30 Temmuz 2010 Cuma

12 Eylül Darbesinde ‘Ulusal Sermaye’nin Rolü Üzerine…

30/07/2010
ÖZGÜRCE

12 Eylül referandumunu ölüm kalım meselesi olarak gören AKP’nin demokrasi özlemi duyan kesimleri yanına çekmek için 12 Eylül darbesi ve orduyu hedefine almasını geçen hafta bu köşenin konusu yapmıştık. Konuyu ele alırken de özellikle kapitalist sistemde ordunun işlevlerinin göz ardı edilmemesi gerektiğine vurgu yapmaya çalışmış; orduların da aynen diğer kurumlar gibi kapitalizmin dönemsel koşullarına göre yeniden yapılandırıldığını ve gerekirse dönüşüme direnen siyasal iktidarları –darbeyle- yola getirme görevi üstlendiğini belirtmiştik. Orduları kapitalizmin dönemsel koşullarına göre yönlendiren yapıların başında hegemon devlet ile uluslararası sermayeyi temsil eden örgütler ve özellikle de ulusal sermaye gelir.

12 Eylül 1980 darbesinin özelinde baktığımızda kapitalizmin hegemon devleti ABD’nin darbe üzerindeki etkisi pek çok kaynak tarafından doğrulanmış ve artık üzerinde tartışma götürmeyecek biçimde netleşmiştir. Ancak 12 Eylül darbesinde ulusal sermayenin konumu üzerinde pek az durulmuş ve darbenin doğrudan mağdurları tarafından dahi unutulmuştur. Bunun en son örneği, DİSK’in demokratik bir anayasayı da içeren pek çok konuda TÜSİAD’la aynı görüşte olduğunu ve işbirliği yapma kararı aldığını açıklaması oldu.

Oysa 12 Eylül’ün ardından Darbenin Lideri Kenan Evren’e yazılmış olan bir mektup ulusal sermayenin demokrasi anlayışını ve darbe rejimiyle arasındaki ilişkiyi çok açık biçimde ortaya koymaktadır. Mektubun sahibi Türkiye sermaye sınıfının en birinci ismi Vehbi Koç’tur. 3 Ekim 1981 tarihli mektubunda Vehbi Koç, Kenan Evren’e şunları söylemektedir:

“Şimdi, faşist ordu iktidara geldi, kapitalistlerle birleşerek Türk işçisini istismar ediyor propagandası yapılmaktadır. Böyle bir iftira karşısında işçi-işveren ilişkilerini düzenleyecek olan kanunlar, taraflar için adilane bir şekilde ve asgari hata ile çıkarılmalıdır. Bu düzenleme yapılırken, bazı sendikaların Türk Devleti’ni ve ekonomisini yıkmak için bugüne kadar yaptıkları aşırı hareketler göz önünde bulundurulmalıdır… İşçi sınıfını ayaklandırmak amacıyla, Komünist Parti’nin, solcu örgütlerin, Kürtlerin, Ermenilerin, birtakım politikacıların kötü niyetli teşebbüslerini devam ettirecekleri muhakkaktır. Bunlara karşı uyanık olunmalı ve teşebbüsleri muhakkak engellenmelidir… Basının kalemine tenkit fırsatı verilmemelidir.” (Tam metin için bkz: M. Sönmez, Kırk Haramiler, Arkadaş Y. 1990)

Vehbi Koç’un Darbenin Lideri Evren’e direktifler içeren bu mektubuyla da çok açık biçimde görülmektedir ki, 12 Eylül rejiminin işçi sınıfına, solculara, Kürtlere, Ermenilere karşı takındığı faşizan tavır ulusal sermaye tarafından da desteklenmiştir. Ulusal sermayenin 12 Eylül darbesiyle ilişkileri ve desteği sadece bu mektupla da sınırlı değildir. Dönemin TİSK Başkanı Halit Narin’in 12 Eylül darbesinin hemen ardından dile getirdiği “Bugüne kadar işçiler güldü bizler ağladık, şimdi gülme sırası bizde” sözleri ve Türkiye’nin en büyük işveren örgütü MESS’in Başkanı Turgut Özal’ın darbe öncesi ve sonrasındaki konumu da sermayenin darbe konusundaki rolünü ortaya koyan örneklerdir.

12 Eylül darbesinin yeniden gündeme geldiği ve tartışıldığı bir ortamda, darbeye karşı demokrasi havarisi kesilen Başbakan, oy kapma hesabıyla 12 Eylül faşizminin kurbanı Erdal ve Necdet’in mektuplarına “sahte” gözyaşları dökeceğine; cesareti varsa yukarıdaki ve onun benzeri mektupları ortaya koymalıdır. Sadece Başbakan değil, 12 Eylül’le hesaplaşma konusunda samimi olan herkesin darbenin arkasındaki gerçeklerle yüzleşmesi gerekir. Ancak kapitalizmin kurallarıyla siyaset oyunu oynayan ve dolayısıyla sermaye temsilciliği yapan hiçbir yapı 12 Eylül’ün bu gerçekleriyle yüzleşemez. Bu nedenle de ne AKP’nin ne CHP’nin ne de benzerlerinin hiçbir zaman darbelere gerçek anlamda karşı olması yani demokrasiyi savunması beklenemez.

Özgürlükçü demokrasinin gerçek savunucuları ve darbelerin de gerçek mağduru her zaman emekçiler ve diğer ezilen kesimler olmuştur. Dolayısıyla 12 Eylül darbesinin ardındaki gerçekleri ortaya çıkartma ve bunlar üzerinden daha demokratik bir toplum yaratma görevi, emekçilerin ve diğer ezilen kesimlerin temsilcisi olan sendikalar, siyasi partiler ve diğer demokratik kitle örgütlerinindir. Ama onlar da kapitalizmin işleyiş dinamiklerini ve sermayenin bu işleyişteki rolünü unutur ve sermaye temsilcileriyle “Çıkarlarımız ortak” açıklamaları yaparlarsa… İşte o zaman sadece darbelerin değil, bu yapıların ardındaki gerçeklerin de açığa çıkartılma zarureti doğacaktır (!)

Hiç yorum yok: