11/11/2008 08:30
YÖK düzeniyle birlikte başlayan piyasalaşma süreci, üniversitelerde esnek ve güvencesiz çalışma koşullarını da beraberinde getirmiştir. Malum olduğu üzere piyasalaşma, üniversiteyi kâr /zarar hesabı yapan bir işletmeye dönüştürmüştür. Kâr / zarar hesabı yapan bir işletmenin olmazsa olmaz ilkesi; bir taraftan sunulan üretim ya da hizmetin fiyatlandırılmasıysa diğer taraftan da üretim ve hizmetin sunumu üzerinden en yüksek artı-değeri elde etmektir. Üniversite, bir işletmeye dönüşmesinin doğal sonucu olarak, üniversitede sunulan her nevi emek üzerinden daha fazla artı değer elde etmek üzere yeniden yapılanacaktır.
Günümüz kapitalist üretim / hizmet sürecinde artı değeri en üst düzeye taşımanın yolu esnekliktir. Esneklik, bir taraftan emeğin en ucuz yoldan teminini ve istihdamını sağlarken, diğer taraftan emekçilerin birbirleri ile rekabetini en üst düzeye çıkartarak emeğin örgütsüzleşmesine neden olmaktadır.
Emek maliyetini düşürüp, sömürüyü arttırmayı hedefleyen sermaye için “kaymaklı ekmek kadayıfı” kıvamında olan esnekliğe, üniversiteyi yönetmeye ya da daha gerçek ifadesi ile “işletmeye” soyunan idareciler de dört kolla sarılmaktadır. Çünkü üniversitede başarılı yönetici (ya da işletmeci) olmanın koşulu bilimsel üretim ya da akademik öğretimin düzeyi değil, daha fazla kâr elde edebilmektir…
Üniversitede daha fazla kârı sağlamak üzere taşeron çalıştırmadan stajyer öğrenci istihdamına kadar pek çok esnek istihdam türü geçerli hale gelmeye başlamıştır. Üniversitedeki esnek istihdamın en tehlikeli boyutu kuşkusuz öğretim elemanların istihdamındaki esnekliktir. Bilimsel üretim ve sunum işini gören öğretim elemanlarının istihdamlarının ve dolayısı ile güvencelerinin esnekleşmesi, onları gelecek güvencesi kaygısına itmekte ve bilimsel faaliyetleri özgürce gerçekleştirmelerini engellemektedir.
Üniversitede en güvencesiz olan kesim kuşkusuz araştırma görevlileri, araştırma görevlileri içerisinde de 2547 sayılı YÖK yasasının 50/d maddesine göre çalışanlardır. İstihdam koşulları, burslu lisansüstü öğrenci konumuna indirgenen 50/d’li araştırma görevlileri lisansüstü öğrenimleri başarıyla bitirseler de üniversite ile istihdam ilişkileri sona ermekte yani, işten atılmaktadırlar. 50/d’li araştırma görevlilerinin üniversitedeki işlerini sürdürebilmelerinin tek bir koşulu vardır. O da bağlı oldukları akademik ve idari kadroların “hoşuna gidecek” konular üzerine çalışmalar yapmak ve mümkünse bu çalışmalarını bir projenin parçası haline getirip üniversiteye gelir getirmektir. 50/d statüsünde olmayan araştırma görevlilerinin istihdam güvenceleri görece daha iyi olmakla birlikte, üniversitede yükselebilmek için benzer baskılar, giderek azalan kadrolu (33/a) araştırma görevlileri ve hatta yardımcı doçentler için de geçerlidir.
Araştırma görevlilerinin akademik ve idari olarak bağlı olduğu kadroların önemli bölümü, YÖK düzenin mali, siyasi ve idari baskı sürecinden geçmiş, mali yetersizlikler nedeniyle sermayeden ya da AB veya Soros fonlarından nemalanmak üzere projeler peşinde koşmaktadır. Hal böyle olunca yüksek lisans ve doktora tez çalışmaları yapan araştırma görevlilerinden beklenen de sermayeye ve kapitalizmin uluslararası kurumlarına hizmet eder konular üzerinde çalışmalarıdır. Bunun diğer bir anlamı ise üniversite içerisindeki tüm çalışmaların toplumsal çıkarı bir tarafa bırakıp, sermayenin çıkarlarına yönelmesidir.
Sözün özü: Üniversitede esnek ve güvencesiz istihdam sadece bu koşullar içerisinde çalışanların değil tüm üniversitenin ve toplumun sorunudur. Üniversitenin, bilimin sermayenin hizmetinden çıkıp tekrar toplumla bütünleşmesi için öncelikle üniversitedeki esnek ve güvencesiz çalışmaya son verilmesi gerekir. Sorun tüm sermaye dışı toplum kesimlerinin sorunu olunca bu sorunun çözümü de yine tüm bu kesimlerin ortak mücadelesiyle gerçekleşebilecektir.
YÖK düzeniyle birlikte başlayan piyasalaşma süreci, üniversitelerde esnek ve güvencesiz çalışma koşullarını da beraberinde getirmiştir. Malum olduğu üzere piyasalaşma, üniversiteyi kâr /zarar hesabı yapan bir işletmeye dönüştürmüştür. Kâr / zarar hesabı yapan bir işletmenin olmazsa olmaz ilkesi; bir taraftan sunulan üretim ya da hizmetin fiyatlandırılmasıysa diğer taraftan da üretim ve hizmetin sunumu üzerinden en yüksek artı-değeri elde etmektir. Üniversite, bir işletmeye dönüşmesinin doğal sonucu olarak, üniversitede sunulan her nevi emek üzerinden daha fazla artı değer elde etmek üzere yeniden yapılanacaktır.
Günümüz kapitalist üretim / hizmet sürecinde artı değeri en üst düzeye taşımanın yolu esnekliktir. Esneklik, bir taraftan emeğin en ucuz yoldan teminini ve istihdamını sağlarken, diğer taraftan emekçilerin birbirleri ile rekabetini en üst düzeye çıkartarak emeğin örgütsüzleşmesine neden olmaktadır.
Emek maliyetini düşürüp, sömürüyü arttırmayı hedefleyen sermaye için “kaymaklı ekmek kadayıfı” kıvamında olan esnekliğe, üniversiteyi yönetmeye ya da daha gerçek ifadesi ile “işletmeye” soyunan idareciler de dört kolla sarılmaktadır. Çünkü üniversitede başarılı yönetici (ya da işletmeci) olmanın koşulu bilimsel üretim ya da akademik öğretimin düzeyi değil, daha fazla kâr elde edebilmektir…
Üniversitede daha fazla kârı sağlamak üzere taşeron çalıştırmadan stajyer öğrenci istihdamına kadar pek çok esnek istihdam türü geçerli hale gelmeye başlamıştır. Üniversitedeki esnek istihdamın en tehlikeli boyutu kuşkusuz öğretim elemanların istihdamındaki esnekliktir. Bilimsel üretim ve sunum işini gören öğretim elemanlarının istihdamlarının ve dolayısı ile güvencelerinin esnekleşmesi, onları gelecek güvencesi kaygısına itmekte ve bilimsel faaliyetleri özgürce gerçekleştirmelerini engellemektedir.
Üniversitede en güvencesiz olan kesim kuşkusuz araştırma görevlileri, araştırma görevlileri içerisinde de 2547 sayılı YÖK yasasının 50/d maddesine göre çalışanlardır. İstihdam koşulları, burslu lisansüstü öğrenci konumuna indirgenen 50/d’li araştırma görevlileri lisansüstü öğrenimleri başarıyla bitirseler de üniversite ile istihdam ilişkileri sona ermekte yani, işten atılmaktadırlar. 50/d’li araştırma görevlilerinin üniversitedeki işlerini sürdürebilmelerinin tek bir koşulu vardır. O da bağlı oldukları akademik ve idari kadroların “hoşuna gidecek” konular üzerine çalışmalar yapmak ve mümkünse bu çalışmalarını bir projenin parçası haline getirip üniversiteye gelir getirmektir. 50/d statüsünde olmayan araştırma görevlilerinin istihdam güvenceleri görece daha iyi olmakla birlikte, üniversitede yükselebilmek için benzer baskılar, giderek azalan kadrolu (33/a) araştırma görevlileri ve hatta yardımcı doçentler için de geçerlidir.
Araştırma görevlilerinin akademik ve idari olarak bağlı olduğu kadroların önemli bölümü, YÖK düzenin mali, siyasi ve idari baskı sürecinden geçmiş, mali yetersizlikler nedeniyle sermayeden ya da AB veya Soros fonlarından nemalanmak üzere projeler peşinde koşmaktadır. Hal böyle olunca yüksek lisans ve doktora tez çalışmaları yapan araştırma görevlilerinden beklenen de sermayeye ve kapitalizmin uluslararası kurumlarına hizmet eder konular üzerinde çalışmalarıdır. Bunun diğer bir anlamı ise üniversite içerisindeki tüm çalışmaların toplumsal çıkarı bir tarafa bırakıp, sermayenin çıkarlarına yönelmesidir.
Sözün özü: Üniversitede esnek ve güvencesiz istihdam sadece bu koşullar içerisinde çalışanların değil tüm üniversitenin ve toplumun sorunudur. Üniversitenin, bilimin sermayenin hizmetinden çıkıp tekrar toplumla bütünleşmesi için öncelikle üniversitedeki esnek ve güvencesiz çalışmaya son verilmesi gerekir. Sorun tüm sermaye dışı toplum kesimlerinin sorunu olunca bu sorunun çözümü de yine tüm bu kesimlerin ortak mücadelesiyle gerçekleşebilecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder