17/10/2008
ÖZGÜRCE
Kriz karşısında sendikalar ne yapıyor?Geçen hafta bu köşede dalga dalga yayılan ve emekçiler için büyük bir yıkımı da beraberinde getiren kriz karşısında sendikaların tepkisizliğini eleştirmiştik. Bu hafta içinde nihayet bazı konfederasyonlardan krize yönelik açıklamalar geldi. Kriz üzerinde açıklama yapan konfederasyonlardan biri Türk-İş’ti. Türk-İş Başkanlar Kurulu 14 Ekim Salı günü yaptığı açıklamada, krizin faturasının emekçilere çıkartılmaması gerektiği, Türk işçisinin fatura ödemekten usandığı ifade ediliyor. Ayrıca, krizin yakından izlenmekte olduğu ve krizin etkilerinin işsizleştirme ile aşılmasına yönelik her hamlede aktif tavır alacağı söyleniyor. Ama bu aktif tavrın ne olacağı konusunda hiçbir açıklama yapılmıyor. Yani Türk-İş, kriz karşısında yapılması gerekenler konusunda ne somut bir öneri getiriyor ne mücadeleye yönelik kendisine herhangi bir görev biçiyor.Hak-İş’te de krize yönelik olarak 14 Ekim günü Genel Başkan Salim Uslu tarafından bir açıklama yapıldı. “Kriz Ticareti Yaparak İşçinin Hakkına Göz Dikenler Var” başlığı ile yayınlanan açıklama oldukça ilginç. Tüm dünyanın krizle çalkalandığı, sistemin en ateşli savunucularının dahi krizi kabullendiği bir ortamda Hak-İş “aslında bir kriz olmadığı” düşüncesini savunmuş. Hak-İş’e göre ortada bir kriz yoktur, bazı işverenler kriz söylentisi yayarak, işçinin haklarına göz dikmektedir. “Artık yağma yok pamuk eller cebe” ifadesiyle biten bildiride yağmanın nasıl engelleneceği, bunun için nasıl bir mücadele yürütüleceği konusuna ise hiç değinilmemiştir.DİSK, krize yönelik son açıklamayı yaklaşık üç hafta önce yapmıştı. 24 Eylül günü Genel Sekreter Tayfun Görgün tarafından yapılan açıklamada, kriz ve krizin emekçileri olumsuz etkileyeceği yönündeki tespit yapıldıktan sonra, buna karşı yapılması gerekenler sadece işçi sendikalarının ve sol güçlerin örgütlü hareketinin kaçınılmaz olduğundan söz ediliyor. Ancak, bu hareketin nasıl gerçekleşeceği, DİSK’in bu hareketin neresinde olacağı, hangi örgütlenme ve mücadele stratejisi izleyeceği konusunda en ufak bir ifadeye dahi yer verilmiyor. Sendikalardan gelen kriz açıklamalarının en ilginci kuşkusuz T. Kamu-Sen’den gelen açıklamadır. Sadece Türkiye değil dünya sendikal tarihine geçecek açıklamasında Kamu-Sen, kriz karşısında yapılması gerekenler konusunda bir dizi öneri sıralamıştır. “Sosyal sorumluluk bilinci içerisinde vatandaşlarımızı uyarmayı görev olarak görüyoruz…” denilerek sıralanan önerilerde sebze ve meyvelerin kap içinde yıkanmasından, yemeklerin düdüklü tencere ile pişirilmesine, otomobillere bakım yaptırılmasından alışverişin nereden yapılacağına, yastık altındaki paranın nasıl değerlendirileceğinden kredi kartı kullanımından uzak durulmasına kadar birçok konuya yer verilmiştir (Bu arada Kamu-Sen’in yıllardır üyelerine Vakıf Bank’ın üzerinde sendikanın logosu bulunan kredi kartını dağıttığını hatırlatmak gerekir). Yani Kamu-Sen, bir sendika olmaktan öte bir “tüketici derneği”ne yakışan formatla krize yönelik sendikal bir mücadele yürütmeye niyeti olmadığını ortaya koymuştur.Benim de üyesi olduğum KESK, Memur-Sen gibi krizi gündemine dahi almamıştır. Hükümetle yakınlığından dolayı Memur-Sen’in kriz karşısında AKP’den farklı düşünmediğini kriz karşısında da hiçbir şey yapmayacağını tahmin etmek zor değildir. Ancak, Türkiye sınıf mücadelesi tarihinde son derece önemli bir yere sahip olan ve uzun yıllar Türkiye’de toplumsal mücadelenin önünde yer almış KESK’in kriz karşısında hiçbir tepki, görüş, plan ortaya koymaması anlaşılır gibi değildir(!) Görüldüğü gibi Türkiye’de işçi ve kamu emekçi sendika konfederasyonlarının hiç biri kriz karşısında somut bir öneri ortaya koymamış, kendisine bu süreçte herhangi bir rol biçmemiştir. Daha açık bir ifade ile emekçiler için bir yıkıma dönüşebilecek bir kriz karşısında mevcut konfederasyonların mücadeleye niyeti yoktur. Örgütlü bir mücadele gücü oluşturmadan krizle karşılaşmak, emekçiler için önümüzdeki dönemin son derece karanlık olacağının da habercisidir.Konfederasyon yönetimlerinden kaynaklanan bu karanlık ortamda sendikalar içerisinden karanlığı bozmak üzere çıkacak sesler son derece önemli hale gelmiştir. Bu bağlamda, Petrol-İş Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın’ın bu süreçte emek örgütlerine ortak bir mücadele stratejisi belirlemeyi öneren çağrısı son derece anlamlıdır. Ancak, yukarıda da ortaya koymaya çalıştığım anlayışa sahip konfederasyon yönetimleri var olduğu sürece Öztaşkın’ın çağrısının yaşam bulmasının pek de mümkün olduğunu düşünmüyorum. Bu çağrının yerini bulması için mevcut anlayışın, sınıfsal bir yaklaşımla milyonlarca emekçiyi kucaklayacak ve mücadeleye yönlendirecek bir anlayışa dönüşmesi gerekir. Türkiye işçi sınıfının konfederasyonlardaki mevcut anlayışı dönüştürecek güce sahip olduğuna kuşku yoktur. Ancak bunun için zamanın giderek daraldığını hatırlatmak gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder