03/07/2009
ÖZGÜRCE
CHP ile AKP arasındaki atışmalardan -kazayla da olsa- 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasına yönelik bir beklenti ortaya çıktı. Darbeci başı Evren’de bu konuda bir referandum yapılmasını ve eğer yargılanmaları yönünde bir sonuç çıkarsa –AKP’nin acındırma yönteminden esinlenmiş olacak- intihar edeceğini söyledi. Evren’in intihar mevzusu bir tarafa, AKP Hükümeti’nin 12 Eylül darbesine yargı yolunu açıp açmayacağı yönündeki tartışmaların önemli olduğunu düşünüyorum. Ancak, 12 Eylül’ü sırf demokrasi düşmanı 5 generalin kendi istek ve iradeleri ile gerçekleştirdiği bir eylem olarak görme kısırlığından kurtulmak kaydıyla…Zira 12 Eylül’e –bugün yapılmak istendiği gibi- sadece bir askeri darbe olarak bakar, darbenin ardındaki esas aktörü görmezsek, Türkiye belki bir süre “asker görünümlü” darbelerden kurtulur ama sonuçları çok ağır olacak “sivil görünümlü” darbeleri ardı ardına yaşamaktan kurtulamaz. Bu nedenle işe 12 Eylül darbesinin gerçek adını koyarak başlayalım: Bu darbe, Türkiye sermaye sınıfının –kapitalizmin uluslararası güçlerinden de aldığı destekle- Türkiye işçi sınıfı üzerinde tahakküm kurmak üzere gerçekleştirdiği bir darbedir.Darbenin arkasındaki en önemli etken, 24 Ocak 1980’de alınan kararlarla getirilen ve Turgut Özal’ın mimarı olduğu ekonomik programdır. Bu program, Türkiye’nin küresel rekabet içerisinde “ucuz emek gücü” ile yer almasını ve bu doğrultuda da yeni liberal politikaların uygulanmasını öngörmektedir. Bu programın en kritik noktası Türkiye’de toplumsal düzenin “ucuz emek alanı” oluşturacak biçimde yeniden düzenlenmesidir. Bunun için de her şeyden önce bu program önünde engel teşkil edecek yapıların ortadan kaldırılması gereklidir. İşte, 12 Eylül darbesinin gerçek işlevi, Türkiye’de emek sömürüsünün önünde engel oluşturan sendika ve sol partiler başta olmak üzere emekten yana tüm toplumsal muhalefeti sindirmek ve hatta yok etmektir. Darbenin gerçekleştirdiği idamlar, kayıplar, işkenceler, tutsaklıklar, parti ve sendika kapatmalar ile diğer tüm baskıların ardındaki amaç da budur. 12 Eylül darbesinin ilk icraatlarından biri (3 nolu MGK kararı), ülkedeki tüm grevlerin kaldırılması ve grevdeki tüm işyerlerinde işbaşı yapılmasıydı. 15 Eylül tarihinde alınan 8 nolu karar ise Türk İş dışındaki sendikaların tüm evrak ve mal varlıklarına el konulmasını emrediyordu. 1. Ordu ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’nın 14 Eylül tarihli 49 nolu bildirisinde ise DİSK yöneticilerinin 2 gün içinde teslim olmaları isteniyordu. 12 Eylül, sendikaları baskıladıktan sonra Yüksek Hakem Kurulu aracılığıyla toplu pazarlık düzenine el koyarak kıdem tazminatı ve ikramiyeleri sınırlandırırken, işçilerin üzerindeki SSK yüklerini ise arttırdı. Ayrıca izinler azaltılırken çalışma günleri uzatıldı ve işçi sağlığı ve iş güvenliği denetimleri rafa kaldırıldı. Yine darbeyle birlikte, başta kurumlar vergisi olmak üzere sermayenin üzerindeki yükler kaldırılırken, reel ücretler hızla azaldı ve kayıt dışı ekonomi büyümeye başladı. Kısacası 12 Eylül rejimi ile işveren örgütlerinin darbe öncesindeki tüm talepleri yerine getirilmiş oldu. Zaten darbe rejiminde ekonominin dümeninde 24 Ocak’ın mimarı, MESS Başkan’lığından gelen Turgut Özal vardı. Özal, 12 Eylül darbesinin ardına sığınarak hayata geçirdiği 24 Ocak programını önce bakan sonra başbakan ve cumhurbaşkanlığı koltuklarında uygulamaya devam etmiştir. Özal’ın ölümünün ardından iktidarda bulunan tüm partiler Özal’ın yolunda ilerlemiş ve işçi sınıfına karşı sermaye sınıfının tahakkümünün sürdürülmesine hizmet etmiştir.AKP’nin izlediği yol da –kendilerinin de ifade ettiği gibi- Özal’ın 12 Eylül darbesi sayesinde açtığı yolun devamıdır. Bugün tüm sermaye örgütlerinde ve patronların pek çoğunun odalarında olduğu gibi AKP yöneticilerinin birçoğunun odalarını da Özal’ın fotoğrafı süslemektedir. 12 Eylül darbesinin ardındaki en önemli etken olan 24 Ocak ve Özal ruhunun devamı olan bir hükümetin, söz konusu darbeye yargı yolunu açması; sözü edildiği gibi “sulu bir şaka” olmanın ötesine geçemez. Zira demokrasi adına darbeyle hesaplaşma iddiasında olanların darbecilerle birlikte darbenin önünde ve ardında olan sermaye sınıfı ve onun çıkarlarının temsilcisi olan hükümetlerle de hesaplaşması gerekir. Ki bu da AKP’nin kendi varlığını sorgulaması –ve de yargılaması- anlamına gelecektir. Bu bağlamda, yazının başlığı da olan sorunun cevabı “hayır”dır. Kaldı ki 12 Eylül’ün darbesini en ağır biçimde yemiş olan sendikaların dahi darbenin gerçek nedeni olan ekonomi programıyla “uzlaştığı” bir dönemde AKP’nin bunu yapması için hiçbir nesnel neden de yoktur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder