2 Kasım 2008 Pazar

Kriz Karşısında Sendikalar Ne Yapıyor? (III)


31/10/2008

ÖZGÜRCE

Kriz karşısında sendikaların durumunu ele aldığımız bu üçüncü yazıya başlamadan önce çeşitli zamanlarda karşılaştığım “sendikalarla neden bu kadar uğraşıyorsun” sorusu bir kez de Çarşamba akşamı Hayat Televizyonunda Ekopolitik programında sevgili dostum Fuat Ercan tarafından dillendirilince kısa bir açıklama gereği ortaya çıktı. Eğer kapitalist toplumun iki temel sınıftan oluştuğunu ve bunlardan birinin de işçi sınıfı olduğunu kabul ediyorsak işçi sınıfının öz örgütü olan sendikaların durumunu ele almak yani “uğraşmak” gereklidir elbette. Ayrıca, bugün sadece sendika üyesi değil tüm emekçilerin haklarının sendikaların da bir tarafında yer aldığı masalarda belirlendiğini düşündüğümüzde sendikalarla “uğraşmak” daha da elzem hale gelmektedir.Bu çok kısa açıklamanın ardından geçen haftadan bu yana sendikalar cephesinde krize yönelik gelişmeleri incelemeye devam edelim. Bu konuda 28 Ekim Salı günü iki gelişme oldu bunlardan bir Türk-İş Başkanlar Kurulu’nda yapılan açıklamalar, diğeri de DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve Çiftçi-Sen’in krize yönelik ortak açıklamalarıydı. Türk-İş, bu son açıklamasında da daha önceki gibi krizin ortaya çıkartacağı olumsuzluklara karşı hükümetten beklentileri dile getirip herhangi bir mücadele programı ortaya koymadı. Ancak burada önemli bir gelişme Başkanlar Kurulu nihayet Yörsan’da, Desa, E-Kart’ta ve Türk-İş Sendikaları tarafından yürütülen diğer mücadeleleri desteklediğini açıkladı. Bu destek sadece açıklamada mı kalacaktır yoksa fiili bir destek haline dönüşecek midir zaman içerisinde göreceğiz.Geçen iki haftada bu köşede sendikaların kriz konusundaki konumlanmalarını aktarırken DİSK’in bu konuda en son bir ay kadar önce bir açıklama yaptığını bunda da hiçbir somut öneri ortaya koymadığını belirtmiştik. KESK’in ise krize yönelik hiçbir açıklama yapmamasını eleştirmiş, gelecek açıklamayı merakla beklediğimizi ifade etmiştik. Salı günü KESK’in DİSK’le beraber yanlarına Türkiye’de en önemli iki meslek örgütü TMMOB ve TTB ile Çiftçi-Sen’i de alarak ortak bir açıklama yapacağını duyunca oldukça heyecanlandım. Türkiye’de farklı gibi gözüken ama özünde işçi sınıfının bileşenleri olan bu kesimlerin bir araya gelerek kriz karşısında ortak tavır sergilemeleri son derece önemliydi.Ancak, “Krizden Çıkış İçin, Sosyal Dayanışma ve Demokratikleşme…” başlığı ile açıklanan programı görünce heyecanın yerini yine umutsuzluk aldı. Bu anlamlı birliktelikten çıkan programın başlığından son cümlesine kadar okuduğumda programı kaleme alanların (ki metin yayınlandıktan sonra bu örgütleri bağlar) kapitalist sistemin işleyiş mekanizmasını bilmediklerini düşündüm. Çünkü daha başlıkta yer alan “Sosyal Dayanışma” ifadesi ile bir mücadele yerine krizin ortaya çıkartacağı koşulları kabullenip buna karşı ayakta duracak mekanizmaları oluşturmanın amaçlandığı izlenimi ortaya çıkıyordu. Ki bu hem AKP’nin tabanındaki dünya görüşü ile hem de Dünya Bankası’nın yoksulluk karşısındaki önerisiyle doğrudan örtüşüyordu. Oysa kriz koşullarında sınıf örgütlerinin dayanışmasından beklenen “sosyal (toplumsal) mücadele” ya da “sınıfsal dayanışma” vurgusu olmalıydı. Program başlığında yer alan “demokratikleşme” vurgusu ile de yine gerek AKP gerekse sermaye kesimleriyle ortaklaşıldığı izlenimi ortaya çıkıyordu. “Demokratikleşme” konusu arkası doldurulmazsa (ki arkasında sınıf mücadelesi vardır) hiçbir gerçekliği olmayan, işçi sınıfının karşısındaki kesimlerin de sürekli dillendirdiği bir kavramın anlamsız tekrarı olmaktan öteye geçemez. Metnin içeriğine baktığımızda emekçi sınıfın ihtiyacı olan “demokrasi”ye ulaşılması için hiçbir mücadele önerisinin olmadığı, sadece demokrasinin bir yerlerden gelmesinin beklendiği sonucu ortaya çıkmaktadır. Söz konusu programın içeriğinde krizin sorumluluğu neoliberal politikalar ile siyasi iktidar, IMF ve Dünya Bankası’na yüklenmiştir. Yani, tam da sistem savunucularının yapmak istedikleri gibi krizin kapitalist sistemden kaynaklandığı gerçeği göz ardı edilmiş, sorunun yanlış politikalar ve yanlış yöneticilerden kaynaklandığı düşüncesi savunulmuştur. Krizin tespiti yanlış olunca krize karşı getirilen çözüm önerileri de aynı yanlış çerçevesinde oluşmuştur. Bu bağlamda, krize çözüm olarak getirilen talepler, sanki bunları gerçekleştirecek “sihirli bir cin” var da o yapacakmış gibi bir beklenti vurgusuyla dillendirilmiştir. Programda daha çok beklenti olarak ifade edilebilecek taleplerin tam da bu kriz sürecinde sermaye kesiminin talepleriyle örtüştüğü görülmektedir. Örneğin anayasanın değiştirilmesi talebi yerinde ve önemli bir talep olmakla birlikte bir mücadele süreci ile desteklenmeyip mevcut koşullar üzerinden gündeme getirildiğinde sermaye kesiminin bu yöndeki talebinden hiçbir farkı kalmamaktadır. Öte yandan, mücadele niyetinden uzak bir demokrasi talebi de akıllarda yine AB’den beklenti içinde olunduğu düşüncesini yaratmaktadır. Ki bu da yine kriz sürecinde sermaye kesiminin sürekli vurguladığı “AB üyelik sürecindeki reformların tamamlanması” talebiyle örtüşmektedir. Sözün özü: Daha önce Türk-İş, Hak-İş, T. Kamu-Sen’in kriz yaklaşımlarında olduğu gibi DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve Çiftçi-Sen’in ortaklaşa hazırladığı programda da örgütler, kriz karşısında mücadeleyi içermeyen, bu konuda kendilerine herhangi bir görev biçmeyen anlayış sürdürülmektedir. Umarız sınıfsal bir mücadele yürütmeden emekçi kesimlerin krizin yıkımından kurtulamayacakları çok geç olmadan anlaşılır ve bu yönde politikalar oluşturulur.

Hiç yorum yok: