27 Temmuz 2014 Pazar

Mehmet Erman Erol'un cevabına cevabım: “Evet, Demirtaş’tı”

24 Temmuz tarihinde www.sendika.org’da Mehmet Erman Erol’un “‘Demirtaş’tı Değil mi?’ ya da Özgür Müftüoğlu’na Cevap” başlıklı bir yazısı yayımlandı(1). Selahattin Demirtaş’tan neleri bekleyip neleri beklememek gerektiği konusundaki kafa karışıklığına bir müdahalede bulunmak niyetindeyiz.” diye başlayan yazısında Erol, Demirtaş’ı mevcut cumhurbaşkanı adayları içinde en ilerici ve radikal aday olarak tanımlamakla birlikte “Bunun kimsede yanlış bir beklentiye yol açmaması gerektiği” uyarısında bulunuyor. Bu yanlış beklentiler konusunda da Evrensel’de 11 Temmuz (2) ve 18 Temmuz (3) tarihlerinde yayınlanan yazılarımda Demirtaş’a verdiğim desteğin gerekçesini örnek gösteriyor ve bunlara cevap veriyor.
Erol’un eleştirdiği ve cevap vermek gereği duyduğu Demirtaş’a destek olma gerekçem; ‘Demirtaş’ın işçinin, emekçinin cumhurbaşkanı olacağı’ yönündeki iddiama dayanmaktadır. Erol bu iddiayı; “Demirtaş’ın olası bir cumhurbaşkanlığı ihtimalinde devletin sınıf karakterinin değişmesi yönünde adımlar atacağı beklentisini yansıtıyor.” değerlendirmesiyle eleştiriyor.
Bu eleştiriye vereceğim yanıt şudur: Demirtaş değil, Marx ya da Lenin mezarından çıkıp cumhurbaşkanı olsa Türkiye’de ve dünyada sınıf hareketinin ve sosyalizmin içinde bulunduğu koşullarda devletin sınıf karakterini değiştirmesini beklemek ya da böyle bir iddiada bulunabileceğini düşünmek abesle iştigaldir! Kaldı ki Demirtaş kendisini sosyalist olarak tanımlamakla birlikte, içinden geldiği Kürt hareketi, sınıf temelli bir hareket değildir. Oysa Erol, Demirtaş’ın işçi sınıfının temsilcisi olamayacağını ispatlamak için Kürt hareketi üzerinden Demirtaş’ın sınıf tavrını değerlendirmeye girişmiştir. Bu bağlamda “Yeni Yaşam Çağrısı” metnindeki “radikal demokrasi” vurgusu; BDP eş başkanlığı döneminde TÜSİAD ile yaptığı görüşmeler, bu görüşmelerdeki açıklamaları ve Kürt iş adamlarının kendisine verdiği destek üzerinden Demirtaş’ın sınıfın temsilcisi olamayacağını kanıtlamaya çalışmıştır. Ayrıca Demirtaş’ın ve Kürt hareketinin Gezi’deki “mütereddit” tutumunu da hatırlatarak iddialarını desteklemeye çalışmıştır. Tüm bunlar üzerinden de Demirtaş’ın adaylığının bazı sosyalistler nezdinde yanlış bir beklentiye yol açtığını; Demirtaş’ı koşulsuz bir şekilde destekleyip sınıfsal anlamdaki çelişkilerini görmezden gelmek yerine, ‘Demirtaş’tı, değil mi?’ diye sormanın sosyalistlerin hakkı olduğunu belirtmiştir.
Mehmet Erman Erol’un Kürt hareketine ve onun siyasi temsilcilerinden biri olan Demirtaş’a yönelik sorgulaması birçok solcunun da düşüncesini yansıtmaktadır. Dolayısıyla Erol’un, Kürt hareketinin de Demirtaş’ın da sınıf tavrını sorgulamak istemesi son derece önemli ve gereklidir. Ama bu yapılırken Türkiye sol hareketinin de hem Kürt sorunu hem de sınıfa yönelik kendi tavrını sorgulaması elzemdir. Aksi halde bu sorgulamanın Türkiye sınıf mücadelesine de demokrasi mücadelesine de bir katkısı olmayacaktır.

Erol’un Demirtaş’a, ama daha da fazla Kürt hareketine yönelttiği eleştirilere yanıt vermek bana düşmez ama madem benim düşüncelerim üzerinde bir eleştiri söz konusu olmuştur, o halde Kürt meselesi, sol, sınıf üzerine birkaç söz söylemek zorunluluk halini almıştır.
Her şeyden önce şunun altını tekrar çizmek gerekir ki, Kürt hareketi bir sınıf hareketi değildir. Kürt hareketi, Türkiye’de en temel siyasal ve kültürel hakları dahi yok sayılmış, en baskıcı yöntemlerle asimile edilmeye çalışılan bir halkın varlık mücadelesidir. Bu mücadelede Kürt halkı, 50 binden fazla canını kaybetmiş ama sonuçta devleti müzakere masasına oturtmuş ve dahası Türkiye’de ve Orta Doğu’da demokrasi mücadelesinin en önemli gücü haline gelmiştir.
Kürt hareketi halka dayanan bir harekettir. O halkın içinde işçi, esnaf, köylü, toprak ağası, işveren, Sünni, Alevi, inanan, inanmayan her kesimden insan vardır. Dolayısıyla Kürt hareketinin kendisini bir sınıfın, bir dinin, bir mezhebin temsilcisi olarak tanımlamaması son derece doğaldır. Buna karşın Kürtler, 1980’den bu yana süren çatışma ortamında geleneksel geçim kaynakları olan tarım ve hayvancılıktan uzaklaşmış göçe zorlandıkları batı illerinde ya da Kürdistan’da ücretli emekçiler haline gelmiştir. Öte yandan devletin teşvik politikalarıyla Kürdistan’da emeğin yanı sıra doğa ve doğal kaynaklar da sermayenin sömürü alanı haline dönüşmeye başlamıştır. Tüm bu gelişmelerin etkisiyle Kürt siyasi hareketinin temsilcileri, Türkiye’nin liberalleri, siyasal İslamcıları ya da sosyal demokratlarıyla değil de sosyalistleriyle, emek güçleriyle ittifak yolunu seçmişlerdir. Son olarak 2011 seçimlerindeki Emek, Demokrasi, Özgürlük Bloku ve onun ardından HDK ve HDP bu ittifakın adresi olmuştur.
Kürt hareketinin sosyalistlerle, emekçilerle, ezilenlerle ve diğer ayrımcılığa uğrayanlarla ittifak arayışı; diğer kesimlerin demokratik hakları sağlanmadığı sürece Kürt halkının haklarının da elde edilemeyeceği gerçeğine dayanmaktadır. Amaçlanan, birlikte mücadeledir. Demokrasi arayışındaki kesimlerin birleşik mücadelesinin ortak kesişme alanı emek sömürüsü; birleşik mücadelenin en önemli platformu ise sınıf temelli mücadeledir. Zira halklar ve inançlara yönelik ayrımcılık büyük ölçüde üretim sürecinde sömürüyü arttırmak; halklar arasında yaratılan düşmanlaşma ve yükselen milliyetçilik ise artan sömürünün üzerini örtmek için kullanılmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin topyekün demokrasiye ulaşması ve elbette Kürt halkının hakları için sınıf mücadelesi son derece önemli ve gereklidir. Demokrasi için sınıf mücadelesinin önemine binaen Türkiye’de solcuların kendilerinin sınıfla ne ölçüde buluşabildiğini sorgulamadan, Kürtlerin sınıf tavrının sorgulanması son derece ironiktir. 
Şuna kuşku yok ki Türkiye’de emekçiler arasında karşılığı bulunan güçlü bir işçi sınıfı hareketi olsaydı, giderek işçileşen Kürt halkı içinde de sınıf hareketi güçlenebilir; Kürt ve Türk işçi sınıfının ortak mücadelesiyle hem Kürt halkının siyasal ve kültürel hakları elde edilebilir hem de emek sömürüsüne son verecek adımlar atılabilirdi. Belki o zaman Kürt siyasal hareketinin temsilcileri sermayenin temsilcileriyle görüşmeler yapıp; emekçi düşmanı, otorite heveslisi hükümetlerle müzakere masalarına oturmak zorunda kalmazlardı. Ama ne yazık ki 1980 darbesi sonrasında Kürt hareketi bir halk hareketi haline gelirken, sosyalist hareket toplumsallaşamadı, sınıftan koptu; bunun üzerine de Türkiye’de halka şiddet uygulayan, antidemokratik bir rejim egemen oldu. Sonuçta sosyalistlerin tarihsel görevi olan ezilen halkın hakları için mücadele etmesi bir tarafa; ezilen halkın, Kürt halkından sınıfın çıkarlarını koruyup kollaması beklenir hale geldi. Hatta daha ileri gidilerek ezilen halkın temsilcilerinin sınıf tavrı yetersiz bulunup, eleştirilmeye başlandı.
Ezen ulusun, kendisini sosyalist olarak tanımlayan bir bireyi olarak, ezilen Kürt halkına yöneltilen bu eleştirilerin büyük haksızlık olduğunu düşünüyorum. Dahası emekçi kitlelerle buluşup, bir toplumsal hareket haline dönüşme derdi olmadan, sorumluluğu Kürtlere atan bir anlayışla sosyalizme ulaşmak bir tarafa asgari bir demokratik mücadelenin dahi yürütülebileceğini zannetmiyorum.
Erol’un “Demirtaş’tı değil mi?” sorusuna geri dönersek; Demirtaş’ın diğer ezilenler ve ayrımcılığa uğrayan kesimlerle birlikte işçi ve emekçilerin de cumhurbaşkanı olacağı iddiamı sürdürüyor ve bu soruya cevap olarak “evet, Demirtaş’tı” diyorum. Çünkü Demirtaş’ı Türkiye’de ezilen bir halkın büyük bedeller ödeyerek yürüttüğü mücadelesinin bir temsilcisi olarak görüyorum. Cumhurbaşkanı olması halinde Demirtaş’ın kendisine bu görevi veren ezilenleri, sömürülenleri, ötekileştirilenleri en iyi biçimde temsil edeceğine ve Türkiye’de demokrasinin gelişmesine katkıda bulunacağına inanıyorum. 12 Eylül darbesiyle başlayan ve 34 yıldır süren kabusun ardından Demirtaş’la esecek demokrasi rüzgarının işçi sınıfı ve sosyalist harekete de ivme kazandıracağını düşünüyorum.
Son söz olarak: Türkiye’de işçi sınıfı hareketinin, sosyalist hareketin ve Kürt hareketinin içinde bulunduğu koşullar doğru değerlendirildiğinde Demirtaş’tan neleri bekleyip neleri beklememek gerektiği konusundaki “kafa karışıklığının” da ortadan kalkacağı inancındayım. Elbette Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığıyla birlikte devletin sınıf karakteri değişmeyecek, Türkiye’de sınıfsız sömürüsüz bir toplum düzeni egemen olmayacaktır! Ama Türkiye’nin grevdeki işçilerin yanında olan, emekçilerin aleyhine yasaları onaylamayan ve emekçilerin örgütlü gücünün artması için çabalayan, demokrat bir cumhurbaşkanı olacaktır. Bunun ötesi işçi sınıfının mücadelesine, sosyalistlerin işçi sınıfıyla arasındaki bağı oluşturabilmesine bağlıdır!
(1)       http://www.sendika.org/2014/07/demirtasti-degil-mi-ya-da-ozgur-muftuogluna-cevap-mehmet-erman-erol/
(2)       http://www.evrensel.net/kose-yazisi/71792/oyum-selahattin-demirtasa-cunku.html

(3)       http://www.evrensel.net/kose-yazisi/71847/iscinin-emekcinin-cumhurbaskani-olur-mu.html#.U8jdGJR_vKg

Hiç yorum yok: