04/11/2008 08:00
24 Ocak 1980, 12 Eylül 1980 ve 6 Kasım 1981 Türkiye yakın geçmişinde önemli bir dönüşüm sürecinin ortaklaşan olaylarını temsil eden tarihlerdir. 24 Ocak olmasaydı 12 Eylül olmazdı, 12 Eylül olmasa 24 Ocak bugün hala hatırlanır önemde bir tarih olmayacaktı. Aynı şekilde 24 Ocak ve 12 Eylül olmasa 6 Kasım olmaz, 6 Kasım olmasa da ne 24 Ocak ne de 12 Eylül Türkiye tarihinde böylesine önemli bir dönemeci temsil edemezdi.
24 Ocak, özellikle ekonomiyle haşır neşir olanların hatırladıkları bir tarihtir. Türkiye’nin ekonomi politikalarında neoliberalizmin hakim hale getirildiği tarihi temsil eder. 12 Eylül, 24 Ocak’ta beyan edilen ekonomi politikalarının ardındaki iradeyi sağlamak üzere getirilen darbe rejiminin başlangıç tarihidir ki aklı ermiş tüm Türkiye yurttaşlarınca bilinir. 6 Kasım ise 24 Ocak’ta ortaya konan ve 12 Eylül’de fiilen gerçekleşme koşulları hazırlanan neoliberalizmin derinleşmesi ve sürdürülebilmesini sağlayacak ideolojik temelleri hazırlayan ve yayan bir üniversitenin oluşturulduğu tarihi temsil eder. 6 Kasım diğer iki tarihe göre daha az bilinir ve önemsenir. Sadece yolu üniversiteden geçen ama 6 Kasım’da kurulan düzenin yıkamakta başarılı olamadığı beyinlere sahip yurttaşlar bilir bu tarihi ve bu tarihin önemini.
Türkiye tarihinin son derece önemli bir dönemecinde üniversitedeki dönüşümü temsil eden 6 Kasım’ın en az itibar gören tarih olması büyük haksızlıktır. Bu haksızlık YÖK düzenine değil, bilime ve üniversiteye yapılmaktadır aslında… Kurulduğu 27 yıldan bu yana YÖK, üniversite bileşenleri tarafından eleştirilmekte, kaldırılması istenmektedir. YÖK’ün kaldırılması için eylem yapan, kim bilir kaç öğrenci, öğretim elemanı ve üniversite emekçisi coplanmış, gözaltına alınmış, tutuklanmıştır. Kim bilir kaçının eğitim hakkı, akademik kimliği elinden alınmış ya da kim bilir sürgün edilmiştir.
İroniktir ama üniversite ile bağlantısı olmayanlar bir tarafa YÖK’ü protesto eden binler on binler içinde öğrenciliği bitirip çalışma yaşamına atılanların bile pek çoğu, üniversiteyi de YÖK’ü de unutmuştur. Oysa üniversite sadece öğrencilik döneminin mekanı değildir. Üniversite, toplumsal yapı üzerinde ve dolayısıyla yaşamın tümünde belirleyici olan bir kurumdur. Üniversite, bilim üretir; üniversite aydın insan yetiştirir. Eğer üniversite toplumla bütünleşmişse toplum için bilim üretir, toplumun çıkarlarını savunacak aydın insanları yetiştirir. Ama toplum sahiplenmiyorsa üniversite, sermayenin, siyasi iktidarın ve dinin egemenliğine girer. Toplumsal gerçekliği değil üzerindeki egemen gücün güdümünde bilgi üretir, insan yetiştirir. Böylece üniversite egemen gücü yeniden üreten ve onu meşrulaştıran bir konuma düşer.
İşte, YÖK düzeni içine sokulan üniversite toplum tarafından yeterince sahiplenilmediği için toplumdan giderek kopmuş ve sermayenin, dinin ve siyasi erkin güdümüne girmiştir. Bu üniversitede toplumun çıkarları için bilgi üreten, aydın insan yetiştirmeye çabalayan pek az akademisyen kalmıştır. Artık üniversitede emeğin nasıl daha fazla sömürüleceğinin; toplumun işsizliğe, yoksulluğa nasıl daha hızlı sürükleneceğinin bilimi yapılmakta, düşünmeyen sorgulamayan, doğmaların esareti altında sermayeye robotlaşmış işgücü yetiştirilmektedir.
YÖK düzeni içinde üniversitenin bugün geldiği konum henüz sermaye tarafından yeterli bulunmamaktadır. Başta TÜSİAD olmak üzere sermayenin dayatmaya çalıştığı üniversite sistemi ile üniversitenin toplumdan bağının bütünüyle kopartılıp tamamen sermayenin hizmetine amade edilmesi istenmektedir.
Unutmayalım ki beterin beteri vardır. Buna ve bunun daha da beterine katlanmamak için tüm emekçi kesimlerin ama öncelikle sendika ve demokratik kitle örgütlerinin 6 Kasım’a “hak ettiği önemi” vermesi ve toplumun için bilgi üreten, aydın yetiştiren üniversite için mücadele etmesi gerekir
24 Ocak 1980, 12 Eylül 1980 ve 6 Kasım 1981 Türkiye yakın geçmişinde önemli bir dönüşüm sürecinin ortaklaşan olaylarını temsil eden tarihlerdir. 24 Ocak olmasaydı 12 Eylül olmazdı, 12 Eylül olmasa 24 Ocak bugün hala hatırlanır önemde bir tarih olmayacaktı. Aynı şekilde 24 Ocak ve 12 Eylül olmasa 6 Kasım olmaz, 6 Kasım olmasa da ne 24 Ocak ne de 12 Eylül Türkiye tarihinde böylesine önemli bir dönemeci temsil edemezdi.
24 Ocak, özellikle ekonomiyle haşır neşir olanların hatırladıkları bir tarihtir. Türkiye’nin ekonomi politikalarında neoliberalizmin hakim hale getirildiği tarihi temsil eder. 12 Eylül, 24 Ocak’ta beyan edilen ekonomi politikalarının ardındaki iradeyi sağlamak üzere getirilen darbe rejiminin başlangıç tarihidir ki aklı ermiş tüm Türkiye yurttaşlarınca bilinir. 6 Kasım ise 24 Ocak’ta ortaya konan ve 12 Eylül’de fiilen gerçekleşme koşulları hazırlanan neoliberalizmin derinleşmesi ve sürdürülebilmesini sağlayacak ideolojik temelleri hazırlayan ve yayan bir üniversitenin oluşturulduğu tarihi temsil eder. 6 Kasım diğer iki tarihe göre daha az bilinir ve önemsenir. Sadece yolu üniversiteden geçen ama 6 Kasım’da kurulan düzenin yıkamakta başarılı olamadığı beyinlere sahip yurttaşlar bilir bu tarihi ve bu tarihin önemini.
Türkiye tarihinin son derece önemli bir dönemecinde üniversitedeki dönüşümü temsil eden 6 Kasım’ın en az itibar gören tarih olması büyük haksızlıktır. Bu haksızlık YÖK düzenine değil, bilime ve üniversiteye yapılmaktadır aslında… Kurulduğu 27 yıldan bu yana YÖK, üniversite bileşenleri tarafından eleştirilmekte, kaldırılması istenmektedir. YÖK’ün kaldırılması için eylem yapan, kim bilir kaç öğrenci, öğretim elemanı ve üniversite emekçisi coplanmış, gözaltına alınmış, tutuklanmıştır. Kim bilir kaçının eğitim hakkı, akademik kimliği elinden alınmış ya da kim bilir sürgün edilmiştir.
İroniktir ama üniversite ile bağlantısı olmayanlar bir tarafa YÖK’ü protesto eden binler on binler içinde öğrenciliği bitirip çalışma yaşamına atılanların bile pek çoğu, üniversiteyi de YÖK’ü de unutmuştur. Oysa üniversite sadece öğrencilik döneminin mekanı değildir. Üniversite, toplumsal yapı üzerinde ve dolayısıyla yaşamın tümünde belirleyici olan bir kurumdur. Üniversite, bilim üretir; üniversite aydın insan yetiştirir. Eğer üniversite toplumla bütünleşmişse toplum için bilim üretir, toplumun çıkarlarını savunacak aydın insanları yetiştirir. Ama toplum sahiplenmiyorsa üniversite, sermayenin, siyasi iktidarın ve dinin egemenliğine girer. Toplumsal gerçekliği değil üzerindeki egemen gücün güdümünde bilgi üretir, insan yetiştirir. Böylece üniversite egemen gücü yeniden üreten ve onu meşrulaştıran bir konuma düşer.
İşte, YÖK düzeni içine sokulan üniversite toplum tarafından yeterince sahiplenilmediği için toplumdan giderek kopmuş ve sermayenin, dinin ve siyasi erkin güdümüne girmiştir. Bu üniversitede toplumun çıkarları için bilgi üreten, aydın insan yetiştirmeye çabalayan pek az akademisyen kalmıştır. Artık üniversitede emeğin nasıl daha fazla sömürüleceğinin; toplumun işsizliğe, yoksulluğa nasıl daha hızlı sürükleneceğinin bilimi yapılmakta, düşünmeyen sorgulamayan, doğmaların esareti altında sermayeye robotlaşmış işgücü yetiştirilmektedir.
YÖK düzeni içinde üniversitenin bugün geldiği konum henüz sermaye tarafından yeterli bulunmamaktadır. Başta TÜSİAD olmak üzere sermayenin dayatmaya çalıştığı üniversite sistemi ile üniversitenin toplumdan bağının bütünüyle kopartılıp tamamen sermayenin hizmetine amade edilmesi istenmektedir.
Unutmayalım ki beterin beteri vardır. Buna ve bunun daha da beterine katlanmamak için tüm emekçi kesimlerin ama öncelikle sendika ve demokratik kitle örgütlerinin 6 Kasım’a “hak ettiği önemi” vermesi ve toplumun için bilgi üreten, aydın yetiştiren üniversite için mücadele etmesi gerekir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder