28.07.2009
94’ü kamu, 45’i özel statüde tam 139 üniversiteye sahip bir ülkedir Türkiye. Üniversite eğitimi almak her genç Türkiye yurttaşı için neredeyse elzemdir. SBS, ÖSS, ALES, KPDS vs vs… Bunların hepsi ya üniversiteye gidişin yoludur ya da üniversite sonrasında karın doyuracak bir iş bulmak için gereklidir. Ama kilit olan nokta üniversitedir. Milyonlarca genç için hedef: Ülkenin dört bir tarafında tabelaları süsleyen 139 üniversitenin birine önce girmek sonrada mezun olarak çıkmaktır.
Türkiye’de on yıllar boyunca aileler varlarını yoklarını dershanelere, özel okullara, dökmüştür; çocukları üniversite okusun da “adam” olsun diye… Bu kadar çok üniversite yoktur önceleri, üniversiteye girmek cepteki paraya ama ondan biraz daha fazlası; kitaplar başında akıtılan tere bağlıdır. Giderek üniversiteye girmek için harcanan alın terinin yerini daha fazla cepteki para almaya başlamıştır.
Özellikle 24 Ocak ve 12 Eylül’le başlayan baskıcı düzende dayatılan piyasacı anlayış içinde üniversite eğitiminin de paralı olması toplumun emekçilerden oluşan önemli bir kesimince dahi kabullenilmiştir. Üniversitenin piyasalaşma sürecinde ne üniversite içindeki ne de üniversite dışındaki emek örgütleri bu süreci durdurmak konusunda hiçbir ciddi girişim içinde bulunmamıştır. Aksine soldan ve emekten yana olduğu düşünülen pek çok akademisyen özel üniversitelere giderek ya da projeler peşinde koşarak üniversitenin piyasalaşma sürecinin içinde doğrudan yer almıştır. Sendika ve meslek odalarından oluşan emek örgütleri de üniversitedeki piyasalaşma sürecine karşı çıkmaya çalışan öğrenci gruplarını yalnız bırakmışlardır.
Bugün doktor, hâkim, savcı, mühendis, eğitimci, bürokrat olarak çalışan pek çok kişi piyasalaşmış olan bu üniversitede eğitim almış yani, yapmış oldukları maddi yatırımlar sayesinde bulundukları konumlara gelmişlerdir. Yani bugün bulundukları konumu kendilerine sağlayan piyasanın anlayışı içinde yapmış oldukları yatırımı geri alma eğilimindedirler. Dolayısıyla, piyasalaşmış bir eğitim sisteminin içinden gelenlerden oluşan sağlık, eğitim, adliye ve diğer kamu hizmet alanlarının da piyasadan soyutlanması beklenmemelidir.
Sözün özü: Üniversitenin piyasalaştığı bir toplumda, toplumcu düşünceden ve toplumcu kamu hizmetinden söz etmek olası değildir(!)
Türkiye’de on yıllar boyunca aileler varlarını yoklarını dershanelere, özel okullara, dökmüştür; çocukları üniversite okusun da “adam” olsun diye… Bu kadar çok üniversite yoktur önceleri, üniversiteye girmek cepteki paraya ama ondan biraz daha fazlası; kitaplar başında akıtılan tere bağlıdır. Giderek üniversiteye girmek için harcanan alın terinin yerini daha fazla cepteki para almaya başlamıştır.
Özellikle 24 Ocak ve 12 Eylül’le başlayan baskıcı düzende dayatılan piyasacı anlayış içinde üniversite eğitiminin de paralı olması toplumun emekçilerden oluşan önemli bir kesimince dahi kabullenilmiştir. Üniversitenin piyasalaşma sürecinde ne üniversite içindeki ne de üniversite dışındaki emek örgütleri bu süreci durdurmak konusunda hiçbir ciddi girişim içinde bulunmamıştır. Aksine soldan ve emekten yana olduğu düşünülen pek çok akademisyen özel üniversitelere giderek ya da projeler peşinde koşarak üniversitenin piyasalaşma sürecinin içinde doğrudan yer almıştır. Sendika ve meslek odalarından oluşan emek örgütleri de üniversitedeki piyasalaşma sürecine karşı çıkmaya çalışan öğrenci gruplarını yalnız bırakmışlardır.
Bugün doktor, hâkim, savcı, mühendis, eğitimci, bürokrat olarak çalışan pek çok kişi piyasalaşmış olan bu üniversitede eğitim almış yani, yapmış oldukları maddi yatırımlar sayesinde bulundukları konumlara gelmişlerdir. Yani bugün bulundukları konumu kendilerine sağlayan piyasanın anlayışı içinde yapmış oldukları yatırımı geri alma eğilimindedirler. Dolayısıyla, piyasalaşmış bir eğitim sisteminin içinden gelenlerden oluşan sağlık, eğitim, adliye ve diğer kamu hizmet alanlarının da piyasadan soyutlanması beklenmemelidir.
Sözün özü: Üniversitenin piyasalaştığı bir toplumda, toplumcu düşünceden ve toplumcu kamu hizmetinden söz etmek olası değildir(!)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder