15 Mayıs 2014 Perşembe

Soma’dan yükselen öfke…

ÖZGÜRCE
16/05/2014
Her ölüm arkasında hüzün bırakır. Bazı ölümlerse arkasında hüzünle birlikte öfke ve suçluluk da bırakır, iş cinayetinden ölümler de böyledir. Geride kalanlar sevdiklerini kaybetmiş olmanın üzüntüsünü, acısını yaşarlar ama bununla birlikte, çoğu zaman seslendiremeseler de bu ölümün doğal ölüm olmadığını bilirler ama kendilerini ölümün kader olduğuna inandırmaya çalışırlar. Çünkü çaresizdirler, ölümün başkanının suçu ya da sorumluluğu olduğunu kabullenirlerse hesap sormaları, isyan etmeleri gerekir. İş cinayetiyle ölümün ardında suçluluk da bırakır. Bu suçluluk ölüme neden olan işverenin, buna ortam hazırlayan devlet yetkililerinin ya da gereken mücadeleyi örgütlemeyen sendikacıların kendilerini suçlu hissetmesi değildir elbette. Onlar suçluluk hissetmez zira, yaptıkları ya da yapmadıklarıyla o işçileri bilerek ölüme göndermiş veya sonucu ölüm olacağını bildikleri koşullara göz yummuşlardır. Suçluluk duygusunu yaşayan, onu ölüme götüren koşullara rıza göstermesinin yiyecekleri ekmek, giyecekleri elbise, oynayacakları oyuncak olduğunu düşünen eştir, çocuklardır. 
İş cinayetine kurban giden her bir işçinin ardından yaşanan bu duygular Soma’da yüze, beş yüze, bine katlandı. Hastane bahçesinde ambulans sirenleri kesilip, madenden canlı olarak çıkma umutları tükendikçe gözlere hüzün, öfke ve suçluluk çökmeye başladı. Herkes kendi hüznünü, öfkesini, suçluluğunu kendi içinde yaşıyordu, sessizce…
İşçi yakınlarının yürekleri bir tarafta kömür gibi için için yanarken, diğer tarafta devlet bu insanların içlerindeki öfkenin dışa vurmasını ve öfkelerin bir araya gelerek gerçek suçluya yönelmesini engellemeye çalışıyordu. Yapılan açıklamalarla gerçekler gizleniyor, çarpıtılıyor ve bu insanlar yaşananın bir kaza, bir facia olduğuna ikna edilmeye çalışılıyordu. Yaşanan acının, öfkenin, suçluluk duygusunun bu insanların içlerinde kalması isteniyordu. Öte yanda çevre il ve ilçelerden getirilen binlerce polis ve jandarmayla, barikatlarla bu insanlar üzerinde baskı oluşturularak yine öfkenin açığa çıkması engellenmeye çalışılıyordu. Çünkü o öfke açığa çıkar bir de örgütlenirse hangi otoriter yöntem kullanılırsa kullanılsın bir daha sindirilemeyeceği çok iyi biliniyordu.
Saatler geçtikçe hükümet tarafından yapılan açıklamaların gerçeği yansıtmadığı ortaya çıkmaya başladı. Başbakan hemen ayrıldıktan sonra gittiğimiz maden sahasında öfkenin içten içe tepkiye dönüşmeye başladığına tanık olmuştuk. Başbakan madenin ardından şehir merkezine geldiğinde insanların içlerine hapsedilmeye çalışılan öfke patladı. Onca polisiye önlem, gerçekleri çarpıtmak için onca çaba boşa gitmişti. Geriye yapacak tek şey vardı, o da Başbakana ve hükümete yönelik tepkileri yandaş medya sayesinde örtbas etmek ve işçilerinin ailelerinden çıkıp Türkiye’nin dört bir yanına yayılan öfkeyi ve tepkiyi baskılamak.
Ama nafile, yüzlerce emekçinin canı, binlerce çocuğun, yarenin, annenin, babanın, kardeşin hüznü, öfkesi artık tüm Türkiye halklarının hüznü, öfkesi olmuştu. Cizre’den, Batman’dan, Zonguldak’a, Antalya’ya İstanbul’a kadar tüm Türkiye bu öfkeyle yaşanan katliamın faillerinin hesap vermesini için sokaklara döküldü. Artık şu çok iyi anlaşıldı ki gerçek suçlular hesap vermedikçe bu cinayetler katliamlar devam edecek, daha pek çok can kaybedilecek, pek çok çocuk babasından almasından istediği ayakkabının, dondurmanın suçluluğunu hissederek büyüyecektir.  Gerçek suçluların hesap vermesinin yolu ise öfkeleri örgütlemek ve tek bir ses olarak haykırmaktır.

Hiç yorum yok: