02/07/2010
CHP’nin yeni yüzü Kılıçdaroğlu, CHP’nin uzun zamandır yapmadığı bir şeyi yapıp yoksulluk meselesini gündeme getiriyor ve AKP’nin sosyal yardıma dayalı programını “makarnacı devlet” olarak nitelendirerek, “sosyal devlet”ten söz ediyor. Kılıçdaroğlu’nun yeni söylemi CHP için önemli bir aşama elbette… Ama bu söylemin ne ölçüde “gerçek” ya da “samimi” olduğunu da sorgulamak gerekiyor(!)
Elimizde Kılıçdaroğlu’nun “sosyal devlet” söylemini değerlendirmek üzere kullanabileceğimiz birkaç somut gösterge vardır. Bunlardan bir tanesi doğrudan Kılıçdaroğlu’nun sözlerinin içeriğidir. Bir başka gösterge Kılıçdaroğlu’nun da referans olarak aldığı sosyal demokrat hareketin dünyadaki durumudur. Ve nihayet diğer bir gösterge de Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP’nin ekonomi yönetimini teslim ettiği isimlerdir. Önce Kılıçdaroğlu’nun söylemlerinden başlayalım. Kılıçdaroğlu’nun “sosyal devlet” kavramını gündeme getirmesi, sadece “makarnacı devlet” olarak nitelendirdiği yoksulluk programına karşıdır. Bu bağlamda Kılıçdaroğlu, yoksullukla mücadelenin makarna-bulgur dağıtarak değil daha kurumsal bir biçimde yapılacağı söylemenin dışında sosyal devleti içeren hiçbir argüman getirmemektedir. Oysa “sosyal devlet” uygulaması sadece yoksullara nasıl yardım götürüleceğini değil, yoksulluğu ortaya çıkartan koşulların ortadan kaldırılmasını da içerir. Dolayısıyla, eğer “sosyal devlet” söylemi kullanılıyorsa, sadece bir yoksulluk programı değil bütün olarak piyasa devleti modelinin hedef alınması gerekir. Aksi halde “sosyal devlet” söyleminin hiçbir anlamı olmaz.
Kaldı ki, “sosyal devlet” uygulamaları kapitalizmin 1945-1970 döneminde benimsenen sermaye birikim rejiminin bir sonucudur. Türkiye gibi azgelişmiş ülkelerde bu rejim, içe dönük sermaye birikimini yansıtan ulusal-kalkınmacı bir yaklaşımla kabul görmüş ve uygulanmıştır. Oysa küreselleşmenin geçerli olduğu günümüzde sosyal devlet uygulamalarının kapitalist sistem içerisinde hiçbir uygulanabilirliği yoktur. Yani CHP, ortanın ne kadar soluna kayarsa kaysın, özünde kapitalizmi savunan, sosyal demokrasi anlayışına sahip olduğu iddiasındaki bir parti olarak gerçek anlamda “sosyal devlet” anlayışını uygulayabilmesi zaten mümkün değildir.
Kılıçdaroğlu, “sosyal devlet”i içeren bir anlayışta olmadığını, ekonomi konusunda düşüncelerini somut biçimde dillendirdiği bir söyleşide açık bir biçimde ifade etmiştir (Referans Gazetesi 21.06.2010). “Denetlenebilir Piyasa Ekonomisi Kuracağız” başlığıyla verilen bu söyleşide Kılıçdaroğlu, yoksullara yardım yöntemi dışında AKP’nin bugüne kadar uygulayageldiği ekonomi anlayışını özü itibariyle savunmuş ve iktidara gelmeleri halinde bunları sürdüreceğini açıklamıştır. Buna karşılık, ne emekçilerin gerçek sorunu olan güvencesiz ve örgütsüz çalışmaya dayalı sömürü düzeni ne de piyasalaşan sağlık, eğitim ve mezarda emeklilik konusu, Kılıçdaroğlu’nun gündemine dahi girmemiştir. Bu bağlamda Kılıçdaroğlu’nun da ekonomi programının vergi ve teşvik politikalarıyla özel sektörü daha da palazlandırmaya odaklandığını söylemek mümkündür.
Kılıçdaroğlu’nun üzerine giyinmek istediği sosyal demokrasi elbisesinin dünyadaki temsilcilerinin durumuna baktığımızda da, tablonun farklı olmadığı görülmektedir. Sosyal demokrasinin öncüsü Alman SPD, bilindiği gibi Almanya’da neoliberal politikaların yerleşmesinde yıllarca baş aktörlüğü üstlenmiştir. İngiltere’de İşçi Partisi de yine aynı şekilde yıllardır emek karşıtı politikaları en katı biçimde uygulamıştır. Bugün ekonomik kriz gerekçesiyle emekçilerin haklarına şiddetle saldırılan Yunanistan ve İspanya’da da sol, sosyal demokrat partiler iktidardadır. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun kendisini dahil etmeye çalıştığı anlayışın iktidarda bulunmuş olan ve hâlâ iktidarda bulunan örnekleri de “sosyal devlet”i uygulamak bir tarafa, “sosyal devletin” kalıntılarını dahi silip atma çabasında olmuştur.
Kılıçdaroğlu’nun CHP’sinde “sosyal devlet” söyleminin gerçekliği konusunda bir başka gösterge de, partiyi ve ekonomi politikalarını yöneten, yönlendiren isimlerdir. Burada özellikle iki isim öne çıkmaktadır. Bunlardan biri MYK Üyesi ve Genel Sayman Faik Öztrak’tır. Öztrak, 2001 krizi sonrasında Kemal Derviş’le birlikte AKP’nin ekonomi politikalarının temelini de oluşturan Türkiye’nin Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nın önde gelen mimarlarındandır. Yani, 2001’den bu yana devletin piyasalaşması, emekçilerin haklarının ortadan kaldırılmasını içeren ekonomi programının baş mimarlarından biri, bugün “sosyal devlet”ten söz eden Kılıçdaroğlu’nun CHP’sinde ekonomi politikalarının başındadır. CHP’nin yeni yönetimindeki diğer ilginç isim de Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran’dır. Tekstil patronu olan ve birçok sermaye örgütünde yöneticilik yapan Oran, Türkiye’de emek maliyetlerinin yüksek olduğu üzerine söylemleriyle de tanınmaktadır. Ayrıca asgari ücretin çok yüksek bulduğu ve bölgesel asgari ücretin uygulanması gerektiği yönünde de birçok beyanı mevcuttur.
Sözün özü: Kılıçdaroğlu’nun yoksulluk söylemiyle “sosyal devlet”i telaffuz etmesi, emekçi, yoksul kesimlerin ağzına bir kaşık bal çalıp, oylarını kapma anlayışından başka bir şey değildir. Zira, Kılıçdaroğlu’nun ekonomi planı ve ekonomi kadrosu, yoksulluğu önlemeyi değil tam tersine, yoksulluğu artırarak sürdürmeyi amaçlayan bir anlayışa sahiptir. Zaten kapitalist sistemin içinde konumlanmış hiçbir partinin ve hiçbir siyasetçinin, niyeti ne olursa olsun; ne açlığa, yoksulluğa ne de emek sömürüsüne karşı çözüm üretmesi beklenemez. Emekçi kesimler için çözümün yegane yolu, kendi sınıf partileri içerisinde örgütlenmek ve mücadele etmektir(!..)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder