2 Kasım 2008 Pazar

TÜSİAD’ın Yükseköğretim Raporu Üzerine...



28 Ekim 2008
6 Kasım yaklaşırken üniversitedeki muhalifler, YÖK’e karşı tepkilerini ortaya koyacak eylemlere yönelik çalışmalar yapadursun TÜSİAD, “Türkiye’de Yükseköğretim: Eğilimler, Sorunlar ve Fırsatlar” başlıklı bir rapor açıkladı. Avrupa Üniversiteler Birliği (EUA) Kurumsal Değerlendirme Programı (IEP) tarafından hazırlanan raporda Türk yükseköğretim sistemi konusunda önemli tespitlere yer veriliyor ve Türkiye’de birçok kesimin ve toplumun mevcut sistemin kökten değişmesi gereğine inandığı vurgulanıyor.

TÜSİAD’a ait yeni yükseköğretim raporunun giriş kısmında ifade edilen bu vurgu, 6 Kasım’da YÖK’ü protesto etmeye hazırlanan kesimlerin düşüncesini de kapsayan yerinde bir vurgudur. Ancak, kökten değiştirilmesi öngörülen yükseköğretim sisteminin yerine konulması için önerilen, daha önce TÜSİAD, Hükümet ve YÖK tarafından da gündeme getirilen raporlarda da olduğu gibi üniversitenin toplam kalite yönetimi anlayışı içerisinde tam anlamıyla bir ticari işletmeye dönüşmesi ve sermayenin ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde yeniden yapılanmasıdır.

Raporda üniversiteyi ticari işletmeye dönüştürmek üzere kullanılan kavram aslında üniversite içinde YÖK’e muhalif kesimlerin de dillendirdiği “özerklik”tir. Ancak önemli bir farkla... TÜSİAD`ın özerklik talebi büyük ölçüde mali özerklik üzerine oturmaktadır. Bunun yanında siyasi özerklikten de söz edilmektedir.

Mali özerklik konusunda ön plana çıkartılan üniversitenin “bütçelenmesi”dir. Yani, gelir gider dengesinin kurulması ya da başka bir ifade ile kar – zarar hesabı ile hareket edilmesidir. Bunun için önerilen tam da kapitalist bir işletme anlayışıyla maliyetlerin düşürülüp gelirlerin arttırılmasıdır. Maliyetlerin düşürülmesi denilince de akla ilk gelen personel giderlerinin azaltılması ve bunun için de insan kaynakları anlayışı içerisinde emek verimliliğinin arttırılıp, esnek çalışmanın yaygınlaştırılmasıdır. Gelirler konusunda ise önerilen üniversitenin devlete olan maddi bağımlılığının azaltılıp, devlet dışı fon kaynaklarına daha fazla yönelmesidir.

Diğer bir özerklik vurgusu ise üniversitenin siyasi etkilerden uzak tutulması üzerinedir. Aslında YÖK`ün kuruluşundan buyana en temel talep siyasi özerklik olmuştur. Ancak TÜSİAD raporunda sözü edilen özerklik, üniversite yönetiminin üniversite bileşenlerinin demokratik katılımına açılması bağlamında değildir. Tam da tersine raporda belirtilen özerklik anlayışı, üniversitede karar alma mekanizmalarının sermaye temsilcilerine devredilmesi biçimindedir.

Üniversitede mali ve yönetsel yapıyı tamamen piyasa koşullarına teslim eden TÜSİAD`ın raporunda diğer önemli bir vurgu da üniversitenin temel işlerine ilişkindir. Bu bağlamda, raporla istenen (ki bunun için Bologna süreci ve Lizbon Gündemine referans verilmektedir) gerek bilimsel üretim, gerekse eğitim-öğretim faaliyetlerinde piyasanın taleplerinin temel belirleyici olarak alınmasıdır. Başka bir ifade ile raporda istenen üniversitenin sermayenin ihtiyacı olan AR-GE çalışmalarını yürütmesi ve yine sermayenin ihtiyaç duyduğu “insan kaynağı”nı yetiştirmesidir.

TÜSİAD`ın üniversite için istediği bütçelemeye dayalı özerklik ile üniversitenin işlevleri konusundaki talepleri bir bütündür. Mali olarak devlet dışı fonlara yöneltilerek sermayeye bağımlı hale getirilmek istenen üniversitenin idari olarak da doğrudan sermayenin yönetimine devredilmesi amaçlanmaktadır. Bu iki temel hedef gerçekleştiğinde üniversite, bilimsel üretimi ve bilgi sunumu bakımından bütünüyle sermayenin kontrolü altına girecektir.

Sermayenin üniversiteyi ve bilimi kendi hizmetine sokma hedefi YÖK`ün kuruluşuna kadar uzanan bir süreçtir. Aradan geçen 30 yıla yaklaşan bu süreçte sermaye bu hedefi doğrultusunda önemli adımlar atmıştır. Ancak tüm gayretlere karşılık hala yasal dayanağı da içeren köklü bir dönüşüm sağlanamamıştır. TÜSİAD, diğer pek çok alanda olduğu gibi küresel krizi, üniversitedeki yeniden yapılanmanın hızlanması için bir fırsat olarak görmektedir.

Üniversite, Türkiye`de sermaye sınıfı tarafından her zaman önemsenmiş ve üniversitenin sermaye sınıfının isteği doğrultusunda yeniden yapılanması gündemde tutulmuştur. Buna karşılık işçi sınıfını temsil eden örgütler, bir türlü üniversitenin toplumsal işlevini ve sınıflar arası güç mücadelesindeki önemli rolü kavrayamamıştır. Böylece, bugün kapitalizmin büyük ölçüde çökmekte olan ideolojisi üniversite ve bilim üzerinden yeniden üretilme ve meşrulaşma olanağı bulmuştur.

Kriz dönemleri, sınıflar arası mücadelenin her alanında güçler dengesinin yeniden oluşmasına olanak verir. Bu dönemde gücünü doğru yönlendiren taraf, güç dengelerinin kendi lehine doğru değişmesini sağlayabilir. Mevcut koşullar içerisinde bakıldığında içinde bulunduğumuz kriz sürecinin sermaye sınıfı tarafından çok daha doğru bir biçimde algılandığı görülmektedir. Dolayısıyla sermeye, kriz üzerinden hareketle uzun yıllardır yerleştirmeye çalıştığı daha fazla esneklik, daha fazla piyasalaşma yanında üniversitenin bütünüyle sermayenin hizmetine girmesi talebini de yaşama geçirmek istemektedir. Sermayenin bu amaca ulaşıp ulaşamaması diğer alanlarda da olduğu gibi işçi sınıfının göstereceği dirence bağlıdır. Başta üniversitede örgütlü sendikalar olmak üzere üniversite içindeki ve dışındaki örgütsel yapılar en kısa zamanda harekete geçmediği taktirde sermaye amacına ulaşacak ve üniversite bütünüyle sermaye tarafından teslim alınacaktır (!)

Hiç yorum yok: