı çevre ülkelerde beyaz yakalı (üretken olmayan) emekçilerin işgücü piyasasındaki yoğunluğu artmıştır. Beyaz yakalılar iki nedenle örgütlenmekten uzak durmaktadır. 1.’si daha eğitimli olan bu kesim örgütlenip diğer emekçilerle dayanışmak yerine bireysel çabalarla kariyer edinip üstünlük sağlama ya da kendisini kurtarma eğilimindedir. 2.’si ise sendikalar hala fordist dönemin alışkanlıklarıyla hareket etmekte ve beyaz yakalı hizmet emekçilerini örgütlemek ve onları temsil etmek konusunda yetersiz kalmaktadır. Ancak son dönemde eğitimci, sağlıkçı, mühendis, sporcu, sanatçı, yargıç ve hatta polislerin sendikalarda örgütlenme çabalarının gösterdiği gibi beyaz yakalılar da bireysel çıkış yolunun kalmadığını görmüş ve sınıfın sürekli mücadele örgütleri olan sendikalarda bir araya gelmeye başlamıştır.
Sinan’ın dile getirdiği gibi beyaz yakalılardan oluşan ve dolayısıyla üretken olmayan bu kesimlerin sınıf bilincine ne kadar sahip olduğu ve bunların gerçekten hayatı (çarkı) durdurabilme gücünün olup olmadığı sorusu önümüzde durmaktadır. Ancak şimdilik şu kadarını belirtmek gerekir ki sınıf bilincinden yoksunluk, sadece yaka rengi ile açıklanamaz; zira aynı sorun mavi yakalı işçilerin çok önemli bir bölümü için geçerlidir. Öte yandan bugün örneğin banka çalışanlarının yapacağı bir grev, hayatı (çarkı) durdurması bakımından bir fabrikada gerçekleşecek grevden çok daha etkili olacaktır (!)

Hiç yorum yok: