8 Ekim 2010 Cuma

‘2. Tekel Direnişi’

08/10/2010

ÖZGÜRCE

TEKEL işçisi, iş güvencesi için, ekmeği için kışın en soğuk günlerinde Sakarya Caddesi’nde 78 gün direndi. 78 gün boyunca Türkiye’nin gündemi bu direnişe odaklandı. Direniş sadece TEKEL işçisinin direnişi değildi; Türkiye’de yıllardır işini, ekmeğini kaybetmiş ya da kaybetme tehdidi altındaki milyonlarca emekçinin de direnişiydi. Türkiye’nin her yerinden emekçiler Ankara’ya akın etti, TEKEL işçisinin yanında direnişe katıldı, dünyanın pek çok ülkesinden emekçiler TEKEL işçisiyle dayanışma eylemleri yaptı. Uzun yıllar sonra ilk kez TEKEL direnişiyle birlikte işçi sınıfı halen var olduğunu gösterdi. Direnişte geçen 78 gün, siyasi iktidarın ve sermayenin kabusu olurken, emekçiler için umut oldu.

TEKEL işçisi direnişi boyunca sadece Ankara’nın soğuğu ve iktidarın tehditleriyle değil, sendikal bürokrasinin engellemeleriyle de mücadele etmek zorunda kaldı. Ve sendikal bürokrasinin elbirliği ile sergilediği oyun, direnişin kırılmasında en önemli etken oldu. 22 Şubatta konfederasyonlar TEKEL işçisinin talepleri yerine getirilmezse genel greve -ya da eyleme- gideceklerini vaat ettiler; Tek Gıda-İş Sendikası eylemliliklerin tüm Türkiye’de süreceği sözünü verdi. Ama bu sözlerin, vaatlerin hiçbiri yerine getirilmedi. Son olarak 9 Ağustosta Tek Gıda-İş Genel Merkezi’nden yapılan bir açıklamayla 2 Martta ilan edilen eylem programının iptal edildiği duyuruldu ve işçilerin direnişinin temel gerekçesi olan 4-c kadrosuna geçmeleri istendi. Eylem programının iptaline gerekçe olarak da; “1 Mayıs Taksim Mitingi ve 26 Mayıs Genel Grev uygulamalarında yaşananlar ve Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun ittifakla aldığı karar gereği 4-c’nin Anayasa Mahkemesine gönderilmesi” gösterildi. Sendikadan yapılan bu açıklama TEKEL direnişinin yok sayıldığını ve sendikanın TEKEL işçilerini tamamen gözden çıkarttığını gösteriyordu.

TEKEL işçisinin sendikasından gördüğü bu tavır, 78 gün boyunca direnişi manşetlerinden düşürmeyen, direnişe çok büyük anlamlar ithaf edenler tarafından maalesef görülmedi. Direniş boyunca TEKEL işçisini göklere çıkartanlar artık onları unutmuştu. 78 gün boyunca “Ölmek var dönmek yok” diyen TEKEL işçisi, tamamen yalnızlaştı ve işçilerin büyük çoğunluğu çaresizlik içinde 4-c’yi kabul etmek zorunda kaldı.

TEKEL mücadelesinin sınıf mücadeleleri tarihine “Hazin bir yenilgi” olarak geçeceği düşünülmeye başladığı bir sırada, Türkiye’nin dört bir yanından bir kısım TEKEL işçileri, kendilerine verilen sözlerin tutulmadığını, 4-c’yi kabul edenlerin dahi işbaşı yaptırılmadığını söyleyerek, yeniden kendi yuvalarına Tek Gıda-İş Sendikasına geldiler. Ama ne yazık ki daha önce Türk-İş yönetiminin yaptığını bu kez Tek Gıda-İş Sendikası yaptı ve “Polis gücü kullanarak”, işçileri kendi yuvalarına sokmadı. Sayıları az da olsa TEKEL işçileri haklarını almak için kendi ifadeleriyle “2. TEKEL direnişini” başlattılar ve sendikalarının önünde direnişe geçtiler.

TEKEL işçisinin talebi, sendikayı harekete geçirmek, sendikanın mücadelelerini sahiplenmesini sağlamak ve sendikanın şemsiyesi altında mücadeleyi sürdürmek(!) Sizce TEKEL işçisi çok şey mi istiyor? Eğer bir sendika emekçilerin iş, ekmek mücadelesini sahiplenmeyecekse, emekçilerle arasına polis gücü koyacaksa ona nasıl sendika denir? Emekçileri polis aracılığıyla sendikadan uzak tutmaya çalışan, mücadeleden kaçan sendikacılar var oldukça, emekçilerin sendikalara güvenmesi beklenebilir mi?

Hiç yorum yok: