10/10/2008
ÖZGÜRCE
Kriz, kapitalist dünyada dalga dalga yayılıyor. Kapitalizmin hegemon devleti ABD, kriz karşısında çaresiz. AB de bu kriz karşısında ne yapacağını bilemiyor. Yıllardır kapitalizmin kalesi, kontrol merkezi olarak mitleştirilen uluslararası finans kurumlarının çabaları da hiçbir sonuç vermiyor. Küresel kapitalizm masallarıyla uluslararası sermayenin çıkarlarını halkına dayatan hükümetler de dut yemiş bülbüle dönmüşler. Uzun sözün kısası, tüm kurtarma çabalarına karşılık denizci tabiriyle kapitalizm “kıçının üstüne oturmuş” durumda.Kapitalizmin bu “içler acısı” hali maalesef yine dönüp dolaşıp kapitalist sömürünün kurbanı emekçileri vuruyor. İlk darbeyi ABD’li emekçiler aldı. ABD’de finans sistemindeki çöküşle birlikte on milyonlarca emekçinin gelecek güvencesinin yatırıldığı emeklilik fonları büyük ölçüde eridi. Yani, emekli olmak isteyen emekçiler “kusura bakmayın, emeklilik fonlarınızı yatırdığımız kağıtlar battı, sizin birikimleriniz de uçtu gitti” cevabını alıyorlar. Türkiye’deki emekçiler bu konuda daha şanslı. SSGSS tam olarak uygulamaya girmediği için henüz emekçilerin az bir bölümü (yaklaşık 1.6 milyon kişi) emeklilik fonu tuzağına düşmüş durumda.Ama krizin emekçilere tek etkisi, emeklilik fonlarının batması değil şüphesiz. Esas etki finans sektöründen başlayan ve üretim alanına da yayılmakta olan iş durdurma, iş yavaşlatma ya da işten çıkartmalar. ABD’de finans sektöründe istihdam edilenlerin çok önemli bir bölümü işsiz kaldılar bile. Avrupa’dan da sürekli (özellikle otomotiv sektöründe) iş durdurma, işten çıkartma haberleri geliyor. Bu dalga çok yakın bir zamanda Türkiye’ye de gelecek ve maalesef pek çok işkolunda emekçiler işsiz kalacak. İşsizlik, kapitalist sistemde emekçinin karşılaşabileceği en büyük sosyal risk. Hele ki sosyal güvenlik sistemi böylesine darbe almışken... Ama krizden etkilenen sadece işsiz kalanlar olmayacak elbette. Sermaye, krizi bahane ederek çalışma koşullarının daha da esnekleştirilmesini, ücretlerin ve sosyal hakların düşmesini dayatacak. Bugünlerde MESS’le sürdürülen metal sektörü toplu iş sözleşmelerinde yaşanan tam da budur. Aynı sürecin diğer işkollarında da yaşanacağına şüphe yoktur. Emeklilik fonlarının yok olması, işsizlik, daha düşük ücrete razı edilme… Tüm bunların getireceği emekçilerin daha fazla yoksullaşması, daha güvencesiz hale gelmesi ve daha fazla sömürülmesidir. Yani, kapitalizm kendi çelişkileri yüzünden krize girerken bunun faturasını ödeyen yine emekçiler olmaktadır. Peki bu emekçinin kaderi midir? “Kıç üstüne oturmuş” kapitalizmi, yani emeğini sömürmek üzerine kurulmuş bir sistemi kurtarıp tekrar yüzdürmekten, bunun için acılar çekmekten başka çaresi yok mudur emekçinin?19. yüzyılda işçi sınıfı mücadeleleri ve bilimsel sosyalizm, sömürülmenin emekçi için kader olmadığını ortaya koymuştur. Bunun için gerekli olan 1) sınıf bilincidir, 2) sınıf bilinci içinde dayanışma ve mücadeledir, 3) sınıf dayanışmasını ve mücadeleyi enternasyonal düzeyde gerçekleştirmektir. Birbirini tamamlayan bu üç etken gerçekleşebilirse, kapitalizm bir kez daha sömürdüğü emekçilerin omzunda onları tekrar sömürmek için yükselemeyecektir. Gelin görün ki Türkiye’de sendikalar henüz bunun “farkında” değildir. Bakınız, bugüne kadar hiçbir işçi-memur konfederasyonundan kriz üzerine bir açıklama, yorum gelmemiştir. Kriz koşullarında ne yapacaklardır sendikacılar? Temsilcisi olduklarını iddia ettikleri emekçilerin kriz karşısında nasıl bir tavır almasını sağlayacak, onların haklarını nasıl savunacaklardır? Bu soruların hepsi cevapsızdır. Anlaşıldığı kadarıyla “patronumu seviyorum” sendikacılığı devam etmektedir(!) Oysa, Avrupa’nın pek çok ülkesinde sendikalar mücadele sürecine başlamıştır. İçinde bulunduğumuz hafta Belçika’da, Fransa’da, Yunanistan’da sendikaların çağrısıyla emekçiler, kriz gerekçesiyle dayatılan koşulları kabul etmedikleri için genel grevlerle yaşamı durdurmuştur. Kriz konusunda hükümetlerin politika belirledikleri bir dönemde bu uyarı eylemleri son derece anlamlıdır. Ayrıca dünyayı, insanlığı felaketten felakete sürükleyen sermaye sınıfının karşısında işçi sınıfının da olduğunu; insanlığın kapitalizme mahkum olmadığını (belki de önce işçi sınıfının kendisine) hatırlatmak ve giderek yaygınlaşacak mücadele sürecinin habercisi olması bakımından da bu grev dalgası son derece önemlidir.Sözün özü: İşçi sınıfı, ne kendisini sömürmek üzere kurulmuş kapitalizmin yarattığı acıları çekmek zorundadır, ne de kapitalizmi içine düştüğü bataktan kurtarmak için fedakarlık yapmak zorundadır. Çare, dalga dalga yayılan kriz karşısında, dalga dalga yayılan işçi sınıfı mücadelesidir. “Emeği temsil ediyoruz” diyerek mücadeleyi engellemeye çalışanlar ise eninde sonunda bu dalganın altında kalacaktır(!..)
1 yorum:
iyi
Yorum Gönder