ÖZGÜRCE
1980’li yıllarla birlikte yaygınlaşan neoliberal politikalar, diğer pek çok alanla birlikte emekçilerin -biricik güvence kaynağı olan- sosyal güvenlik birikimlerini de sermaye için yeni kâr alanına haline dönüştürmeye başladı. Sosyal güvenlik sisteminin özelleştirilmesine yönelik ilk uygulamalar Şili’de başladı ve Latin Amerika ülkelerinin ardından neoliberal politikaları uygulayan diğer ülkelere de yayıldı. Pinoche darbesinin etkisi altındaki Şili’de 1980 yılında gerçekleştirilen “emeklilik reformu” ile birlikte özelleştirilen sosyal güvenlik sisteminin iki ayağı vardı. Birincisi işverenler tarafından ödenen sosyal güvenlik katkısının ortadan kaldırılması, diğeri ise emeklilik birikimlerinin kâr amaçlı özel işletmelerin yönettiği fonlara devredilmesi. Emekçilerin gelecek güvencesi olan birikimlerini sermayeye yeni kâr alanı haline getiren bu uygulamalar sonucunda şirketler sermayelerini büyütürken, piyasada “oyuncağa” dönüşen emeklilik fonları, sahte bilançolar ya da iflaslarla battı ve pek çok ülkede sosyal güvenlik sistemi çöktü.
“Şili Modeli” olarak tanımlanan ve sermaye için son derece cazip olan ama emekçiler için yıkım anlamına gelen bu uygulamalar 1990’lı yıllar içinde birçok gelişmiş ülkede de kabul gördü. Bu ülkelerin başında ABD geliyordu. ABD’de şirket hisselerine yatırılan emeklilik fonlarının akıbeti ilk olarak 2002 yılında patlak veren Enron skandalıyla ortaya çıktı. 2000 yılında ABD’nin en büyük 7. şirketi ilan edilen Enron’un 2001 başında 80 dolar olan hisseleri 2002 Şubatında 0.20 dolara düştü ve Enron hisselerine yatırılmış olan emeklilik fonları da şirketle birlikte çöktü. Böylece milyonlarca emeklinin maaşı da riske girmiş oldu. Benzer durum 2008 krizi sonrasında yüzlerce şirketin iflasa sürüklenmesiyle yeniden yaşandı. Devlet, batan şirketlerin hisselerine yatırılmış olan emekli fonlarını kurtarmayı bahane ederek, bu şirketleri iflastan kurtarmak için yüzlerce milyar doları topluma ödetti.
İngiltere’de hisselerinin çok büyük bölümü emeklilik fonlarından oluşan BP, daha fazla kâr elde etmek amacıyla riskli olan derin sularda petrol çıkarmaya girişti. Yine daha fazla kâr için BP, taşeron kullandı ve güvenlik için gerekli yatırımları yapmaktan kaçındı. Sonuç olarak bildiğimiz gibi 20 Nisan 2010’da Meksika Körfezi’nde bir BP petrol platformu patladı ve bu patlamada 11 işçi hayatını kaybederken her gün denize boşalan binlerce varil petrol büyük bir çevre felaketine neden oldu. BP, daha fazla kâr hırsıyla neden olduğu bu felaketin durdurulması ve tazmini için milyarlarca dolar harcama yapmak zorunda kaldı ve BP hisseleri hızla düşmeye başladı. Böylece emeklilik fonları BP hisselerine yatırılmış olan milyonlarca emekçinin geleceği de belirsiz hale geldi. Beklentiler, ABD’de olduğu gibi İngiltere’de de devletin emekli fonlarının kurtarılmasını bahane ederek BP’nin zararlarının topluma ödettirilmesi yönündedir.
Sosyal güvenlik sisteminde “Şili Modeli” Türkiye’de de 1980’li yıllardan beri sermaye kesiminin rüyalarını süslemiştir. TÜSİAD, TİSK gibi sermaye örgütleri “Şili Modeli”nin “nimetlerini” anlatan toplantılar düzenlemiş, raporlar yayınlamışlardır. 2001 krizinin hemen ardından çıkartılan Derviş yasalarının başında sosyal güvenlik sistemini özelleştirmenin bir adımı olan Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanunu çıkartılmıştır (7 Nisan 2001). Türkiye’de şimdilik bireysel düzeyde işleyen emeklilik fonlarının, zorunlu hale gelmesi konusunda 5510 sayılı SSGSS önemli adımlar atmıştır. Ayrıca İşsizlik Sigortası Fonu’nun sermayeye kaynak aktarılması da sosyal güvenlik sisteminin özelleştirilmesi olarak kabul edilmelidir.
Türkiye’de sosyal güvenlik sisteminin “Şili Modeli”ne uygun olarak özelleştirilmesinde diğer bir önemli adım, işsizliği önleme bahanesiyle istihdam üzerindeki yüklerin kaldırılmasına yönelik uygulamalardır. 2008 yılında “İstihdam Paketi”, 2009 yılında “İstihdam ve Teşvik Paketi” adıyla uygulamaya konulan düzenlemelerde SGK işveren payı giderek daha aşağıya çekilirken, kimi istihdam biçimleri için ise sıfırlanmıştır. Halen hazırlıkları devam eden Ulusal İstihdam Stratejisi’nde işveren payının daha da azaltılması ve -açık olarak ifade edilmese de- Şili’deki gibi tamamen sıfırlanması hedeflenmektedir.
Türkiye’de sermaye kesiminin ve hükümetin hedefi -diğer ülke örneklerinde de görüldüğü gibi- sosyal güvenlik sistemini özelleştirmek ve emekçilerin gelecek güvencelerini tamamen ortadan kaldırmaktır. Sermaye kesimi ve siyasi iktidarın hedeflediği politikaların emekçiler için ortaya çıkartacağı olumsuz sonuçlar bu kadar net iken emekçilerin haklarını savunmakla mükellef olan sendikaların içinde bulundukları uzlaşmacı tavrı izah edebilmek mümkün değildir. Sözün özü: Türk-İş ve Hak-İş’in AKP hükümetine olan sevgisi ve sadakati; DİSK’in ise TÜSİAD’a duyduğu sevgi ve ortaklaşma sevdası, emekçileri her geçen gün içinden çıkılması daha güçleşen bir batağın içine sokmaktadır. Artık, siyasi iktidar ve sermaye sevicisi sendikal anlayışa dur(!) diyerek sendikalara sahip çıkma zamanı gelmiş de geçmektedir bile…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder