Bu makale Eğitim Bilim Toplum Dergisi Cilt.10 Sayı. 40 Güz 2012 Sayfa 25-33'de yayınlanmıştır.
Giriş: Kimin
İçin Eğitim?
Eğitim
sınıf, toplumsal cinsiyet ve ırk temelinde katmanların olduğu bir toplusal
düzeni yeniden üretmek bakımından önemli bir role sahiptir. Kapitalist üretim
ilişkilerinin ve dolayısıyla kapitalist toplum düzeninin yeniden üretiminde
eğitim sisteminden beklenen, üretkenliği (verimliliği) en üst düzeyde;
itaatkâr; eşitsizlikleri ve sömürünün üzerini örten milliyetçilik ve din gibi
dogmanın hakim olduğu duygularla aşılanmış bir insan modeli yetiştirmesidir.
Kapitalist devlet, tüm yurttaşlarının hedeflenen insan modelini yetiştirecek
eğitim sisteminden geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu nedenle eğitim sistemi
içinde temel olarak belirlenen süreçler tüm yurttaşlar için “zorunlu” hale
getirilmiştir. Özellikle talep yönlü ekonomi modelinin uygulandığı Keynesyen
dönemde eğitimin maliyeti devlet tarafından üstlenilmiş ve parasız eğitim,
sosyal devletin bir gereği olarak sunulmuştur.
1970’li
yıllarla birlikte krize giren kapitalizm, üretim sitemini ve bununla birlikte
toplumsal düzeni yeniden yapılandırma sürecine girmiştir. Neoliberalizm olarak
adlandırılan bu yeniden yapılanma süreci sistemin ideolojik aygıtı olan diğer
kurumlar gibi eğitim sisteminde de köklü değişikliklere neden olmuştur. Üretim
sisteminde fordizmin standartlaşmış üretim modelinden yeniden esneklik olarak
tanımlayabileceğimiz bir modele geçilmiştir. Küresel rekabet baskısı altında
üretimin ve dolayısıyla emek süreçlerinin esnekleşmesini beraberinde getiren bu
modelde amaç; teknolojiyi de kullanarak üretim maliyetlerini en düşük düzeye
indirmektir. Küreselleşme ile birlikte sermayenin dolaşımı önündeki tüm
sınırlamaların kaldırılarak yatırımlar ucuz emek alanlarına kaymış ve küresel
emek piyasasında rekabet artmıştır. Emek piyasasındaki bu rekabet, bir taraftan
işsizlik tehdidini arttırmış, emeğin değerini yani ücret ve çalışma
koşullarının kötüleşmesine neden olmuş; diğer taraftan da emekçilerin üretim
sürecinde örgütlülüğünü zayıflatmış ve emek üzerindeki sermaye denetimi
artmıştır.
Küresel
rekabetin ortaya çıkarttığı yeni emek piyasasında emekçiler, yegâne gelirleri
olan ücreti elde edebilecekleri bir işe sahip olmak ya da işlerini koruyabilmek
için sürekli değişen üretim sisteminin gerektirdiği nitelik düzeyine erişmek
zorunda kalmıştır. Üretim ilişkilerinin yeniden üretiminde gerekli niteliğe sahip
emek gücünü yetiştirme işlevini üstlenmiş olan eğitim sistemi, üretim
sistemiyle birlikte sürekli değişen ihtiyaçlara yanıt verebilecek bir yapılanma
içerisine girmiştir.
Neoliberalizmin
ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırılan eğitim sisteminin; üretim
süreçleri ve emek piyasalarındaki gelişmelere paralel olarak esnekleşmesi
gündeme gelmiştir. Bu bağlamda küresel ve ulusal emek piyasalarındaki nitel ve
nicel değişimlere hızla uyum sağlayabilen esnek bir eğitim sistemi
hedeflenmiştir. Esnek eğitim sisteminde piyasa aktörlerin (işverenlerin),
paydaş adı altında müfredat üzerinde doğrudan söz sahibi olarak; müfredatı
ihtiyaç duydukları nitelikte emek gücünün yetiştirilmesini sağlamak üzere
değiştirebilmesi sağlanmaktadır. Öte yandan eğitim yaşına ilişkin
sınırlandırmalar ortadan kaldırılmakta; yaşam boyu eğitim adı altında emek
piyasasının değişen ihtiyaçlarına uygun olarak her yaşta eğitim mümkün hale
getirilmektedir. Böylece eğitim sistemi sadece emek piyasasına işgücü
hazırlamakla kalmayıp, insanların tüm yaşamları boyunca sermayenin ihtiyaçları
doğrultusunda eğitilebilmelerini sağlayacaktır.
Kapitalist
üretim ve toplum modelinin yeniden üretiminde eğitim sistemi, emek
üretkenliğini arttırmanın yanı sıra yoğun sömürü ve eşitsizliklerin
kabullenilmesini sağlayacak itaatkâr nesiller yetiştirme işlevini de
üstlenmiştir. Düşünme, sorgulama, araştırma güdülerinin baskılandığı eğitim
sisteminde; kapitalist üretim ve toplum düzeninin mutlaklaştırılmaya
çalışılmıştır. Böylece toplumun işyerinde patrona, toplumsal yaşamda devlete
itaat etmesi; kapitalizmin ideolojik hegemonyasının kabullenmesi ve üretim
maliyetlerini arttıracak mücadelelerden uzaklaşması amaçlanmıştır.
Öte yandan
kapitalizme içkin olan sınıf çelişkilerinin sonucunda sömürü ve eşitsizliklerin
üzerinin örtülmesinin aracı olarak kullanılan milliyetçilik ve din, eğitim
sisteminin bir parçası haline getirilmektedir. Milliyetçilik ve din bir
taraftan emekçiler arasında bir ayrışma yaratırken; diğer taraftan da
sermayenin çıkarları için diğer ülkelerle ve halklarla giriştiği savaşlara
gerekçe oluşturmaktadır. Böylece milliyetçi, şoven ve dogmalar üzerinden
hareket eden bir eğitim sistemi toplum düzeninin yeniden üretim işlevini de yerine
getirmiş olmaktadır.
Neoliberal
eğitim sistemi bir taraftan kapitalist üretim ilişkileri ve toplum düzeninin
yeniden üretimini sağlayacak insan modelini yetiştirirken; diğer taraftan da
piyasa devleti anlayışı içerisinde eğitimin, hizmeti alan tarafından finanse
edilmesini hedeflemiştir. Bu bağlamda özellikle 1980’li yıllardan itibaren
devletlerin eğitim harcamaları azalmış; eğitim ticari bir anlayış içerisinde
kamu ve özel kesim tarafından sunulmaya başlamıştır.
Türkiye’nin Küresel Rekabete Uyum Sürecinde Eğitim
24 Ocak 1980
kararlarıyla birlikte Türkiye, neoliberal politikaları benimsemiş ve 12 Eylül
darbesiyle yaratılan baskı ortamı içerisinde de küresel rekabete uyum
sağlayacak politikaları uygulamaya koymuştur. Küresel rekabet içerisinde
Türkiye uluslararası sermayenin ucuz işgücü arayışlarına yanıt vermeyi
hedeflemiştir. Diğer bir söyleyişle küreselleşme sürecinde Türkiye ekonomisi
ucuz işgücü ile rekabet arayışına girmiştir. Bunun için öncelikle 1970’lerde
yükselen işçi sınıfı hareketini baskılamak üzere bir askeri darbe
gerçekleştirilmiş ve işçi sınıfının örgütlenmesi ve mücadelesi engellenmeye
çalışılmıştır. Böylece son derece esnek ve kuralsız bir emek piyasasının
oluşması sağlanmıştır. Ancak emek piyasasının Türkiye’den çok daha düzensiz, emek
maliyeti çok daha düşük olan Asya-Pasifik ve Kuzey Afrika ülkelerinin küresel
üretim ağı içerisine girmesiyle birlikte Türkiye emek piyasasındaki esneklik ve
kuralsızlık; yetersiz kalmıştır. Türkiye’nin rekabet gücünü zayıflatan bu durum
karşısında “yatırım ikliminin oluşturulması” ve “işsizliğin önlenmesi”
söylemiyle emek maliyetlerini daha da düşürmeye yönelik politikalar gündeme
getirilmiştir.
Türkiye’de
üretim ve emek süreçlerindeki değişime paralel olarak eğitim sisteminde de
köklü değişiklikler gerçekleşmiştir. Eğitim sistemi, özellikle 12 Eylül
darbesinin ardından uygulanan ekonomi politikalarına ve değişen üretim
ilişkilerine bağlı olarak artan sömürü ve toplumsal eşitsizlikleri sorgulamayı
ve oluşacak tepkiyi engellemek üzere itaatkâr bir nesil yetiştirilmesini
hedeflemiştir. Bu hedef doğrultusunda eğitim sistemi, sınav yönelimli, ezberci,
dayanışmadan uzaklaştırıp rekabeti teşvik eden, ırkçı, şoven, cinsiyetçi ve
dogmalara dayanan bir içeriğe sahip olmuştur.
Kapitalist
üretim ilişkileri ve toplum düzeninin neoliberalizmle şekillenen bu yeni
formuna karşı itaat etme ve tepki gösterememenin sonucu olarak emek
maliyetlerinin düşürülmesi ve toplumun geniş kesimi tarafından oluşturulan
kaynakların devlet aracılığıyla sermayeye aktarılması sağlanabilmiştir. Ancak
rekabet edilen ülkelerin sınıf mücadeleleri ve sosyal kazanımlar bakımından
daha geride olması emek maliyetlerini daha da düşürecek istihdam politikalarını
gündeme getirmiştir.
Küresel
rekabete uyum sağlamak üzere oluşturulan istihdam politikalarında üç temel
hedef ön plana çıkmıştır. Bunlardan birincisi emek piyasasının daha da
esnekleştirilmesidir. Bunun için bir taraftan çağrı üzerine çalışma, kısmi
süreli çalışma, evden çalışma gibi esnek istihdam biçimleri yaygınlaşırken;
diğer taraftan sermaye tarafından maliyet olarak görülen kıdem tazminatı gibi
haklar ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. İkinci hedef emek arzının
(işgücüne katılma oranının) yükseltilmesidir. İşgücüne katılımın yani emek
arzının arttırılarak emekçiler arasında rekabetin arttırılması yoluyla
ücretlerin ve genel olarak emek maliyetinin azaltılması amaçlanmaktadır Üçüncü
hedef ise emekçilerin sürekli değişen üretim teknikleri ve teknolojiye uyum
sağlaması ve böylece emek üretkenliğinin (verimliliğin) yükseltilmesidir.
Küresel
rekabete uyum sağlamak üzere geliştirilen istihdam politikaları içerisinde
işgücüne katılımın ve emek üretkenliğinin arttırılmasına yönelik hedeflerin
doğrudan eğitim sistemi ile bağlantısı kurulmaktadır. Özellikle 2001 krizi
ardından emek piyasalarını esnekleştiren yeniden yapılanma sürecinde gerek
OECD, Avrupa Birliği ve Dünya Bankası gibi kurumlar; gerekse TÜSİAD, TOBB, TİSK
gibi sermaye örgütleri emeğin üretim sistemindeki değişime uyumunu sağlamak
konusunda eğitim sisteminin yetersiz kaldığı üzerine eleştirilerini
yoğunlaştırmıştır. AKP hükümeti uluslararası kurumlar ve ulusal sermayenin bu
eleştiri ve telkinlerini de dikkate alarak eğitim sistemimin değişen üretim
ilişkilerinin yeniden üretimini sağlayacak biçimde yapılandırılmasına yönelik
çalışmalar içerisine girmiştir. Bu bağlamda 9. Kalkınma Planı, Ulusal İstihdam
Stratejisi (UİS) ve Sanayi Strateji Belgesi (SSB) başta olmak üzere birçok
dökümanda “eğitim-istihdam” ilişkisini sağlamaya yönelik hedefler ortaya
konulmuştur.
Küresel
rekabet gücünü temel hedef olarak belirleyen 9. Kalkınma Planı (2007-2013)’de
istihdamı arttırılmaya yönelik politikalar bağlamında “Eğitimin İşgücü Talebine
Duyarlı Hale Getirilmesi” başlığına yer verilmiştir. Bu başlık altında eğitim
sisteminin emek piyasasının ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kaldığı
vurgulanmış ve ekonominin ve emek piyasasının taleplerine cevap verecek ve
özellikle gençlerin istihdam edilebilirliğini artıracak bir eğitim sistemine
ihtiyaç bulunduğu belirtilmiştir. Mesleki eğitimin emek piyasasındaki
gelişmelere cevap verecek esnekliğe kavuşturulmasını sağlamaya yönelik
çalışmalara başlandığı belirtilen planda; eğitim-istihdam ilişkisinin
kurulmasıyla aktif işgücü politikalarına da katkı sağlanarak işgücüne katılma
oranının artacağı öngörülmüştür.
9. Kalkınma Planı’nda yer verilen
eğitimin emek piyasasının ihtiyaçlarına yanıt veremediği görüşü Sanayi ve
Ticaret Bakanlığı tarafından hazırlanan Sanayi Strateji Belgesi (2011-2014)’de
ve Ulusal İstihdam
Stratejisi Taslağı (2012-2013)’de de paylaşılmıştır. Sanayi Strateji Belgesi bu
konuya “Sanayi stratejisi acısından bakıldığında, işgücünün
almış olduğu eğitimin süresi kadar niteliği de rekabet gücü üzerinde
belirleyici bir unsurdur. Bireylerin, eğitimleri esnasında edindikleri bilişsel
beceriler, işgücünün gelecekteki verimlilik düzeyini büyük ölçüde
etkilemektedir. Son dönemde bu alanda yapılan çalışmalar, Türkiye’de verilen
eğitimin kalitesindeki problemlerin, işgücünün beceri düzeyini ve dolayısıyla
özel sektörün rekabet gücünü olumsuz etkilediğini göstermektedir.” ifadesiyle yer
vermiştir. Ulusal İstihdam Stratejisi Taslağı da benzer bir değerlendirmede
bulunarak Türkiye’de eğitim sisteminin en önemli eksikliğini “ekonominin ihtiyacına uygun insan gücü
sunamaması” olarak ifade edilmiştir.
Görüldüğü gibi Türkiye’de uygulanan
politikalarda belirleyici olan bu üç belgede de eğitim sistemi üretim
ilişkilerini yeniden üretmek bakımından başarısız olarak değerlendirilmektedir.
Eğitim sistemine ilişkin sorunun tespitinde olduğu gibi çözüm konusunda da ortaklaşma
sağlanmaktadır. Bu bağlamda Sanayi Strateji Belgesi çözüm için hedeflerini “Eğitim sektörünün
işgücü talebine olan duyarlılığı arttırılacak, işletmelerin talep ettiği
alanlarda insan sermayesinin güçlendirilmesi ve eğitim ile işgücü piyasasının
daha esnek bir yapıya kavuşturulması sağlanacaktır.” cümlesiyle ortaya
koymaktadır. Ulusal istihdam Stratejisi Taslağı’nda da çözüm için “Eğitim ve öğretimin işgücü piyasası
ihtiyaçlarını karşılama yeterliliğinin arttırılması ve herkes için erişilebilir
hale getirilmesi amaçlanmaktadır.” ifadesine yer verilmiştir.
Yukarıda sözü edilen belgelerde eğitim
sistemini piyasanın ihtiyaçları doğrultusunda yeniden şekillendiren politikalar
büyük ölçüde mesleki eğitim üzerine oluşturulmaktadır. Mesleki eğitimin
yaygınlaştırılması ve bu amaçla il özel idarelerinin mesleki eğitime kaynak
aktarması ve devlet tarafından mesleki eğitim öğrencilerine katkı payı
verilmesi öngörülmektedir. Ayrıca mesleki eğitimin kalitesinin ve etkinliğinin
arttırılmasını sağlamak üzere kamunun mesleki eğitimden kademeli olarak
çekilerek özel sektöre devredilmesi planlanmaktadır.
Eğitimde Piyasanın
İhtiyaçlarını Karşılamanın Formülü Olarak: 4+4+4
Küresel rekabete uyum sağlamak üzere emek
piyasasını yeniden yapılandırmayı hedefleyen plan ve strateji belgelerinde
eğitim sisteminden beklenen uyum; 30 Mart 2012 tarihinde yasalaşan ve
kamuoyunda 4+4+4 olarak da bilinen 6287 sayılı yasa ile getirilen
düzenlemelerle büyük ölçüde örtüşmektedir. Bu yasayla getirilen düzenlemelere
göre on iki yıl olarak belirlenen zorunlu eğitim her biri dört yıl sürecek üç
aşamada gerçekleştirilecektir. İlköğretim olarak tanımlanan dört yıllık iki
aşamadan 5 yaşında başlanıp 9 yaşına kadar sürecek olan ilk dört yıl
ilkokullarda; 9-13 yaşları arasında geçecek ikinci dört yılda ise çocuklar
ortaokullarda eğitim alacaklardır. Ortaokullarda farklı programlarda dersler
seçmeli olacak ve bu dersler üçüncü dört yıldaki lise eğitimini destekleyecek şekilde öğrencilerin yetenek, gelişim ve
tercihlerine göre belirlenecektir. Üçüncü dört yıldaki liseler ortaöğretim olarak tanımlanmıştır. Liseler, ilköğretime dayalı, dört yıllık
zorunlu, örgün veya yaygın öğrenim veren genel, mesleki ve teknik öğretim
kurumlarının tümünü kapsayacaktır.
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız yeni
eğitim sistemi çocukları olabildiğince küçük yaştan itibaren mesleki eğitime
yönlendirmeyi hedeflemektedir. Ayrıca lise düzeyinde yaygın eğitim verilmesi
mesleki eğitim öğrencilerinin okul ortamında bulunmadan haftanın 5 günü
atölyelerde, fabrikalarda çalıştırılabilecekleri anlamına gelmektedir. Kamunun
mesleki eğitimi özel sektöre bırakması; Organize Sanayi Bölgeleri gibi
işyerlerinin yoğunlaştığı alanlarda meslek okullarının kurulabilecek olması ve
stajyer öğrenci çalıştırma sınırının kaldırılması mesleki eğitim öğrencilerinin
ucuz işgücü olarak kullanımını yaygınlaştıracaktır.
4+4+4 düzenlemesiyle birlikte mesleki
eğitim, ucuz işgücü sağlama aracı olmanın yanında çocuk işçiliği de yasalara
rağmen meşrulaştıracaktır. 6287 sayılı yasanın imam hatipler dışındaki meslek
okullarını ortaokul olarak tanımlanmamış olması mesleki eğitimin lise düzeyinde
başlayacağı algısını yaratmaktadır. Oysa yasanın 9. maddesinde yer alan
“Ortaokullar ile imam-hatip ortaokullarında lise eğitimini destekleyecek
şekilde öğrencilerin yetenek, gelişim ve tercihlerine göre seçimlik dersler
oluşturulur.” ifadesi; ortaokulların öğrencilerin lisede yönlendirilecekleri
mesleki ve teknik okullara bir hazırlık aşaması olduğunu göstermektedir. Öte
yandan yasanın 8. maddesinde yer alan “İlköğretim kurumlarının ilkokul ve
ortaokul olarak bağımsız okullar hâlinde kurulması esastır. Ancak imkân ve
şartlara göre ortaokullar, ilkokullarla veya liselerle birlikte de
kurulabilir.” ifadesi ortaokulların mesleki ve teknik öğretim kurumlarıyla bir
arada kurulabilmesinin yolunu açmaktadır. Keza lisede meslek eğitimi alacak
ortaokul öğrencisinin yasada belirtilen “…lise eğitimini destekleyecek şekilde
öğrencilerin yetenek, gelişim ve tercihlerine göre seçimlik dersler
oluşturulur.” hükmünü teknik donanımı olamayan bir okulda edinebilmesi
beklenemez. Dolayısıyla meslek liselerine hazırlık aşamasındaki öğrencilerin
devam ettiği ortaokulların meslek liseleriyle bir arada kurulmaları gerekli
hale gelecektir.
Ortaokulların meslek liseleriyle birlikte
kurulması; mesleki eğitimin ikinci dört yılında yani ortaokul düzeyinde
başlaması anlamına gelmektedir. Bu da mesleki eğitime başlama yaşının fiilen
9’a kadar düşmesi demektir. Kaldı ki lise düzeyinde bile olsa mesleki eğitime
başlama yaşı 13 olacaktır. Türkiye’de 15 olan yasal olarak çalışmaya başlama
yaşı sınırlaması mesleki eğitim öğrencileri için istisna olarak kabul
edilmektedir. Bu konuda son örnek Haziran 2012’de yasalaşan 6331 sayılı İş
Sağlığı ve İş Güvenliği Kanunu’dur. Kanun’da “çocuk işçi” tanımı yapılmamış;
buna gerekçe olarak da “…mesleki eğitim dışında çocuk çalışanların istihdamının
kısıtlanması Kanunun amaçlarından biridir” şeklinde bir ifade kullanılmıştır.
Bu ifadeden anlaşılacağı üzere Kanun, mesleki eğitim öğrencilerini yaşlarına
bakılmaksızın çocuk işçi tanımlaması dışında tutmuş ve çalışma yaşı sınırını
mesleki eğitim öğrencileri için geçersiz hale getirmiştir. Yine 6331 sayılı
Kanunun 37. maddesinde getirilen hükümle 4857 sayılı İş Kanunu’nun 16 yaşından
küçüklerin ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılmasını cezalandıran 85.
maddesini yürürlükten kaldırmıştır. Böylece mesleki eğitim öğrencisi adı
altında 13 hatta 9 yaşındaki çocukların bile ağır ve tehlikeli işlerde
çalıştırılmasının yolu açılmıştır.
6287 sayılı yasayla çocukların çok küçük
yaştan itibaren eğitim sistemine dahil olmalarının yol açacağı pedagojik,
psikolojik ve fizyolojik olumsuzluklar üzerine eleştiriler getirilmektedir. Bu
haklı eleştirilerin yanında pek fazla gündeme gelmeyen ancak son derece önemli
olan bir konu da çok küçük bir yaşta çocuğun geleceğini belirleyecek olan
meslek tecihini yapmaya zorlanmasıdır. Yasada mesleki eğitime lisede yani 13
yaşında başlanacağı belirtilmişse de yukarıda da açıklanmaya çalışıldığı gibi
ortaokulda lise eğitimini destekleyecek seçmeli bir program izlenecektir. Dolayısıyla
genel, imam hatip ya da meslek liselerinden hangisine yöneleceklerine
öğrenciler ortaokula başlarken yani 9 yaşında karar verilmesi gerekecektir.
Henüz kişilik özelliklerinin, becerilerinin belirginleşmediği bir yaşta ne
çocuğun kendisi ne ailesi ne de eğitmenlerin böyle bir kararı verecek objektif
ölçütlere sahip olması beklenemez. Bu nedenle çocuğun bütün yaşamını
etkileyecek olan bu karar önemli ölçüde aile tarafından verilecektir. Eğitimin
her aşamasının paralı hale geldiği ve akademik eğitimin son derece uzun ve
maliyetli olduğu düşünüldüğünde ekonomik durumu iyi olmayan aileler çocuklarını
mesleki eğitime yönlendirmek zorunda kalacaklardır. Böylece insanların
geleceğini belirleme özgürlüğü ve eğitim hakkı tamamen ortadan kalkacak ve
eğitim, sınıflar arası eşitsizliklerin daha da derinleşmesine aracılık
edecektir.
Sonuç Yerine
Sınıfsal bir perspektifte bakıldığında,
Türkiye’de eğitim sistemini baştan aşağı değiştiren 4+4+4 eğitim sisteminin
küreselleşme süreciyle birlikte yeniden yapılanan üretim ilişkileri ve
toplumsal düzeni yeniden üretmeyi sağlayacak biçimde formüle edildiği
görülecektir. Zira kapitalizmin uluslararası kurumları ve ulusal sermayenin
küresel rekabet içinde tutunabilmek için ortaya koyduğu talepler doğrultusunda
AKP hükümetinin çeşitli alanlara ilişkin plan, rapor ve belgelerde ortaya
koyduğu eğitim sistemine ilişkin hedefler 4+4+4 düzenlemesi içinde yerini
bulmuştur.
Küresel rekabette tutunabilmek için
istenen; emek maliyetlerinin ucuz emek üzerinden rekabet eden Çin, Hindistan,
Mısır, Tunus gibi ülkelerin düzeyine indirmektir. 4+4+4 eğitim sistemi küresel
rekabete uyum sağlamak üzere oluşturulan istihdam politikalarında öne çıkan
hedeflerle tamamen uyumludur. Bu bağlamda mesleki eğitimin özel sektöre
bırakılması, meslek okullarının sanayi bölgelerinde açılabilmesi, yaygın eğitim
sayesinde mesleki eğitimin okuldan tamamen kopartılması, mesleki eğitimi
çıraklık eğitimine dönüştürmektedir. Eğitimin paralı hale gelmesi ve giderek
artan yoksulluk, Türkiye’de büyük bir kesim için mesleki eğitimi ya da başka
bir ifadeyle çıraklığı zorunlu hale getirmektedir.
Eğitim yaşının erkene çekilerek ve dört yıllık
ilkokulun hemen ardından meslek eğitimine yönlendirilerek çocukların üretim
sürecine katılmaları sağlanmaktadır. Böylece bir taraftan emek arzı artmakta
diğer taraftan da en ucuz işgücünü oluşturan çocukların çalıştırılması, mesleki
eğitim öğrencisi görüntüsü altında meşrulaştırılmaktadır.
Mesleki eğitimin tamamen özel sektöre bırakılmasıyla
birlikte mesleki eğitimin içeriği de tamamen piyasanın ihtiyaçlarına göre
belirlenecektir. 10-12 yaşlarından itibaren tamamen daha üretken hale
getirilmek üzere işverenlerinin denetimi altında eğitilen emekçilerin sınıfsal
benliklerini bulma ve emeğine sahip çıkmak için mücadele yürüte bilmeleri son
derece zordur. Bu da emekçilerin örgütlenme ve mücadele ederek değiştirme
koşullarını ortadan kaldıracak; üretim sürecinde sermayenin egemenliğini
güçlendirmesi sonucunu ortaya çıkartacaktır.
Eğitim sisteminin işleyişi,
kapitalizmin genel işleyiş ilkelerine ve mantığına uygun olarak kapitalizmin
toplumda yarattığı ve derinleştirdiği farklılaşmaların eğitim sistemi
aracılığıyla yeniden üretimini, sınıflar arası arasındaki eşitsizliklerin
sürdürülmesini sağlamaktadır. Kapitalizmde eğitim sistemini tarif eden bu
tanımlama 4+4+4 olarak bilinen ve eğitim sistemini baştan aşağı yeniden
yapılandıran yeni eğitim sistemi için de geçerlidir. Eğitim sistemi başta olmak
üzere kapitalist üretimi ve toplumsal düzeni yeniden üreten mekanizmalar aşılıp
sınıflar arasındaki güç dengesi emekçi sınıfın lehine değiştirilemediği sürece
kapitalizm tüm eşitsizlikleri daha da derinleşerek devam edecektir. Sınıflar arası güç dengelerini
değiştirebilmek ise kapitalizmin ideolojik hegemonyasını mutlaklaştırmadan,
toplumsal desteği sağlayacak alternatifler üretmekten ve sınıf bilinci
içerisinde örgütlenerek mücadeleden geçmektedir.
Kaynakça
Althusser,
L. (2006). “İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları” ile Birlikte-Yeniden
Üretim Üzerine, Çev: A. Işık Ergüden, Alp Tümertekin, İthaki Yayınları,
İstanbul
Apple W.
Michael (2006). Eğitim ve İktidar, Çev: Ergin Bulut, Kalkedon Yayınları, İstanbul
Dokuzuncu
Kalkınma Planı. RG. Sayı: 26215, 1 Temmuz 2006
Türkiye
Sanayi Stratejisi Belgesi (2011-2014) http://www.sanayi.gov.tr/Files/Documents/sanayi_stratejisi_belgesi_2011_2014.pdf
Ulusal
İstihdam Stratejisi Taslağı (2012-2023)
Ünal, I.
(2005). “”İktisat İdeolojisi”nin Yeniden Üretim Süreci Olarak Eğitim”, Ekonomik
Yaklaşım, cilt.16, sayı. 57, ss. 35-50
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder