8 Mayıs 2014 Perşembe

1 Mayıs’ta baskı ve şiddet borsayı yükseltti...


ÖZGÜRCE
09/05/2014

Hükümet 1 Mayıs’ta emekçilere uyguladığı şiddetin meyvesini 2 Mayıs’ta borsanın yeniden 17 Aralık öncesindeki seviyeye yükselmesiyle aldı. İşçilere uygulanan şiddetle borsanın yükselmesi arasında nasıl bir ilişki mi var? Borsanın yükselmesi ya da düşmesi büyük ölçüde Türkiye’ye sermaye giriş-çıkışına bağlı. Sermayedarların kararlarını belirleyense ne kadar kâr edebileceği. Hangi ülkede daha fazla kâr edebilecekse sermaye oraya gidiyor. Ülkeler de bu sermayeyi çekebilmek için birbirleriyle rekabet ediyor. Rekabet, sermayeye daha fazla kâr edebilmesi için en uygun koşulları sağlamak üzerine. Yani sermayeden alınan vergi ne kadar düşük, enerji ve hammadde ne kadar ucuz, ticaret ne kadar serbest ve en önemlisi emek maliyeti ne kadar ucuzsa sermaye o ülkeye gidiyor. 

Türkiye, 24 Ocak 1980 kararlarından beridir, küresel rekabette öne çıkabilmenin; sermaye için en cazip ülke olabilmenin koşullarını yaratmaya odaklanmış durumda. Bunun önündeki en büyük engel Türkiye’de yaşayan insanlar. Çünkü sermayeye cazip hale gelmenin bedeli; ormanların yok olması, havanın, suyun, toprağın geri dönülemez biçimde tahrip edilmesi ve emeğiyle geçinen toplumun çok geniş kesimlerinin sosyal haklarını kaybedip, daha ucuza daha kötü koşullarda çalıştırılması. Diğer bir değişle doğanın canlılar için yaşanamaz bir hale gelmesi, insanların sağlıklı yaşam olanaklarından yoksun kalması ve iş, gelir, sosyal güvencelerini kaybederek yoksullaşmaları. İnsanlar elbette bu bedeli ödemek istemeyecek; sermayenin daha fazla kâr etmesi için doğal yaşam kaynaklarını kaybetmeyi, güvencesiz bir geleceği ve yoksullaşmayı kabul etmeyeceklerdir. 

12 Eylül darbesi ve şekil değiştirerek de olsa bugünlere kadar süren darbe rejimi, küresel rekabet politikalarına rıza göstermeyenleri baskılayarak zorla razı etmeyi ve böylece “siyasi istikrarı” sağlamayı amaçlamaktadır. Baskılar sadece fiziki şiddeti içermemektedir; basın ve üniversite baskı altına alınarak toplumun doğru bilgi edinmesi; sendikalar, demokratik kitle örgütleri baskılanarak örgütlenme özgürlüğü engellenmektedir. Öte yandan toplum içinde etnik köken, din, mezhep ayrışması üzerinden halklar birbirine düşmanlaştırılarak bölünmeye çalışılmaktadır.

AKP, 12 yıllık iktidarında 24 Ocak kararlarının ve 12 Eylül baskı rejiminin mirasçısı olduğunu göstermiştir. 2001 krizi sonrasında Kemal Derviş tarafından alt yapısı oluşturulan yapısal uyum programının sıkı takipçisi olan AKP’nin iktidarı döneminde özelleştirmeler hızla tamamlanmış, çalışma yaşamını esnekleştiren, emekçileri güvencesiz çalışmaya mahkum eden, sosyal güvenceyi ve sağlık güvencesini ortadan kaldıran yasal düzenlemeler yapılmıştır. Öte yandan nükleer santral, termik santral ve HES’ler; denetimsiz sanayi kuruluşları, siyanürlü madencilik, yol, köprü, gökdelen vs. derken ne kırda ne de kentte havası, toprağı, suyu kirlenmedik alan kalmıştır. Bu ağır bedelin karşılığında Türkiye sermaye için cazip hale gelmekte önemli ilerleme kaydetmiştir. Örneğin Dünya Ekonomi Formu tarafından oluşturulan Küresel Rekabet Endeksi’ne göre Türkiye, rekabet edebilirlik sıralamasında 2005 yılında 71. iken AKP’nin uygulamaları sayesinde 2012 yılında 43. sıraya yükselmiştir.

Küresel rekabette öne çıkarak ülkeyi sermayeye cazip hale getirmenin ağır bedeli karşısında toplumsal tepkiyi en aza indirerek siyasi istikrarı sürdürmek konusunda AKP’nin dünyada “en başarılı” hükümetlerden biri olduğu söylenebilir. Bu “başarının” formülü yukarıda belirttiğimiz gibi AKP’nin farklı görünümler altında da olsa 12 Eylül baskı rejimini sürdürmesidir. 
1 Mayıs 2014 bu politikaların uygulanmasının açık örneğidir. 1 Mayıs öncesinde hükümet, farklı iş kollarından mavi yakalı, beyaz yakalı, farklı inanç, kimlik ve cinsiyetten emekçilerin bir araya gelerek ortaklaştırdıkları taleplerini hep bir ağızdan haykırmalarını engellemek istedi. Çünkü özellikle Gezi direnişi ve 17 Aralık operasyonları sonrasında AKP, sermayenin büyük önem verdiği istikrarı sağlamak konusundaki itibarını önemli ölçüde yitirmişti. Emekçilerin bir arada olduğu ve AKP’nin 12 yıldır süren emek ve doğa düşmanı politikalarına; hırsızlığa, yolsuzluğa karşı tepkilerini özellikle en büyük emekçi kenti İstanbul’da haykırması bu itibarın daha da yitirilmesine neden olacaktı. Bunun önlemenin yolu önce emekçileri bölmek, sonra da baskı ve şiddet yoluyla onların bir araya gelmesini engellemekti. 

AKP, emekçilerin 1 Mayıs’ta bir araya gelmelerini engellemek, emekçileri bölmek için burjuvazinin klasik aracı milliyetçiliği kullandı. Bunu yaparken de Kürt sorununda hep yaptığı gibi “ikiyüzlü” bir politika izledi. Bir taraftan AKP yandaşı Türk-İş yönetimi Başbakanla görüşmesinin ardından Kürtçe bildiri okunacağı gerekçesiyle başka alanlara yöneldi. Diğer taraftan ise yine AKP yandaşı Memur-Sen, Kürtlere şirin gözükme düşüncesiyle merkezi olarak Diyarbakır’da miting düzenledi. Yandaş sendikalardan bir diğeri Hak-İş ise İslami kanada şirinlik mesajı vermek üzere Kayseri’de toplandı. Bu örgütlere üye olmayanların ise -tüm dünyaya görünür olacakları- Taksim Meydanı’nda bir araya gelmelerini engellemek için önce büyük bir korkutma operasyonu yapıldı. Buna rağmen Taksim’de 1 Mayıs’ı kutlamak isteyenlere ise tarihte eşine zor rastlanır bir baskı ortamı oluşturuldu ve şiddet uygulandı.

İşte 39 bin polis, onlarca TOMA ve silahla oluşturulan baskı ve şiddet sayesinde emekçilerin bir araya gelmesinin engellenmesi, AKP’nin -zor kullanarak da olsa- ülkeyi sermayeye cazip hale getirmenin bedelini ödemek istemeyenleri bastırabildiğini gösterdi. Sermaye de AKP’nin bu “başarısına” cevabı 2 Mayıs’ta verdi ve borsa yükseldi, döviz bir miktar da olsa düştü. Bunun hemen ardından da Hükümetin kamuda esnek çalışma düzeni, kiralık işçi bürolarını da içeren yeni bir paketi gündeme getireceği haberleri geldi. 

Sözün özü: AKP, 30 Mart’ta sandıkta kendisini “ak”lamayanları, sesini yükseltenleri -1937 Dersim Tertelesi’ne benzer bir anlayışla- gaza boğarak dize getirmeye çalıştı. Şimdilik başardı gibi görünüyor. Ama Kürt illerinde HDP milletvekili ve belediye başkanlarının katılımıyla gerçekleştirilen ve Newroz coşkusunu anımsatan 1 Mayıs’lar, halkları düşmanlaştırarak sınıf mücadelesini kırma planının bozulduğunun işaretidir. Artık Türkiye halkları sermayenin çıkarları için bedel ödememe mücadelesinde birlikte ve çok daha güçlü. Yani Deniz’in son nefesinde söylediği “Yaşasın Kürt ve Türk halklarının bağımsızlık mücadelesi”ne şimdi çok daha yakınız.

Hiç yorum yok: