17 Mayıs 2012 Perşembe

Ekmek için grev meşrudur

ÖZGÜRCE
18/05/2012

12 Eylül 2010 referandumu için oy isterken hükümet, 12 Eylül darbe yasalarından ülkeyi kurtaracaklarını, bu kapsamda memurlara da toplusözleşme hakkı vereceklerini söylüyordu. Bu söyleme karşılık olarak biz de grevsiz toplusözleşme hakkının bir anlamı olmadığını, bunun sadece bir aldatmacadan ibaret olduğunu söylüyorduk. Referandumdan hükümetin vaatlerine “evet” çıktı ve kamu emekçileri için grevsiz toplusözleşme düzenlemesi yapıldı.


İktidarda bulunduğu 10 yıllık süre zarfında emekçi karşıtı politikaları büyük bir hevesle ve “başarıyla” uygulayan AKP Hükümeti kendisinden beklendiği gibi kamu emekçileriyle yapılan ilk toplusözleşmeye kabul edilemez bir teklifle geldi. Böylece daha ilk toplu sözleşmede kamu emekçileri için grev ihtiyacı ortaya çıkmış oldu. Sendikaların grevi dillendirmesiyle birlikte Başbakan da “Grev hakkınız yok” sözleriyle görüşünü açıkladı.

Başbakan “Grev hakkınız yok” sözünü ister yürütme organının başı olarak isterse de kendisini 2 milyon kamu emekçisinin patronu görerek söylemiş olsun sadece bir görüşten ibarettir. Zira emekçilerin üretimden/hizmetten gelen gücü üzerinde devletin ya da sermayenin tahakkümünün düzeyini belirleyen emekçilerin kendi emeklerine sahip çıkma konusunda gösterecekleri iradeye bağlıdır. Emekçiler greve konu olan sorun üzerinde haklı olduklarına inanıyorlarsa ve toplumsal desteği de arkalarına almışlarsa örgütleriyle birlikte yapacakları grevin meşruiyetini hiçbir güç sorgulayamaz ve greve engel olamaz!

Kamu emekçileriyle yapılan toplusözleşme sürecinde hükümetin masaya getirdiği öneri 2012 yılı için 3+3, 2013 yılı için 2+3’tür. Oysa TÜİK’in nisan ayı verilerinde -düşük göstermek için her tekniğin uygulanmasına rağmen- enflasyon geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 11.14’tür. Öte yandan Türkiye, Başbakanın çok övünerek dillendirdiği üzere dünyanın en hızlı büyüyen ülkelerinden biridir. 2012-2014 Orta Vadeli Programa göre ekonomik büyüme 2012 yılı için yüzde 4, 2013 yılı için de yüzde 5 olarak öngörülmüştür. Bu veriler ışığında toplu sözleşmede geçmiş dönemdeki reel kayıplar hesaba katılmasa bile en azından enflasyon ve büyüme oranının toplamı kadar bir ücret artışı yapılması gerekir. Yani 2012 yılı için ücret artışı en az yüzde 15 olmalıdır. Bunun altında belirlenecek ücret artışı reel olarak ücretin azalması ve kamu emekçisinin sofrasındaki ekmeğin devlet tarafından “çalınması” anlamına gelir(!) Dolayısıyla kendisi ve çocuklarının karnını doyurmak isten bir kişinin alnının teriyle kazandığı ekmeğini çalmak isteyenlere karşı mücadelesi ne kadar meşru ise yüzde 15’in yarısını bile bulmayan ücret artışı teklifine/dayatmasına karşı mücadelede o kadar meşrudur!

Kamu emekçileriyle yapılan toplusözleşmelere sadece kamu emekçilerinin ücret pazarlığı olarak bakmak büyük bir yanılgı olacaktır. Zira bu sözleşmeler kamu emekçilerinin yanı sıra kamu işçileriyle özel sektörde çalışan emekçileri ve kamu hizmeti alan tüm yurttaşları da etkilemektedir. Toplusözleşmede belirlenecek olan kamu emekçi ücretleri her şeyden önce kamu işçilerinin önümüzdeki dönemdeki toplu sözleşmelerini ve sendikasız tüm kamu emekçilerinin ücretlerini de etkileyecektir. Özel sektörde de ücretler belirlenirken kamu kesimi ücretleri belirleyici olmaktadır. Hiç kuşkusuz hükümet, kapsadığı emekçi sayısı bakımından en büyük toplusözleşme olma özelliğini dikkate alarak teklifini masaya getirmiştir. Kısacası kamu emekçisinin alacağı ücret artışı, Türkiye’de ücretler genel düzeyi üzerinde belirleyici olacak ve böylece diğer emekçi kesimlerin ücretlerini de etkileyecektir.

Öte yandan kamu emekçileri eğitim, sağlık, yerel yönetimler gibi alanlarda yurttaşlara kamu hizmeti sunan kişilerdir. Kamu emekçilerinin çalışma ve yaşam koşulları, kamu hizmeti sunumunun niteliği üzerinde doğrudan etkiye sahiptir. Örneğin geçimini sağlayamayan bir öğretmenin vereceği eğitim hizmetinin; sağlık personelinin vereceği sağlık hizmetinin nitelikli olmasını beklemek imkansızdır. Bu nedenle kamu hizmetinin alıcısı olan yurttaşlar da kamu emekçilerinin çalışma koşulları ve yaşam koşullarının belirleneceği toplu sözleşmenin sonuçlarından etkileneceklerdir.

Sözün özü: Hükümetin toplu sözleşme masasında kamu emekçilerinin önüne “dalga geçercesine” koyduğu ücret teklifinin muhatabı sadece kamu emekçileri değildir. Burada yapılmak istenen ücretler genel düzeyini daha da düşürmek ve kamu hizmetlerine ayrılan payı azaltarak, sermayeye daha fazla kaynak ayırmaktır. Yani kamu emekçileriyle birlikte diğer tüm emekçilerinin ve sermaye dışındaki kesimlerinin sofrasındaki ekmek çalınmak istenmektedir. Buna karşı mücadele etmek sadece kamu emekçileri için değil sermaye dışındaki tüm toplum kesimleri için meşru ve gereklidir. Bu nedenle KESK ve T. Kamu-Sen’in 23 Mayısta gerçekleştireceği greve işçi sendikaları da katılmalı ve tüm yurttaşlar destek olmalıdır!

Hiç yorum yok: