9 Kasım 2008 Pazar

Kriz Karşısında Sendikalar Ne Yapıyor? -4


07/11/2008

ÖZGÜRCE

Kapitalist sistemin ideologluğunu yapan pek çok iktisatçı da içinde bulunduğumuz krizi, tarihin en büyük krizi ya da yüzyılın en büyük krizi olarak tanımlamaktadır. Marksistlerin 1970’lerden beridir işaret ettiği krizin kapitalizmin ideologlarınca kabullenilmesi önemlidir. Çünkü bu, kapitalist sistemin ideolojik anlamda çöküntü içerisine girdiğini gösterir. Kapitalizmin ideolojik bir çöküntü içerisinde olması onun ekonomi ve siyaset üzerindeki hegemonyasının bütünüyle sarsılıp ortadan kalkacağı anlamına gelmez. Ama ideolojik olarak sarsılma, insanlığın, kapitalizmin gerçek yüzünü tüm çıplaklığı ile görmesi ve ona karşı bir mücadele başlatması bakımından önemli bir fırsat sunar. Kapitalizmin emeği ve doğayı yok eden gerçek yüzünün toplumların geniş kesimlerince görülmesi, kapitalizme karşı bir mücadeleye dönüşmediği sürece kapitalizm, ideolojik çöküntüsüne rağmen yoluna devam edecektir. Kapitalizmin insanlık ve doğa üzerinde yarattığı vahşetin durdurulabilmesinin tek yolu, tarihsel süreçten de öğrendiğimiz gibi emekçilerin sınıfsal bir perspektifte yürüteceği mücadeleyle olur. Emekçi sınıfların bu mücadelesi, yine tarihsel sürecin gösterdiği üzere sendikalar ve emekçi kesimleri temsil kabiliyeti olan siyasi partiler üzerinden örgütlenebilir.Türkiye, kapitalizmin vahşiliğini derinleştirme politikalarını yaşama geçirdiği 12 Eylül darbesi ile emekçilerin sendikalar ve siyasi partiler üzerinde mücadele kanallarını önemli ölçüde engelledi. Buna rağmen kimi sendikalar ve siyasi oluşumlar, emekçilerin mücadelesini yürütebilmek için çaba gösterdi. Bunlar içinden siyasi oluşumlar sendikalara göre çok daha fazla darbe aldıklarından ve antidemokratik seçim sistemi nedeniyle geniş emekçi kesimleri temsil edebilecek olanaklardan yoksun kaldılar. Sendikaların ise bir kısmı darbeyi çok derinden hissederken, diğer bir kısmı darbenin de aracılık ettiği rejimle bütünleşti. Kapitalizm ve onun dönemsel koşullarının yaşam bulmasını sağlayan 12 Eylül rejimi ile bütünleşmiş olan sendikalar, 12 Eylül sonrası ekonomik kriz dönemlerinde de bu bütünleşmenin sonucu olarak emekçilerin haklarını gerektiği gibi savunmamış, savunamamıştır. Bugün içinde bulunduğumuz krizde de sendikalar, özellikle konfederasyonlar düzeyinde kapitalizmle bu bütünleşmişliklerini aşamamıştır. Konfederasyonların krize karşı ortaya koydukları açıklama ya da programlarda birtakım taleplerin ötesine geçip emekçilerin haklarını savunmaya yönelik hiçbir irade beyan edilememiştir. Oysa bu süreçte sendikalardan beklenen, birtakım talepler manzumesini ortaya koymaktan öte, o taleplere ulaşmak üzere yürütülecek mücadeleyi örgütleme iradesini ortaya koyabilmektir. Bu konuda konfederasyonların ortaya koyamadıkları irade, geçtiğimiz hafta içinde bazı sendikalar tarafından gündeme getirilmiştir. Bunlardan bir tanesi, Limter-İş tarafından işyerlerinde dağıtılmak üzere hazırlanmış olan ve krize karşı sınıfsal mücadele çağrısı yapan metindir. Daha kapsamlı olan diğer biri ise benim de içinde yer aldığım bir çalışma sonucunda oluşturulan ve hafta başında Birleşik Metal-İş tarafından açıklanan metindir. Birleşik Metal-İş, konfederasyonlardan farklı olarak birtakım talepler yanında bu talepleri gerçekleştirmek üzere yürütülmesi gereken mücadeleyi ve bu mücadelenin örgütlemesine yönelik önerileri içeren bir program açıklamıştır. Birleşik Metal-İş Sendikası bu programda, savunulan mücadeleyi tek başına gerçekleştiremeyeceği düşüncesinden hareketle diğer sendikalar ile örgütsüz emekçi kesimlere de mücadeleyi ortaklaştırma çağrısında bulunmuştur. Daha program çalışmalarının başında Türk-İş’e ve DİSK’e bağlı kimi sendikalar, Birleşik Metal-İş Sendikası’nın bu çabasına destek vermiştir. Bir veya birkaç sendikanın mücadele ortaklığı son derece önemlidir. Ancak yeterli olamaz. Mücadelenin kapitalizmle bütünleşmişliğini kıracak tüm sendikalarla ve onların da ötesinde, örgütsüz kesimlerce ortaklaştırılması önemlidir. Bu bağlamda, Birleşik Metal-İş Sendikası tarafından ortaya konulan mücadele çağrısının içinin doldurulması önemlidir. Dolayısıyla esas iş şimdi başlamaktadır. Sömürü ve soygun düzenine, yani kapitalizme karşı örgütlü-örgütsüz tüm emekçi kesimleri mücadelede bir araya getirmek gerekir. Bunun için de her şeyden önce tutarlı olmak ve emekçi kesimlere güven vermek gerekir. Özellikle 1990’lardan itibaren benimsenen ve AB üyelik süreciyle birlikte daha da derinleşen uzlaşmacı yaklaşım, sendikaların emekçiler nezdinde güven kaybetmesinin en önemli nedenidir. Zira sendikacıların uzlaşmacı yaklaşımları nedeniyle emekçiler, bir taraftan üretim sürecindeki hakimiyeti tamamen kaybederken diğer taraftan da sosyal haklarından olmuşlardır. O halde kriz karşısında tüm emekçi kesimlerle birlikte bir mücadele örgütlenmek isteniyorsa, öncelikle buna öncülük edecek sendikaların emekçilerin güvenini sarsan çelişkilerden arınması gerekir. Bu konuda ilk akla gelen de sendikaların siyasi erk, sermaye ve AB gibi kapitalist örgütler yerine yüzlerini emekçilere dönmeleri ve oradan alacakları güçle sınıfsal mücadeleyi yürütmeleridir. Bu irade gösterilemediği takdirde, en mükemmel talepler ve mücadele programları dahi işlevsiz kalacaktır!

Hiç yorum yok: