13 Aralık 2012 Perşembe

Sendikaları tartışmanın dayanılmaz ağırlığı


ÖZGÜRCE
14/12/2012

Üç haftadır Sinan Alçın’la sendikaları tartışmaya çalışıyoruz. Bu tartışmalar sırasında amacımız, işçi sınıfının mücadele aracı olarak tarif edilen sendikaların, bugün tartışılmaya bile değer bulunmadığı karamsar havayı bir ölçüde de olsa aşıp; en azından sendikaları yeniden düşünmeye teşvik etmekti. Bunu yaparken de sendika(cı)ları suçlama kolaycılığına düşmeden (köşe yazısının sınırlılığı içinde) yapısal sorunları gündeme getirmeyi arzuladık. Ancak bu tartışmalar sırasında (kendi adıma söyleyeyim) bir kez daha gördüm ki sendikaları gündeme alıp tartışmanın ağırlığı dayanılmaz ölçülerdedir.
Sendikaları tartışmanın getirdiği ağırlığın birkaç temel nedeni sayılabilir: Bunlardan birincisi sınıf ve sendika konularının ele alınması birbirine bağlantılı da olsa birçok değişkenin (üretim sistemi, devletin konumu, emeğin nitel ve nicel yapısı vs) analizini gerektirir. Bu analiz yapılmadığı zaman belki sorunun kaynağını oluşturduğu düşünülen “suçlular” bulunulabilir; ama bunun sorunun çözümüne bir katkısı olamaz. İkinci neden, sendikalara yönelik güvenin büyük ölçüde kırılmış olmasıdır. Zira özellikle 1980’lerden bu yana sendikalar, emekçi kesimlerin sorunlarına çözüm olabilecek bir mücadeleyi örgütlemediği gibi sermaye ile uzlaşma içinde emekçilerin haklarının ellerinden alınmasını meşrulaştırmıştır. Bu nedenle çok geniş bir emekçi kesimi sendikalardan uzak durmaktadır. Üçüncü olarak ise aslında diğer ikisiyle neden sonuç ilişkisi de bulunan sendikalardaki sınıfa karşı yabancılaşma ve bürokratikleşmedir. Bu da sendikaların emekçilerden ve dolayısıyla sınıftan uzaklaşmasına ve hatta kopmasına neden olmaktadır.
İşte bu nedenlerle sendikalar üzerine yürütülen tartışmalara muhatap bulmak son derece zordur. Zira sendikalardan umudunu kesmiş emekçiler de sendikaların mücadele içindeki “hazin” durumunu dert edinmeyen, sınıfa yabancılaşmış sendikacılar da bu tartışmalardan uzak durmaktadır. Bu durumda da sendikaları tartışmak, kendi konuşup kendi dinleme haline dönüşmekte ya da akademik çalışmaların konusu olmanın ötesine geçememektedir.
Sendikalara yönelik bu tartışma benim sporcu, sanatçı, polis, yargıçlar dahil olmak üzere emek piyasasında yoğunluğu artan ve hızla proleterleşen beyaz yakalıların “sendika” kurma çabalarını gündeme getirdiğim yazıma Sinan Alçın’ın verdiği yanıtla başlamıştı. O yazı, “Bundan sonra gereken yaka rengi (mavi ya da beyaz) ya da toplumsal işbölümü içindeki yeri ne olursa olsun, kendisini sınıfın içinde gören ve mücadele için sınıfın araçlarını kullanmayı seçen herkesin mücadelesinin ortaklaşması gerekir” cümlesiyle bitiyordu. Bu cümledeki düşünceleri aynen savunmaya devam ediyorum elbette. Sendikaların durumu içinde bulunduğumuz dönemde ne kadar hazin olursa olsun; emekçilerin tarihin en yoğun sömürüsüyle karşı karşıya olduğu bir süreçte mücadeleyi yeniden yükselteceklerine kuşkum yoktur. İşte mücadelenin yeniden yükseleceği bu döneme ulaşmayı hızlandırmak ve hazırlıklı olabilmek için de tüm ağırlığına rağmen sendikaları tartışmaya devam etmek gerekmektedir(!)

Hiç yorum yok: