24/03/2009
Toplumsal ilişkilerde egemenliğin belirlendiği alan üretim sürecidir. Üretim sürecinde söz sahibi olan üstünlüğü elde etmiş olan sınıf, yaşamın diğer alanlarında da söz sahibi olur. Kapitalist sistem, üretim sürecindeki ilişkileri “ekonomi” alanı içinde tarif ederken, bunun dışındaki toplumsal ilişkileri “siyaset” alanı içinde tanımlar. Böylece işçi sınıfının bu iki alanı farklı(imiş) gibi algılayıp, sistemi bütünlüklü bir biçimde sorgulamasını ve ona karşı mücadeleye girişmesini engellemeye çalışır.
Üretim süreci dışında, işçi sınıfının elle tutulur gözle görülür yaşam alanı kenttir. İşçinin barındığı, çocuğunu okula gönderdiği, kahvesine, meyhanesine gittiği kent, üretim faaliyetini yürüttüğü yani artı değer ürettiği zamanın dışında yaşamını geçirdiği ortamdır. Görünürde üretim sürecinde yani ekonomik ilişkilerde belirleyici olan sermayenin işçiyi sömürdüğü süre dışında kalan zamanını geçirdiği alanı kendisine bırakmıştır. İşçi, kendisine “ekonomik” alanın ötesinde “siyasi” olarak tanımlanan bu alanda -üretim sürecinde yaşamı kendisine dar eden- sermayenin baskısından kurtulmuş olduğunu ve bu alanı özgürce kontrol edebileceğini düşünecektir. Oysa sermaye, üretim sürecinde kontrolü daha fazla elde ettiği yani ekonomik alanda söz sahibi olduğu dönemlerde “siyasete” de hakim olmuş ve işçiler üzerine kurduğu sömürü düzenini bu alanda da sürdürmüştür. Ama işçi sınıfı, Marksizm’den –sınıf siyasetinden- uzaklaştığı ve üretim sürecinin kontrolünü elinden kaçırdığı her dönemde, kapitalizmin -ekonomik ve siyasi alanı ayrıştırmak üzerinden- kurduğu bu tuzağa düşmüştür..!
Türkiye, üretim süreci dışında kalan -yerel yönetimlerde çalışan işçiler hariç- yaşam alanlarında söz sahipliğini belirleyecek bir seçimin arifesindedir. Bu seçim de kapitalist sistem içindeki diğer tüm seçimler gibi bir aldatmacadan ibarettir. Uluslararası ve ulusal sermaye, kendi çıkarlarını temsil için yarışan üç – dört partiyi ortaya atıp, bunlar içinden birini seçtirerek işçi sınıfının yaşam alanı üzerinde söz sahibi olduğu hissini yaratmaya çalışmaktadır.
Maalesef bu kez de işçi sınıfı, kendisi için kurulan tuzağa düşecektir. Çünkü işçi sınıfı, sınıfsal bilinçten ve üretim sürecini kontrol edebilme gücünden çok uzaktadır. Ancak bu olumsuz tablo umutsuzluğa neden olmamalıdır. Zira, içinde bulunduğumuz kriz, kapitalist ideolojinin çöküntüsünü açığa çıkarttığı gibi ekonomik alanla siyasal alanının aynılığını da belirgin hale getirmiştir. Eğer işçi sınıfı, bu dönemde kapitalizmin kendisine kurduğu tuzakları fark eder ve buna karşı sınıfsal bir bilinçle mücadeleye yönelirse bu olumsuz tablo hızla değişebilir. Sınıf partileri bu değişime hazırlıklı olmalı, yeniden belirlenecek güç dengeleri içinde işçi sınıfına güven vermeli ve mücadelenin yürüyeceği zemini hazır hale getirmelidir. Bunun gerçekleşmesi için sadece bir aldatmacadan ibaret olduğunu düşündüğüm seçimlerin dahi önemli bir rolü vardır. Bu seçimlerde sınıf partilerinin var olduklarını göstermeleri en azından işçi sınıfına mücadele için bir adresin varlığını gösterecektir.
Üretim süreci dışında, işçi sınıfının elle tutulur gözle görülür yaşam alanı kenttir. İşçinin barındığı, çocuğunu okula gönderdiği, kahvesine, meyhanesine gittiği kent, üretim faaliyetini yürüttüğü yani artı değer ürettiği zamanın dışında yaşamını geçirdiği ortamdır. Görünürde üretim sürecinde yani ekonomik ilişkilerde belirleyici olan sermayenin işçiyi sömürdüğü süre dışında kalan zamanını geçirdiği alanı kendisine bırakmıştır. İşçi, kendisine “ekonomik” alanın ötesinde “siyasi” olarak tanımlanan bu alanda -üretim sürecinde yaşamı kendisine dar eden- sermayenin baskısından kurtulmuş olduğunu ve bu alanı özgürce kontrol edebileceğini düşünecektir. Oysa sermaye, üretim sürecinde kontrolü daha fazla elde ettiği yani ekonomik alanda söz sahibi olduğu dönemlerde “siyasete” de hakim olmuş ve işçiler üzerine kurduğu sömürü düzenini bu alanda da sürdürmüştür. Ama işçi sınıfı, Marksizm’den –sınıf siyasetinden- uzaklaştığı ve üretim sürecinin kontrolünü elinden kaçırdığı her dönemde, kapitalizmin -ekonomik ve siyasi alanı ayrıştırmak üzerinden- kurduğu bu tuzağa düşmüştür..!
Türkiye, üretim süreci dışında kalan -yerel yönetimlerde çalışan işçiler hariç- yaşam alanlarında söz sahipliğini belirleyecek bir seçimin arifesindedir. Bu seçim de kapitalist sistem içindeki diğer tüm seçimler gibi bir aldatmacadan ibarettir. Uluslararası ve ulusal sermaye, kendi çıkarlarını temsil için yarışan üç – dört partiyi ortaya atıp, bunlar içinden birini seçtirerek işçi sınıfının yaşam alanı üzerinde söz sahibi olduğu hissini yaratmaya çalışmaktadır.
Maalesef bu kez de işçi sınıfı, kendisi için kurulan tuzağa düşecektir. Çünkü işçi sınıfı, sınıfsal bilinçten ve üretim sürecini kontrol edebilme gücünden çok uzaktadır. Ancak bu olumsuz tablo umutsuzluğa neden olmamalıdır. Zira, içinde bulunduğumuz kriz, kapitalist ideolojinin çöküntüsünü açığa çıkarttığı gibi ekonomik alanla siyasal alanının aynılığını da belirgin hale getirmiştir. Eğer işçi sınıfı, bu dönemde kapitalizmin kendisine kurduğu tuzakları fark eder ve buna karşı sınıfsal bir bilinçle mücadeleye yönelirse bu olumsuz tablo hızla değişebilir. Sınıf partileri bu değişime hazırlıklı olmalı, yeniden belirlenecek güç dengeleri içinde işçi sınıfına güven vermeli ve mücadelenin yürüyeceği zemini hazır hale getirmelidir. Bunun gerçekleşmesi için sadece bir aldatmacadan ibaret olduğunu düşündüğüm seçimlerin dahi önemli bir rolü vardır. Bu seçimlerde sınıf partilerinin var olduklarını göstermeleri en azından işçi sınıfına mücadele için bir adresin varlığını gösterecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder