22 Mayıs 2014 Perşembe

İşçi katliamlarında akademinin sorumluluğu



ÖZGÜRCE
23/05/2014

Soma’da yaşanan Türkiye’nin en büyük işçi katliamının ardından, bu katliamın gerçek faillerinin kim olduğu sorgulanmaya başlandı. Patron, başbakan, enerji bakanı, çalışma bakanı, bakanlık bürokratları, TKİ yönetimi vs… 

Peki, adına üniversite denen yüksek duvarlar içinde, arada bir öğrenci olaylarıyla, arada bir de reklamlarda diş macunu kalitesi onaylayan kurum olarak adını duyduğumuz üniversitenin ve akademisyen denen kesimin hiç mi sorumluluğu yoktu bu ve benzeri katliamlarda? 

Elbet vardır, olmaz olur mu? İsminin başında koca koca unvanlarla ekran başına geçen “hoca”lara hâlâ bu toplum, “Bilim insanıdır, objektif değerlendirir, bizim haklarımızı da gözetir” düşüncesiyle bakmakta, onların görüşlerini kabullenmektedir. Mühendisler, öğretmenler, doktorlar, savcılar, hakimler, sosyologlar, iktisatçılar üniversite yıllarında bu hocaların kendilerine aktardığı bilgileri “doğru” kabul ederek mesleklerini icra etmektedir. Öte yandan siyasi iktidar tarafından çıkartılan bütün yasaların hazırlığında ve bu yasaların uygulanması üzerine hüküm oluşturmada yine bu hocalar katkı sunmaktadır.

YÖK düzeninden bu yana üniversite, bir taraftan devlet başta olmak üzere tüm kurumların piyasa çıkarlarına göre düzenlenmesinde önemli rol oynadı, ama aynı zamanda kendisi de piyasanın kurallarının içinde işler hale geldi. Böylece akademi, toplumdan, onun çıkarlarını gözetmekten uzaklaştı, sermayenin çıkarları doğrultusunda bilgi üretip, sunmaya başladı. Sermayenin çıkarlarıyla toplumun çıkarları arasındaki çelişki derinleştikçe akademi ve akademisyen de toplumla arasına duvarlar ördü, yabancılaştı.  

Soma katliamının ardından İTÜ öğrencilerinin gerçekleştirdiği eylem, akademinin bu durumunu topluma yansıtması bakımından son derece değerlidir. Evet, üniversite-sanayi iş birliği içerisindeki diğer birçok üniversite gibi İTÜ’de de proje karşılığında verdiği bir miktar maddi destek sayesinde sermayenin istekleri, çıkarları “bilimsel doğru” kabul edilerek tüm akademik faaliyetleri yönlendirmektedir. Soma AŞ patronu da yine bu bağlantılar üzerinden Maden Fakültesi yönetiminde yer almış; bir taraftan düzenlenen seminerlerde uyguladığı insanlık dışı üretim sistemini bir başarı hikayesi olarak öğrencilere sunarken; diğer taraftan, ARGE adı altında doğa ve emek sömürüsünü daha fazla arttırması için üniversitenin olanaklarından yararlanmıştır. Bu durum akademik özgürlüklerin sermayeye pazarlanmasının açık bir örneğidir. Akademisyenlerin bu koşullar içinde objektif çalışmalar yapabilmesi, üniversiteden mezun olan mühendislerin sahadaki koşulları işçilerin ve toplumun yararı çerçevesinden sorgulaması, değerlendirmesi neredeyse imkansızdır.

Bugüne kadar gerçekleşmiş ve bundan sonra gerçekleşecek işçi katliamlarında sosyal bilimler (iktisat, hukuk, sosyoloji vs.) alanındaki akademisyenlerin sorumluluğu mühendislik gibi teknik alanlardan çok daha fazladır. Zira işçi katliamlarıyla sonuçlanan üretim sistemini ve toplum düzenini meşrulaştıran, bunun hukuki alt yapısını oluşturanlar sosyal bilimcilerdir. Sosyal bilimcilerin büyük çoğunluğu toplumsal ilişkilerin belirleyicisi olan üretim ilişkilerini ve sınıflar arası çelişkileri görmezden gelir. Onlar için egemen güç, dogma haline gelmiştir, alternatifi düşünülemez. Hal böyle olunca da bilim, egemen gücün yeniden üretilmesinden öteye geçemez ve sosyal bilimler alanındaki akademisyenler toplumsal eşitsizliklerin daha da derinleşmesine hizmet etmiş olurlar.

Soma örneğinden hareket edersek, burada katliama neden olan koşulların en başında, işçilerin üretim süreci içinde hiçbir söz hakkına sahip olamaması ve patronun kâr hırsıyla dayattığı insanlık dışı koşullara, yaşamı pahasına rıza göstermek zorunda kalması gelmektedir. Türkiye’de bunu yaratan koşullar, 24 Ocak 1980 ekonomik kararları ve12 Eylül darbe rejimiyle başlar 1994 ve 2001 krizleri sonrasında hızlanarak devam eder. Emekçileri baskı altına tutarak sahip oldukları hakları ellerinden alan ve onları bir dilim ekmek için ölümüne çalışmak zorunda bırakan antidemokratik düzen, maddi olanaklar ya da akademik kariyer kaygısıyla sosyal bilimcilerin büyük bölümü tarafından kabullenilmiştir. İş Kanunu, SSGSS gibi emekçileri daha güvencesiz koşullarda çalışmaya ve yaşamaya mahkum edecek temel kanunlar başta olmak üzere tüm yasalar akademisyenler tarafından hazırlanmış ve yayınlar yoluyla bu düzenlemeler meşrulaştırılmıştır. 

Sözün özü: Türkiye’de Soma gibi toplu işçi katliamlarının olmadığı zamanlarda dahi her ay ortalama 100 emekçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirmektedir. Sermaye, siyasi iktidar ve sarı sendikalar bu katliamların birinci dereceden sorumlularıdır. Ancak emekçileri insan yerine koymayan, iş cinayetleriyle, meslek hastalıklarıyla onları katleden bu düzeni yeniden üreten ve meşrulaştıran akademisyenlerin sorumluluğu, günahı diğerlerinden çok daha fazladır. İşçi katliamlarının hesabı sorulurken sermaye, iktidar ve onların güdümündeki sendikalarla birlikte üniversite ve akademisyenler de unutulmamalı; ama yanı zamanda akademik özgürlükler tüm toplumun talebi ve mücadele alanı haline getirilmelidir.

Hiç yorum yok: