24
Temmuz tarihinde www.sendika.org’da Mehmet Erman Erol’un “‘Demirtaş’tı Değil
mi?’ ya da Özgür Müftüoğlu’na Cevap” başlıklı bir yazısı yayımlandı(1). “Selahattin
Demirtaş’tan neleri bekleyip neleri beklememek gerektiği konusundaki kafa
karışıklığına bir müdahalede bulunmak niyetindeyiz.” diye başlayan
yazısında Erol, Demirtaş’ı mevcut cumhurbaşkanı adayları içinde en ilerici ve
radikal aday olarak tanımlamakla birlikte “Bunun kimsede yanlış bir beklentiye
yol açmaması gerektiği” uyarısında bulunuyor. Bu yanlış beklentiler konusunda
da Evrensel’de 11 Temmuz (2) ve 18 Temmuz (3) tarihlerinde yayınlanan
yazılarımda Demirtaş’a verdiğim desteğin gerekçesini örnek gösteriyor ve
bunlara cevap veriyor.
Erol’un eleştirdiği ve cevap vermek gereği duyduğu Demirtaş’a
destek olma gerekçem; ‘Demirtaş’ın işçinin, emekçinin cumhurbaşkanı olacağı’
yönündeki iddiama dayanmaktadır. Erol bu iddiayı; “Demirtaş’ın olası bir
cumhurbaşkanlığı ihtimalinde devletin sınıf karakterinin değişmesi yönünde
adımlar atacağı beklentisini yansıtıyor.” değerlendirmesiyle eleştiriyor.
Bu eleştiriye vereceğim yanıt şudur: Demirtaş değil,
Marx ya da Lenin mezarından çıkıp cumhurbaşkanı olsa Türkiye’de ve dünyada
sınıf hareketinin ve sosyalizmin içinde bulunduğu koşullarda devletin sınıf
karakterini değiştirmesini beklemek ya da böyle bir iddiada bulunabileceğini
düşünmek abesle iştigaldir! Kaldı ki Demirtaş kendisini sosyalist olarak
tanımlamakla birlikte, içinden geldiği Kürt hareketi, sınıf temelli bir hareket
değildir. Oysa Erol, Demirtaş’ın işçi sınıfının temsilcisi olamayacağını
ispatlamak için Kürt hareketi üzerinden Demirtaş’ın sınıf tavrını
değerlendirmeye girişmiştir. Bu bağlamda “Yeni Yaşam Çağrısı” metnindeki
“radikal demokrasi” vurgusu; BDP eş başkanlığı döneminde TÜSİAD ile yaptığı
görüşmeler, bu görüşmelerdeki açıklamaları ve Kürt iş adamlarının kendisine
verdiği destek üzerinden Demirtaş’ın sınıfın temsilcisi olamayacağını
kanıtlamaya çalışmıştır. Ayrıca Demirtaş’ın ve Kürt hareketinin Gezi’deki
“mütereddit” tutumunu da hatırlatarak iddialarını desteklemeye çalışmıştır. Tüm
bunlar üzerinden de Demirtaş’ın adaylığının bazı sosyalistler nezdinde yanlış
bir beklentiye yol açtığını; Demirtaş’ı koşulsuz bir şekilde destekleyip
sınıfsal anlamdaki çelişkilerini görmezden gelmek yerine, ‘Demirtaş’tı, değil
mi?’ diye sormanın sosyalistlerin hakkı olduğunu belirtmiştir.
Mehmet
Erman Erol’un Kürt hareketine ve onun siyasi temsilcilerinden biri olan
Demirtaş’a yönelik sorgulaması birçok solcunun da düşüncesini yansıtmaktadır.
Dolayısıyla Erol’un, Kürt hareketinin de Demirtaş’ın da sınıf tavrını
sorgulamak istemesi son derece önemli ve gereklidir. Ama bu yapılırken Türkiye
sol hareketinin de hem Kürt sorunu hem de sınıfa yönelik kendi tavrını
sorgulaması elzemdir. Aksi halde bu sorgulamanın Türkiye sınıf mücadelesine de
demokrasi mücadelesine de bir katkısı olmayacaktır.
Erol’un Demirtaş’a, ama daha da fazla Kürt hareketine
yönelttiği eleştirilere yanıt vermek bana düşmez ama madem benim düşüncelerim
üzerinde bir eleştiri söz konusu olmuştur, o halde Kürt meselesi, sol, sınıf
üzerine birkaç söz söylemek zorunluluk halini almıştır.
Her şeyden önce şunun altını tekrar çizmek gerekir ki,
Kürt hareketi bir sınıf hareketi değildir. Kürt hareketi, Türkiye’de en temel
siyasal ve kültürel hakları dahi yok sayılmış, en baskıcı yöntemlerle asimile
edilmeye çalışılan bir halkın varlık mücadelesidir. Bu mücadelede Kürt halkı,
50 binden fazla canını kaybetmiş ama sonuçta devleti müzakere masasına oturtmuş
ve dahası Türkiye’de ve Orta Doğu’da demokrasi mücadelesinin en önemli gücü
haline gelmiştir.
Kürt hareketi halka dayanan bir harekettir. O halkın
içinde işçi, esnaf, köylü, toprak ağası, işveren, Sünni, Alevi, inanan,
inanmayan her kesimden insan vardır. Dolayısıyla Kürt hareketinin kendisini bir
sınıfın, bir dinin, bir mezhebin temsilcisi olarak tanımlamaması son derece
doğaldır. Buna karşın Kürtler, 1980’den bu yana süren çatışma ortamında
geleneksel geçim kaynakları olan tarım ve hayvancılıktan uzaklaşmış göçe
zorlandıkları batı illerinde ya da Kürdistan’da ücretli emekçiler haline
gelmiştir. Öte yandan devletin teşvik politikalarıyla Kürdistan’da emeğin yanı
sıra doğa ve doğal kaynaklar da sermayenin sömürü alanı haline dönüşmeye
başlamıştır. Tüm bu gelişmelerin etkisiyle Kürt siyasi hareketinin temsilcileri,
Türkiye’nin liberalleri, siyasal İslamcıları ya da sosyal demokratlarıyla değil
de sosyalistleriyle, emek güçleriyle ittifak yolunu seçmişlerdir. Son olarak
2011 seçimlerindeki Emek, Demokrasi, Özgürlük Bloku ve onun ardından HDK ve HDP
bu ittifakın adresi olmuştur.
Kürt hareketinin sosyalistlerle, emekçilerle,
ezilenlerle ve diğer ayrımcılığa uğrayanlarla ittifak arayışı; diğer kesimlerin
demokratik hakları sağlanmadığı sürece Kürt halkının haklarının da elde
edilemeyeceği gerçeğine dayanmaktadır. Amaçlanan, birlikte mücadeledir.
Demokrasi arayışındaki kesimlerin birleşik mücadelesinin ortak kesişme alanı
emek sömürüsü; birleşik mücadelenin en önemli platformu ise sınıf temelli
mücadeledir. Zira halklar ve inançlara yönelik ayrımcılık büyük ölçüde üretim
sürecinde sömürüyü arttırmak; halklar arasında yaratılan düşmanlaşma ve
yükselen milliyetçilik ise artan sömürünün üzerini örtmek için
kullanılmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin topyekün demokrasiye ulaşması ve
elbette Kürt halkının hakları için sınıf mücadelesi son derece önemli ve
gereklidir. Demokrasi için sınıf mücadelesinin önemine binaen Türkiye’de
solcuların kendilerinin sınıfla ne ölçüde buluşabildiğini sorgulamadan,
Kürtlerin sınıf tavrının sorgulanması son derece ironiktir.
Şuna kuşku yok ki Türkiye’de emekçiler arasında
karşılığı bulunan güçlü bir işçi sınıfı hareketi olsaydı, giderek işçileşen
Kürt halkı içinde de sınıf hareketi güçlenebilir; Kürt ve Türk işçi sınıfının
ortak mücadelesiyle hem Kürt halkının siyasal ve kültürel hakları elde
edilebilir hem de emek sömürüsüne son verecek adımlar atılabilirdi. Belki o
zaman Kürt siyasal hareketinin temsilcileri sermayenin temsilcileriyle
görüşmeler yapıp; emekçi düşmanı, otorite heveslisi hükümetlerle müzakere
masalarına oturmak zorunda kalmazlardı. Ama ne yazık ki 1980 darbesi sonrasında
Kürt hareketi bir halk hareketi haline gelirken, sosyalist hareket
toplumsallaşamadı, sınıftan koptu; bunun üzerine de Türkiye’de halka şiddet
uygulayan, antidemokratik bir rejim egemen oldu. Sonuçta sosyalistlerin
tarihsel görevi olan ezilen halkın hakları için mücadele etmesi bir tarafa;
ezilen halkın, Kürt halkından sınıfın çıkarlarını koruyup kollaması beklenir
hale geldi. Hatta daha ileri gidilerek ezilen halkın temsilcilerinin sınıf
tavrı yetersiz bulunup, eleştirilmeye başlandı.
Ezen ulusun, kendisini sosyalist olarak tanımlayan bir
bireyi olarak, ezilen Kürt halkına yöneltilen bu eleştirilerin büyük haksızlık
olduğunu düşünüyorum. Dahası emekçi kitlelerle buluşup, bir toplumsal hareket
haline dönüşme derdi olmadan, sorumluluğu Kürtlere atan bir anlayışla
sosyalizme ulaşmak bir tarafa asgari bir demokratik mücadelenin dahi
yürütülebileceğini zannetmiyorum.
Erol’un “Demirtaş’tı değil mi?” sorusuna geri
dönersek; Demirtaş’ın diğer ezilenler ve ayrımcılığa uğrayan kesimlerle
birlikte işçi ve emekçilerin de cumhurbaşkanı olacağı iddiamı sürdürüyor ve bu
soruya cevap olarak “evet, Demirtaş’tı” diyorum. Çünkü Demirtaş’ı Türkiye’de
ezilen bir halkın büyük bedeller ödeyerek yürüttüğü mücadelesinin bir temsilcisi
olarak görüyorum. Cumhurbaşkanı olması halinde Demirtaş’ın kendisine bu görevi
veren ezilenleri,
sömürülenleri, ötekileştirilenleri en iyi biçimde temsil edeceğine ve Türkiye’de
demokrasinin gelişmesine katkıda bulunacağına inanıyorum. 12 Eylül darbesiyle başlayan
ve 34 yıldır süren kabusun ardından Demirtaş’la esecek demokrasi rüzgarının
işçi sınıfı ve sosyalist harekete de ivme kazandıracağını düşünüyorum.
Son söz olarak:
Türkiye’de işçi sınıfı hareketinin, sosyalist hareketin ve Kürt hareketinin
içinde bulunduğu koşullar doğru değerlendirildiğinde Demirtaş’tan
neleri bekleyip neleri beklememek gerektiği konusundaki “kafa karışıklığının”
da ortadan kalkacağı inancındayım. Elbette Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığıyla
birlikte devletin sınıf karakteri değişmeyecek, Türkiye’de sınıfsız sömürüsüz
bir toplum düzeni egemen olmayacaktır! Ama Türkiye’nin grevdeki işçilerin
yanında olan, emekçilerin aleyhine yasaları onaylamayan ve emekçilerin örgütlü
gücünün artması için çabalayan, demokrat bir cumhurbaşkanı olacaktır. Bunun
ötesi işçi sınıfının mücadelesine, sosyalistlerin işçi sınıfıyla arasındaki
bağı oluşturabilmesine bağlıdır!
(1) http://www.sendika.org/2014/07/demirtasti-degil-mi-ya-da-ozgur-muftuogluna-cevap-mehmet-erman-erol/
(2) http://www.evrensel.net/kose-yazisi/71792/oyum-selahattin-demirtasa-cunku.html
(3) http://www.evrensel.net/kose-yazisi/71847/iscinin-emekcinin-cumhurbaskani-olur-mu.html#.U8jdGJR_vKg
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder