23 Temmuz 2010 Cuma

AKP’nin 12 Eylül Oyunu ve Kapitalizmde Ordunun İşlevi Üzerine…

23/07/2010

ÖZGÜRCE

AKP Hükümeti iktidarını sürdürmek için akla gelmedik oyunlar çeviriyor. Son oyun, 12 Eylül’de yaşanan katliamların ardından Başbakan’ın gözyaşı dökmesi... 12 Eylül darbesinden buyana geçen 30 yılın 8 yılında doğrudan AKP iktidardadır. AKP kadrolarının önemli bir kısmı ise ANAP ya da Refah Partisi içerisinde iktidarlarda yer edinmişlerdir. Yani darbeden buyana geçen 30 yıl içinde doğrudan ya da dolaylı olarak AKP ve AKP’liler bu ülkeyi yönetmişlerdir. Ama “ne hikmetse” aradan geçen bu 30 yılda akıllarına bile gelmeyen Erdal Eren’i Necdet Adalı’yı bugün anıp, onlar için gözyaşı dökmektedirler.

Gözyaşının ne hikmetle döküldüğü bellidir. AKP önce iktidarını daim kılacak biçimde Anayasa’da değişiklikler yapmaya çalışmış ancak buna tek başına gücü yetmeyince de sözde 12 Eylül’le ve 12 Eylül sonrası anti demokratik düzenle hesaplaşacağı görüntüsü verecek birkaç maddeyi de Anayasa değişiklik paketine dahil etmiştir. Ancak referandum süreci resmen başlayıp referandum için renkler belirginleşince AKP ve ona yakın çizgide bulunan siyasi yapılar dışında referanduma destek gelmeyeceği anlaşılmıştır. Bunun üzerine referandumu ve sonrasında da iktidarını kaybetme telaşı içerisinde AKP, iktidarı süresince icra ettiği anti demokratik anlayışı unutturup, demokrasi özlemi duyan kesimleri yanına çekmeye çalışmaktadır. Hal böyle olunca da Erdal için Necdet için gözyaşı dökme numarası yapacak kadar trajikomik bir tablo ortaya çıkmaktadır.

Referandum üzerinden yürütülen tartışmalarda AKP’nin sahicilikten uzak son derece aldatıcı yaklaşımları başlı başına anayasa değişikliğinde demokrasi beklentilerinin inandırıcılığını ortadan kaldırmıştır. Ancak sadece AKP’nin çarpık yaklaşımları üzerinden giderek anayasayı, referandumu ve de 12 Eylül darbesini tartışmak yetersizdir. Referandum vesilesiyle 12 Eylül ve Anayasa tartışmalarının gündeme getirilmiş olmasından yararlanılarak darbenin de darbe düzenin de ardındaki gerçekleri tüm açıklığıyla ortaya koymak gerekir.

AKP, bilinçli bir biçimde 12 Eylül’ün sorumluluğunu tek başına askerlere ve özellikle de Evren ve diğer konsey üyelerine havale etmektedir. Oysa sadece Türkiye özelinde değil, kapitalist sistemde ordunun işlevini açık biçimde ortaya koymak gerekir. Kapitalist bir devlette polis ve diğer kolluk güçleri gibi ordunun da görevi her şeyden önce sistemi korumak ve kollamaktır. Kapitalist sistemdeki dönüşümler tüm yapılarla birlikte orduların da işlevlerini değiştirmektedir. Ayrıca ordular dönüşüme direnen ya da dönüşümün gereklerini yerine getiremeyen iktidarları yola getirmek üzere de kullanılabilirler. Örneğin sermaye birikim rejimi olarak ulusal kalkınmacılığın benimsendiği dönemlerde ordu da ulusalcı bir çizgide yol alır, ama ulusal kalkınma yerine küreselleşme süreci geçerli olursa ordu da bunun gerekleri doğrultusunda kendisini yeniden yapılandırır. Eğer ülke kendi siyasal organizasyonu içerisinde bu yeniden yapılanmayı becerememişse ordu bunun gerçekleşmesine de “katkı” sağlar. Orduların siyasal yapıya müdahale ettiği darbe dönemlerinde idamları, işkenceleri de içeren emekçilere yönelik baskılar son derece doğaldır. Zira darbenin nedeni zaten demokratik yollardan kapitalizme uyum sağlanamaması yani emekçi kesimlerin kapitalizmin getirdiği dayatmaları kabullenmemesidir.

Orduların kapitalizmin gerekleri doğrultusunda yapılandırılması ve yönlendirilmesinde başrolü kapitalizmin hegemon devleti -bugün için ABD- oynar. Genellikle güvenlik işbirliği adı altında gerçekleştirilen ikili ve çok taraflı anlaşmalarda ya da NATO örgütler aracılığıyla ABD, kapitalist devletlerin ordularını kontrolü altında tutar ve yönlendirir. Ayrıca uluslararası ve özellikle ulusal sermaye de doğrudan ya da dolaylı olarak ordular ve darbeler üzerinde etkili olabilir.

Şili gibi Arjantin gibi Türkiye’de de kapitalizmin dönüşüm süreçlerinde ordu önemli işlevler görmüştür. Türkiye’de ordunun kapitalizme uyumlaşmadaki işlevinin gereği olarak gerçekleştirdiği ilk darbe ulusal kalkınma ve sosyal devlet uygulamalarını yerine getiremeyen siyasi iktidara karşı 27 Mayıs 1960’da gerçekleştirilmiştir. Bunun ardından ulusal kalkınmacılıktan küreselleşmeye geçen kapitalizme uyum için önce 12 Mart 1971 ve sonra da 12 Eylül 1980’de yine ordu görevlendirilmiştir. 28 Şubat 1997’de de yine ordu aynı anlayış doğrultusunda ufak bir müdahalede bulunmuştur.

AKP, 12 Eylül darbesinin hazırlık sürecinde perde arkasında, darbe sonrasında ise perdenin en önünde yer alan Turgut Özal’ı ve onun politikalarını her vesile ile sahiplenmektedir. Hâlâ hazırda ABD’nin en birinci müttefiki de olan AKP Hükümeti’nin uygulamakta olduğu program, 12 Eylül darbesiyle oluşturulmuş ekonomik ve siyasal yapının devamıdır. Dolayısıyla AKP iktidarında da emekçi kesimlere yönelik baskılar, idam ve işkence biçiminde olmasa da sürmektedir. Bugün cezaevleri en az darbe dönemlerindeki kadar doludur. Düşünce özgürlüğü ve basın özgürlüğü konusundaki engeller darbe dönemlerini aratmayacak düzeydedir. Örgütlenme ve grevli toplusözleşme hakkı konusunda darbe anayasası olan 1982 Anayasası’ndaki hükümler dahi uygulanmaktadır. Bunların ötesinde milyonlarca insan açlık sınırının altında güvencesiz biçimde çalışmaya mahkum edilmiştir. Her gün işlenen iş cinayetleri ise en kanlı darbe dönemlerinden bile fazladır.

Sözün özü: 12 Eylül’den de onun devamı olarak bugüne kadar gelen siyasal yapıdan da kurtulmak için sadece “hayır”la yetinmeyip, darbenin ve bugünkü siyasal yapının ardındaki güçleri sorgulamalı gerçek demokrasi için özgürlük için örgütlü biçimde her alanda mücadeleye devam edilmelidir!

Hiç yorum yok: