23 Mayıs 2009 Cumartesi

AB’NİN ÇALIMINA KARŞI AKP ve SENDİKALARIN “SABRI”


22/05/2009

ÖZGÜRCE

Fransız Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin “Türkiye’ye boş vaatlerden vazgeçelim” diyerek Türkiye’nin AB’ye tam üye olarak alınmayacağını açıkça söylemesi ve Alman Başbakanı Merkel’in de buna destek vermesi üzerine, Başbakan Erdoğan’dan yanıt gecikmedi. Altı buçuk yıldır “masallaştırılmış” bir AB hayali üzerinden yönetilen bir ülkenin başbakanı olarak Erdoğan, Sarkozy ve Merkel’in yaklaşımlarını “çok çirkin” olarak nitelendirdi ve “AB, 50 yıldır devamlı Türkiye’ye çalım atıyor, buna da sabır diyoruz” diyerek tepkisini gösterdi.Türkiye’nin AB’ye üyeliği konusunda Fransa ve Almanya’nın yıllardır süren “oyalama” taktiğini açıkça ortaya koymaları karşısında Erdoğan’ın -eski bir futbolcu olarak- bunu “çalım yemek” olarak nitelendirmesi, süreci ifade etmek bakımından yerinde olmuştur. Ancak “sabır” meselesi üzerinde biraz düşünmek gerekmektedir. AKP iktidara geldiğinde AB kapısında 43 yılı geride kalmıştı. Ama 1999 Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin “aday ülke”liğe terfi ettirilmesi ve 2001 yılında AB Müktesebatına Uyumun Üstlenilmesine İlişkin Ulusal Rapor’un kabul edilmesiyle birlikte AB’ye üyelik konusu en sıcak haliyle Türkiye’nin gündemine girmişti. Aslında AKP’nin kuruluşu da tam bu döneme, yani AB’nin en sıcak haliyle Türkiye gündeminde olduğu zamana denk geldi. 2001’de kriz sonrasının kaos ortamında bir taraftan Ankara-Brüksel hattında bürokrasi, ulusal rapora son şeklini vermeye hazırlanırken; tüm AB başkentleri ile ulusal ve uluslararası sermayenin aklında ulusal programa sadık kalacak ve bu programı topluma hazmettirerek uygulayacak “güçlü” bir iktidarın arayışı vardı. Aranan nitelikte bir iktidarı bulmak kolay değildi. Zira, AB üyelik sürecinde Türkiye’nin önüne konacaklar, başta emekçiler olmak üzere sermaye dışı tüm toplum kesimlerinin haklarını ellerinden alacak; işsizliği, yoksulluğu, piyasalaşmayı getirecek neoliberal politikalardı. Tüm bunları toplumdan gelecek tepkileri göğüsleyerek yaşama geçirecek “gözü kara” bir parti gerekiyordu. İşte ekonomik ve siyasi kaos ortamındaki bu arayışların içinden, 2001 yılının Ağustos ayında AKP doğdu!.. Batıcılığa karşı bir siyasal hareket olan Milli Görüş’ün içinden gelenlerin kurduğu AKP, bir anda Türkiye’nin en batıcı değerlerini savunan partisi oluverdi. Ve kuruluşunun henüz birinci yılını kutlarken tek başına iktidar koltuğuna oturdu. Gerek AKP’nin iktidara geldiği seçim sürecinde gerekse iktidar koltuğunda kaleme alınan Acil Eylem Planı ve Hükümet Programları, adeta AB müktesebatına uyumu öngören Ulusal Programın kopyası gibiydi. Evet, Sayın Başbakan’ın kurucusu ve tartışmasız lideri olduğu AKP’nin kuruluş süreci ve bugüne kadar söylemi ve icraatları, AB’nin Türkiye’den istekleri ile öylesine örtüşmektedir ki neredeyse AKP’nin AB’nin temsilciliğini üstlenmiş bir parti olduğu dahi akıllara gelmektedir!.. Hal böyle olunca da şu soruların cevabını bulmak gerekmektedir: Kimi zaman “Avrupa fatihi” olarak da nitelendirilen Sayın Başbakan’ın gösterdiği “sabrın” gerekçesi acaba; AB’den “çalım yemeye razı olmazsa” partisinin varoluş nedeninin büyük ölçüde ortadan kalkacağı endişesi midir? “Sabrın” nedeni her neyse; AB’nin en güçlü ülkelerinin temsilcileri açıkça Türkiye’yi oyaladıklarını söylerken, bu oyalama ya da aldatma sürecini “sabırla” karşılamak, Türkiye halkının aldatılma-oyalanma sürecine aracılık etmek anlamına gelmez mi? AB aldatmacası üzerinden Türkiye’ye neoliberal politikaları yerleştirme girişiminde AKP’yi tek sorumlu olarak görmek, AKP’ye gereğinden fazla önem atfetmek anlamına gelecektir. Bu süreçte yukarıdaki soruları, işçi sınıfını temsil ettiğini savunan sendika yönetimlerine çok daha yüksek sesle sormak gerekir. Elbette bu soruları sendikalara yöneltirken, canla başla savunmaya devam ettikleri “AB’ye uyum için” gerçekleştirilen özelleştirmeler, esnek çalışma, sağlık ve sosyal güvenlik hakkının ortadan kalkması, kamu hizmetlerinin piyasalaştırılması da hatırlatılmalıdır. Zira, AB sürecinde sadece çalımı değil golleri de yiyen emekçi kesimlerdir!..

Hiç yorum yok: