ÖZGÜRCE
25/07/2014
Emekçiler toplumun en hızlı milliyetçileşen kesimidir. Emek piyasasına yeni işçiler katıldıkça emeklerinin değerinin düştüğünü gören işçiler, özellikle işsizliğin yüksek, çalışma koşullarının kötü, ücretlerin düşük olduğu dönemlerde, kendisinden daha kötü koşullarda çalışmaya rıza gösterecek emekçilerin piyasaya katılmasını, kendisine rakip olmasını istemezler. Böyle dönemlerde, kendilerini diğerlerinden ayıracak farklılıkları öne çıkartmaya, kendi kimliklerinden olmayanları ötekileştirmeye, dışlamaya başlarlar. Her gün sömürü çarkları içinde öğütüldükleri emek piyasasını sahiplenir, dışarıdan gelecek emekçilere (kimi zaman onları linç etmeye vardıracak kadar) düşmanlaşabilirler.
Sınıf bilincinden yoksun emekçi kitlelerin, kendilerinden görmedikleri emekçileri dışlamaları ve onlara karşı düşmanlık beslemeleri, sermayenin emek sömürüsünün üzerini örtmesi için bulunmaz fırsattır. Sermaye, bir taraftan göç politikalarıyla emekçiler arasındaki rekabeti körüklerken, diğer taraftan milliyetçiği, ırkçılığı teşvik eder. Böylece kimlik düşüncesi sınıf düşüncesinin yerini alır ve kapitalist sömürü düzeni sorgulanacak yerde emekçiler birbirlerinin kimliklerini sorgular ve birlikte mücadele düşüncesinden uzaklaşırlar.
Türkiye, ucuz emek üzerinden küresel rekabet sürecine eklemlenme politikalarını benimsediği 1980’den itibaren işçi sınıfı hareketini baskı altına almanın yanı sıra halklar arasında düşmanlığı arttırarak, milliyetçiliği körükleyen politikalar izlemiştir. Özellikle 1989 Bahar Eylemleriyle birlikte işçi hareketlerinin yeniden yükselişe geçmesi karşısında, 1990’lı yılların başından itibaren Kürtlere yönelik baskılar yoğunlaşmış, çatışmalar artmıştır. Köy boşaltmalar, çatışmalar ve Körfez Savaşı nedeniyle sınır ticaretinin durması, Kürtleri batıya göçe zorlamıştır. Bu süreçte 4 milyondan fazla Kürt; malı, mülkü olmaksızın iş bulabileceklerini düşündükleri batı illerine göç etmiştir. Ana dillerinde eğitim alamamış, Türkçeye hakim olamayan Kürtler, son derece düşük ücretlerle, en kötü koşullara rıza göstermek zorunda bırakılarak emek piyasasına katılmışlardır. Özellikle 1994 ve 2001 krizleri ardından yükselen işsizlik, Kürt emekçilere tepkiyi arttırmış; devletin 1980’li yıllardan beridir uyguladığı Kürtlere düşmanlaştırıcı politikaların da etkisiyle işçi sınıfı içinde milliyetçilik yükselmiştir.
Ekonomik krizler, küresel rekabet ve uluslararası sözleşmelere uyum gerekçesiyle emekçi kesimlerin tüm ekonomik ve sosyal kazanımları hızla gerilerken işçi sınıfı, bunlarla mücadele etmek yerine körüklenen milliyetçilik duygularıyla, Kürtlere yönelik ayrımcı politikaların bir parçası haline gelmiştir. İşçi sınıfının rekabet yerine dayanışma içinde, birlikte mücadelesinin aracı olması gereken sendikaların önemli bir bölümü de bu süreçte milliyetçi politikaların aracına dönüşmüştür. Kürtlere yönelik ayrımcılığa karşı net bir tavır sergilemeyen ve Kürt sorununun çözümünde demokratik bir tavır ortaya koymayan sendikalar, eylemlerine destek vermek isteyen Kürt siyasetçilerle yan yana gözükmekten dahi imtina etmişlerdir.
Selahattin Demirtaş’ın cumhurbaşkanı adaylığının yarattığı demokrasi ve barış rüzgarının sendikaların ve emekçilerin, sınıf bilincinden uzak tavrında bir değişimin de yolunu açacağına inanıyorum. Demirtaş’ın emekçilerin sorunlarına dair söylemleri isabetli ve samimidir. Zaten özellikle 2011 seçimleri sonrasında Demirtaş’ın içinden geldiği BDP ve HDP Mecliste emekçilerin sorunlarını sürekli olarak gündeme getirmiş, çözüm önerileri sunmuştur. Ayrıca 1 Mayıs, 8 Mart ve diğer işçi eylemlerinde ve direnişlerde işçi sınıfının yanında olduğunu göstermiştir. Nitekim, bu partilerin sadece “kimlik siyaseti” yürüttüklerine dair yaratılmış algılar ve işçi sınıfı içinde yükselen milliyetçilik nedeniyle tüm bunlar görmezden gelinmiştir.
DİSK ve KESK’in cumhurbaşkanlığı seçimi için “birlikte yürüdüğümüz adaya oy vereceğiz” açıklamasının sendikaların milliyetçiliği aşarak sınıf tavrını ortaya koymaları bakımından önemli bir adım olduğunu düşünüyorum. Gerçi KESK, kurulduğundan bu yana ayrımcılık ve çözüm sürecinde zaten taraftır, DİSK’in bazı sendikaları da çeşitli zamanlarda bu konularda duyarlılıklarını göstermişlerdir. Ancak yine de Erdoğan’ın emek düşmanlığı ve diktatörlük özlemlerini, İhsanoğlu’nun ise emekçilerin sorunlarına yabancılığının vurgulaması ve Demirtaş’ın tespitlerinin doğru bulunarak, destekleneceğinin açıklanması son derece önemlidir.
Demirtaş, cumhurbaşkanlığı seçim maratonuna başlarken, sonuç ne olursa olsun kazananın savunulan ilkeler yani barış ve demokrasi olacağını söylemişti. Seçime iki haftadan daha uzun bir süre olmasına rağmen gelişmeler, Demirtaş’ın haklı çıkacağını göstermektedir. İşçi sınıfının önündeki en büyük engel olan milliyetçiliğin aşılması ve barışın toplumsallaştırılarak demokrasi mücadelesinin ortaklaşmasının değeri Türkiye hakları ve emekçiler için paha biçilmezdir.
Sözün özü: Demokratik ve barış içinde bir Türkiye için emeğin özgürlüğü için tek seçenek Demirtaş’tır!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Popüler Yayınlar
- Üniversite’de Neden ve Nasıl Örgütlenmeli?
- Patron, devlet, ‘sendika’ ve Özak direnişi…
- ÖMK sadece öğretmenlerin meselesi mi?
- Sefalet ücretinin sorumlusu kim?
- Emeklilik sisteminin yeniden yapılanması ve ‘aktüeryal denge’ masalı!
- KAPİTALİST ÜRETİM SİSTEMİNDE EMEĞİN VAROLMA MÜCADELESİNİN VAZGEÇİLEMEZ ARACI: GREV
- Algı operasyonunun yeni hedefi: Emeklilik sistemi
- TARİHSEL SÜREÇTE BİR PARANTEZ: “SOSYAL GÜVENLİK HAKKI”
- Kürt’e halay yasağının hedefi sadece Kürtler mi?
- ‘Aktüeryal denge’ masalı -2
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder