5 Aralık 2008 Cuma

29 Kasım’da Ankara’da…


28/11/2008

ÖZGÜRCE


Kapitalizmin şapkasının düşüp kelinin görülmesinden yani bir kriz içerisinde olunduğunun saklanamaz hale gelinmesinden bu yana yaklaşık 2 ay geçti. Sadece bu iki aylık sürede binlerce işyeri kapandı, yüz binlerce emekçi işsiz kaldı. İşini kaybeden emekçilerin bir kısmı sendikalıydı. Örneğin Akbank’ta işten çıkartılan bini aşkın emekçinin BANKSİS diye bir sendikaları vardı ve her ay o sendikaya aidat öderlerdi. Ama işten çıkartıldıklarında sendikadan en ufak bir ses dahi çıkmadı. Sendika, üyeleri işsiz kalırken bırakın bunu engellemek için mücadele etmeyi işten çıkartılanların sayısı konusundaki belirsizliği ortadan kaldıracak bir açıklama dahi yapmadı. Tıpkı binlerce üyesi işsiz kalırken en ufak bir müdahalede bulunmayan Çimse İş ve Türk-Metal sendikaları gibi…Bir sendika, üyesinin istihdamını bile savunamazsa bu sendikal anlayıştan üyeleri ve diğer emekçi kesimler ne bekleyebilir? Biz haftalardır krize yönelik yazılarda, konuşmalarda diyoruz ki; kriz dönemleri ekonomik sistemin ve toplumsal yapının sınıfsal güç ilişkilerine bağlı olarak yeniden yapılandığı dönemlerdir. Bu dönemlerde emekçiler örgütlü bir mücadele yürütemezse kriz sonrasında oluşacak koşullarda sermayenin sömürü ve soyguna dayanan düzeni emekçiler için çok daha büyük bir yıkım getirecektir. Bu yıkıma engel olabilmek için emekçilerin sınıfsal anlayış içinde örgütlenmesi gerekir. Günümüz koşullarında işçi sınıfını en geniş anlamda kapsayacak örgütler ise sendikalardır. Dolayısıyla sendikaların örgütlü örgütsüz tüm emekçi kesimleri kapsayan sınıfsal ve kitlesel bir mücadeleyi örgütleme sorumluluğu vardır.Daha üyesinin istihdamını koruyamayan bir sendikal anlayışın sınıfsal bir mücadeleyi örgütlemesi elbette beklenemez. O halde sendikalar arasında ciddi bir ayrışmaya ihtiyaç vardır. Kendisini Türkiye’de emek ve demokrasi mücadelesinin bir unsuru olarak gören ve bunun için mücadele beyanında bulunan sendikaların kendilerini diğerlerinden ayrıştırması gerekir. Bunu yaparken de sendikalar, sınıfsal bir anlayış içerisinde oldukları ve bu anlayış içerisinde mücadele yürütecekleri yönündeki tavrı ve iradeyi açıkça ortaya koymalıdır. Aksi halde tüm sendikalar, emekçiler tarafından yukarıda örnekleri verilen sendikalarla aynı anlayış içerisinde kabul edilmeye mahkum olacaktır.KESK ve DİSK’in 29 Kasım’da aldıkları miting kararı, bu konfederasyonların mücadele yönünde ortaya koydukları iradenin beyanı olarak kabul edilebilir. Ancak, sadece bu kararın alınması yeterli değildir. Zira Türkiye işçi sınıfı bugüne kadar “görüntüyü kurtarmak” babından yapılan ve ötesi gerisi boş olan birçok eylem kararına tanıklık etmiş, onun hayal kırıklığını yaşamıştır. Bu bağlamda, mitinge katılımın sağlanması, miting sürecindeki kararlılık ve miting sonrasında mücadeleyi daha öteye sürükleme konusunda alınacak tavır, bu konfederasyonların yönetimleri konusunda nihai düşüncenin oluşmasını sağlayacaktır.29 Kasım mitinginin iki konfederasyon tarafından düzenlenmiş olması, diğer konfederasyonların üyeleri ile örgütsüz işçilerin, memurların, işsizlerin, köylülerin, esnafın, küçük üreticinin, öğrencinin bu mitinge katılmasını engellememelidir. Gerçi bu miting öncesinde yerel düzeyde gerçekleşen çalışmaların (sürenin azlığından da kaynaklanan) yetersizliği katılım konusunda olumsuz etki yaratacaktır. Ancak yine de kriz koşullarının yakıcılığı bu olumsuzluğu bertaraf edebilir. Mitinge katılım konusunda diğer bir olumsuzluk, KESK ve DİSK içerisinde mevcut yönetimi tasvip etmeyen ve bu mitingin başarılı olmasının yönetimdeki anlayışın başarısı olarak kabul edileceği düşüncesinde olan kimi çevrelerin bilinçli biçimde mitinge katılımı engelleme çabalarıdır. Kriz üzerinden emekçileri on yıllarca sürecek bir sefalete mahkum edecek bir düzenin oluşumunun hazırlandığı son derece kritik bir süreçte dar çıkarlar ya da hırslar ile hareket edilmesi kabul edilemez. Her iki konfederasyonun yönetimleri konusunda ben de pek çok çekinceye sahibim ve yanlış politikalarını her vesile ile eleştiriyorum. Ancak şunu unutmamak gerekir ki işçi sınıfının önemli başarılar elde ettiği mücadeleler sendika yönetimlerinin niyetlerinin ötesine zorlanmasıyla gerçekleşmiştir. 29 Kasım mitingi ve daha sonraki mücadele sürecinden de başarı ile çıkılacaksa bu tüm emekçilerin dayanışma içinde yürüteceği mücadele ile gerçekleşecektir ve bu başarı tüm emekçi kesimlerin olacaktır. Aynı şekilde ortaya çıkacak bir başarısızlığın faturasını da tüm emekçi kesimler ödeyecektir. Dolayısı ile zaman mücadeleyi kişiselleştirme değil olabildiğince yaygınlaştırma ve derinleştirme zamanıdır. Bu süreçte, dar grupsal anlayışlar ve kişiselleştirmeler nedeniyle 29 Kasım gibi mücadele açısından son derece kritik bir dönemde gerçekleşecek bir eylemi baltalamanın vebalinden kimse kurtulamaz.!Sözün özü: Kriz bahanesiyle sermaye ve hükümet sermaye dışındaki tüm toplum kesimlerinin daha fazla yoksullaşmasının, işsizleşmesinin programını yapmaktadır. Buna karşı “dur” demenin tek yolu, bu programlara razı olmayacağını, buna karşı mücadele edeceğini emekçi sınıfların tüm gücüyle haykırmasıdır. 29 Kasım tüm emekçi kesimlerin bu haykırışı ve mücadele kararlılığını göstermesi bakımından önemli bir olanaktır. Bu olanak iyi kullanılmalı ve Türkiye’de demokrasi için insanca yaşamak, insanca çalışmak için Cumhuriyet mitinglerinde, Nevroz alanlarında, Alevi mitinglerinde meydanları dolduran emekçi milyonlar, sınıfsal dayanışma içinde 29 Kasım’da Ankara’da buluşmalıdır..!

Hiç yorum yok: