25/11/2008 07:57
Kapitalist sistemde emekçi kesimlerin karşılaşacakları en büyük tehlike emek gücünü satamaması yani çalışamamasıdır. Çünkü emekçi, emek gücünü satamadığı anda gelir elde edemez ve yaşamını sürdüremez. Emek gücünün satılmasını engelleyen en önemli etken çalışacak bir iş bulamamak yani işsiz kalmaktır. Sermaye, emekçi için yaşamsal bir tehdit olan işsizliği emek maliyetini düşürmek ve işçi sınıfı üzerinde ideolojik tahakküm kurmak üzere kullanılır. İşsizliğin emek maliyetini düşürme işlevi emeğin birbiri ile rekabetinin yoğunlaşması yoluyla olur. İşsizliğin ideolojik tahakküm aracı olarak kullanılması, diğer bir ifadeyle “emekçiyi işsizlikle terbiye etmesi” ise emekçinin yaşamının sermaye sınıfının elinde olduğu ve sorgulamadan ona itaat etmesi gerektiği algısının yaratılması üzerinden gerçekleşir.
Kriz dönemlerinde sermaye, işsizlik silahını çok daha etkili biçimde kullanmaya çalışır. Çünkü kâr hadlerinin düşmesiyle oluşan kriz koşullarında sermaye, ilk iş olarak kârı tekrar yükseltmek üzere emek maliyetini düşürmeyi hedefler. Bunu da istihdamı azaltıp emek verimliliğini arttırarak ve işsizlik tehdidi ile ücret ve diğer sosyal hakları gerileterek gerçekleştirmeye çalışır. Öte yandan kriz dönemlerinde sermaye ve daha genel anlamıyla kapitalizm, diğer dönemlere göre çok daha fazla sorgulanmaya başlanır. Başka bir ifade ile kapitalist ideolojinin hegemonyası sarsılır. İşte bu süreçte emekçiler işsizlik tehdidi altında yaşamlarını sürdürmek üzere birbirleriyle rekabet ederken, sistemin ve sermayenin sorgulanmasının ve örgütlü bir güç oluşturmasının engelleneceği düşünülür.
Eğer, emekçi sınıfların örgütlendiği sendika ve siyasi oluşumlar, sınıfsal bir bakış açısıyla hareket etmiyor ve sermaye ile uzlaşı içerisinde bulunuyorsa, sermayenin işsizlik üzerinden beklentilerinin gerçekleşme olasılığı yüksek olur. Ama emek örgütleri, kapitalist sistemin işleyiş mantığı üzerinden hareket eder yani, sınıfsal bir perspektifle mücadeleyi örgütlerse emekçi için yaşamsal olan işsizlik tehdidi sisteme karşı bir enerjiye dönüşebilir ve işsizlik silahının namlusu emekçiden sermayeye çevrilebilir.
Bunun gerçekleşebilmesi için her şeyden önce sendikaların, sermayeye olan bağımlılıklarından kurtulması ve sadece üyelerini değil başta işsizler olmak üzere tüm toplum kesimlerini kapsayan sınıf ve kitle sendikacılığına dönmesi gerekir. Ancak, sınıf ve kitle sendikacılığı anlayışıyla hareket eden ve emekten yana tüm siyasi oluşumlarla en sıkı biçimde işbirliği ve dayanışma içerisine girerek en geniş taban üzerinde oluşturulan bir mücadele emekçileri bu sömürü ve soygun düzeninden kurtaracaktır. Zamanlaması, hazırlık aşaması ve ardından gelecek adımların belirsizliği gibi pek çok yönden eleştiriye açık olmakla birlikte 29 Kasım’da KESK ve DİSK tarafından düzenlenen Ankara mitingi bu noktada önemli bir fırsattır. Düzenleme kararını alanların niyetinden öteye bu miting, sermayenin talepleri doğrultusunda hazırlanan kriz paketlerinin gündemde olduğu bir süreçte, hem emekçilere mücadele cesareti vermesi hem de hükümete ve sermayeye bu sömürü ve soygun düzenine rıza gösterilmeyeceğinin beyanı bakımından son derece önemlidir. İşte bu nedenle tüm emek örgütlerinin, emekten yana siyasi oluşumların ve en önemlisi işçi, işsiz, memur, taşeron çalışan, köylü, küçük esnaf, küçük üretici öğrenci ve diğer tüm emekçi kesimlerin 29 Kasım Ankara mitinginde ses vermesi gerekir..!
Kapitalist sistemde emekçi kesimlerin karşılaşacakları en büyük tehlike emek gücünü satamaması yani çalışamamasıdır. Çünkü emekçi, emek gücünü satamadığı anda gelir elde edemez ve yaşamını sürdüremez. Emek gücünün satılmasını engelleyen en önemli etken çalışacak bir iş bulamamak yani işsiz kalmaktır. Sermaye, emekçi için yaşamsal bir tehdit olan işsizliği emek maliyetini düşürmek ve işçi sınıfı üzerinde ideolojik tahakküm kurmak üzere kullanılır. İşsizliğin emek maliyetini düşürme işlevi emeğin birbiri ile rekabetinin yoğunlaşması yoluyla olur. İşsizliğin ideolojik tahakküm aracı olarak kullanılması, diğer bir ifadeyle “emekçiyi işsizlikle terbiye etmesi” ise emekçinin yaşamının sermaye sınıfının elinde olduğu ve sorgulamadan ona itaat etmesi gerektiği algısının yaratılması üzerinden gerçekleşir.
Kriz dönemlerinde sermaye, işsizlik silahını çok daha etkili biçimde kullanmaya çalışır. Çünkü kâr hadlerinin düşmesiyle oluşan kriz koşullarında sermaye, ilk iş olarak kârı tekrar yükseltmek üzere emek maliyetini düşürmeyi hedefler. Bunu da istihdamı azaltıp emek verimliliğini arttırarak ve işsizlik tehdidi ile ücret ve diğer sosyal hakları gerileterek gerçekleştirmeye çalışır. Öte yandan kriz dönemlerinde sermaye ve daha genel anlamıyla kapitalizm, diğer dönemlere göre çok daha fazla sorgulanmaya başlanır. Başka bir ifade ile kapitalist ideolojinin hegemonyası sarsılır. İşte bu süreçte emekçiler işsizlik tehdidi altında yaşamlarını sürdürmek üzere birbirleriyle rekabet ederken, sistemin ve sermayenin sorgulanmasının ve örgütlü bir güç oluşturmasının engelleneceği düşünülür.
Eğer, emekçi sınıfların örgütlendiği sendika ve siyasi oluşumlar, sınıfsal bir bakış açısıyla hareket etmiyor ve sermaye ile uzlaşı içerisinde bulunuyorsa, sermayenin işsizlik üzerinden beklentilerinin gerçekleşme olasılığı yüksek olur. Ama emek örgütleri, kapitalist sistemin işleyiş mantığı üzerinden hareket eder yani, sınıfsal bir perspektifle mücadeleyi örgütlerse emekçi için yaşamsal olan işsizlik tehdidi sisteme karşı bir enerjiye dönüşebilir ve işsizlik silahının namlusu emekçiden sermayeye çevrilebilir.
Bunun gerçekleşebilmesi için her şeyden önce sendikaların, sermayeye olan bağımlılıklarından kurtulması ve sadece üyelerini değil başta işsizler olmak üzere tüm toplum kesimlerini kapsayan sınıf ve kitle sendikacılığına dönmesi gerekir. Ancak, sınıf ve kitle sendikacılığı anlayışıyla hareket eden ve emekten yana tüm siyasi oluşumlarla en sıkı biçimde işbirliği ve dayanışma içerisine girerek en geniş taban üzerinde oluşturulan bir mücadele emekçileri bu sömürü ve soygun düzeninden kurtaracaktır. Zamanlaması, hazırlık aşaması ve ardından gelecek adımların belirsizliği gibi pek çok yönden eleştiriye açık olmakla birlikte 29 Kasım’da KESK ve DİSK tarafından düzenlenen Ankara mitingi bu noktada önemli bir fırsattır. Düzenleme kararını alanların niyetinden öteye bu miting, sermayenin talepleri doğrultusunda hazırlanan kriz paketlerinin gündemde olduğu bir süreçte, hem emekçilere mücadele cesareti vermesi hem de hükümete ve sermayeye bu sömürü ve soygun düzenine rıza gösterilmeyeceğinin beyanı bakımından son derece önemlidir. İşte bu nedenle tüm emek örgütlerinin, emekten yana siyasi oluşumların ve en önemlisi işçi, işsiz, memur, taşeron çalışan, köylü, küçük esnaf, küçük üretici öğrenci ve diğer tüm emekçi kesimlerin 29 Kasım Ankara mitinginde ses vermesi gerekir..!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder